Bu yazı Flaps Club ve CogIST arasında 2020-2021 boyunca gerçekleşen
FLAPSHIP iş birliği bağlamında yayınlanmıştır.

Günlük hayatımızda başımıza gelen olayları, çevremizde gördüklerimizi veya düşüncelerimizi başkalarıyla paylaşmak için sürekli dili kullanıyoruz. Ancak dünyada kullanılan pek çok farklı dil var ve bu diller kavramları ifade edişleri bakımından bir hayli çeşitlilik gösteriyor. Örneğin, bir arkadaşınızın iki gün önce ofisinizdeki bitkileri suladığını düşünün. Geçmişte yaşanan bu olayı anlatırken İngilizce konuşuyorsanız olayın ne zaman gerçekleştiğini belirtmeniz gerekirken, Mandarin Çincesi konuşuyorsanız zamanla ilgili bu bilgiyi vermenize gerek olmaz. Aynı olayı anlatırken Türkçe konuşuyorsanız arkadaşınızın bitkileri suladığına tanık olup olmadığınızı -dı’lı veya -mış’lı geçmiş zamanı kullanarak eklemeniz gerekir. Bu durumda anadili İngilizce, Çince, Türkçe veya başka bir dil olan kişilerin dünyayı algılama şekilleri ve düşünce yapıları birbirinden farklı mı? Başka bir deyişle, dil düşünce yapımızı şekillendiriyor mu? Bu soru, yaklaşık 100 yıldır dilbilim, felsefe, psikoloji ve antropoloji alanlarında hararetli tartışmalara yol açmış ve tarihçesinin uzunluğundan da anlaşılacağı üzere “evet” veya “hayır” şeklinde basitçe cevaplanamayan bir soru. Bu yazıda dil-düşünce ilişkisi üzerine tartışmaların ortaya çıkışını ve zaman içinde geçirdiği değişimleri anlatacağım. 

 

 

Dil-düşünce ilişkisi üzerine tartışmalar 20. yüzyılın başlarında Edward Sapir ve öğrencisi Benjamin Lee Whorf’un öne sürdüğü dilde görecelilik veya Sapir-Whorf hipotezi ile ortaya çıktı.1,2 Bu hipoteze göre düşüncelerimizi dil yoluyla ifade ettiğimiz için düşünceyi dilden ayrı tutmak mümkün değil. Dolayısıyla yukarıda anlatılan diller arası çeşitlilik anadili farklı olan kişilerin düşünce yapılarına da yansır ve dil düşünceyi şekillendirir. Bu hipotezin ortaya çıkışında Sapir’in hocası Franz Boas’ın 1800’lerin sonunda yaptığı bir saha çalışmasında Eskimo dillerinde kar kavramını ifade eden kelime dağarcığının başka dillere kıyasla çok daha zengin olduğunu gözlemlemesinin önemli bir yeri var. Sapir ve Whorf’un hipotezine göre Eskimolar, dillerindeki çeşitlilik nedeniyle başka dilleri konuşan kişilere kıyasla kar kavramı hakkında çok daha detaylı bir düşünce sistemine sahip. Hatta bu hipotezi bir adım daha ileriye taşıyarak dilin düşünceyi belirlediğini yani bir kavramın bir dilde karşılığı olmadığı durumlarda o dili konuşan kişilerin o kavramı algılayamayacakları bile söylenebilir. Başka bir deyişle, anadili Türkçe olan biri kar kavramı hakkında ne kadar uğraşsa da Eskimolar kadar detaylı düşünemez. 

 

 

Dilin düşünceyi şekillendirebilme ihtimali her ne kadar ilgi çekici olsa da yalnızca dildeki kelime dağarcığına bakarak, yani düşünceyi gözlemlemeden, düşünce yapısının nasıl olduğuna dair çıkarımlar yapmak bilimsel olarak pek de sağlıklı bir yaklaşım değil. Nitekim, 1950’lerde bilişsel bilimlerin yükselişiyle birlikte düşünce yapısını, yani algı, dikkat, bellek gibi dil haricindeki bilişsel süreçlerin nasıl işlediğini gözlemleyen araştırmalar dil ve düşünce ilişkisine dair farklı bir tablo ortaya koyarak dilde göreceliliğe karşıt bir görüşün ortaya çıkışına vesile oldu. Evrenselci olarak isimlendirilen ve Noam Chomsky, Jerry Fodor, Steven Pinker ve Lila Gleitman’ın önemli temsilcilerinden olduğu bu görüşe göre düşüncelerimizi ve kavramlarımızı bir ölçüde doğuştan gelen yetilerimizle, bir ölçüde de etrafımızdaki fiziksel dünyayı deneyimleyerek oluşturuyoruz.3-6 Dil ise büyük ölçüde evrensel olan bu düşünceleri ve kavramları ifade etmek için kullanılan bir araç. Kavramlar farklı dillerde farklı şekillerde ifade edilse bile, dildeki bu farklar kişilerin düşünce sistemlerine yansımıyor; çünkü kavramlar dil edinilmeden önce oluşturuluyor. 

 

 

Evrenselci görüşse destek veren ilk bilimsel bulgular renklerin algılanması ve isimlendirilmesi alanında görüldü. Fiziksel olarak algılanabilen 2 milyona yakın renk tonu olmasına rağmen, dilde renk farklılıklarını ifade etmek için kullandığımız sözcükler sınırlı. Yani, hiçbir dilde 2 milyon tane renk sözcüğü yok. Ancak bir yandan da farklı dillerde farklı sayıda renk sözcükleri var. Örneğin Papua Yeni Gine’de yaşayan Dani halkının dilinde sadece iki temel renk sözcüğü varken (açık ve koyu), İngilizce, Fransızca veya Türkçe’de renkler çok daha detaylı bir şekilde isimlendiriliyor (kırmızı, mavi, turuncu, turkuaz). Peki dildeki renk sözcüklerinin sayısı renk algısını etkiliyor mu? Eleanor Rosch ve meslektaşlarının araştırmaları Dani halkının dillerinde yalnızca iki temel renk sözcüğü olmasına rağmen, renkleri hatırlamada anadili İngilizce olan Amerikalılardan farklı olmadıklarını gösteriyor.7 Buna göre dilin düşünceyi etkilemediği sonucuna varabiliriz.

 

 

Bu ilk çalışmaların ardından dil-düşünce ilişkisi üzerine tartışmalar evrenselci görüşün lehine sonuçlanmış gibi görünse de 1990’lardan itibaren teknolojik gelişmelerin araştırma yöntemlerine yansıması ve diller-arası karşılaştırmalı çalışmalarının artışıyla birlikte bu ilişki yeniden tartışılmaya başladı. Böylelikle dil-düşünce ilişkisinin doğasına dair daha önce önerilen hipotezler bilimsel araştırmalarda test edilebildi ve sonuçlarla desteklenemeyen hipotezler elendi. Bunlardan biri dilin düşünce üzerinde belirleyici bir rolü olduğunu savunan dilde determinizm görüşü. Yukarıda anlatıldığı gibi bu görüş dilde karşılığı olmayan kavramların düşünülemediğini öne sürüyor. Ancak gelişim psikolojisi alanındaki çalışmalar bebeklerin bazı kavramları, bu kavramları dilde ifade etmeye ya da ifade eden sözcükleri anlamaya başlamadan çok daha önce anlayabildiklerini gösteriyor.8,9 Benzer şekilde, primatların sayılar, mekânsal/uzamsal ilişkiler ve (bir ölçüde) zihinsel durumları anlayabildiğini gösteren araştırmalar10 da dil olmadan da düşüncenin olabileceğini ortaya koyuyor.

 

 

Dil-düşünce ilişkisini üzerine yakın zamandaki tartışmalar dilin ne zaman ve hangi koşullar altında düşünceyi etkileyebileceği üzerinde yoğunlaştı. Dan Slobin’in öne sürdüğü konuşmak için düşünmek hipotezine göre dilin etkileri en çok düşüncelerimizi dile aktardığımız süreçte yani konuşmaya başlamadan hemen önce görülebilir.11 Düşüncelerimizi dil yoluyla ifade etmemiz gerektiğinde konuştuğumuz dilin yapısını ve sözcük dağarcığını dikkate almamız gerekir. Bu nedenle konuşurken kavramların hangi özelliklerini ifade edeceksek konuşmaya başlamadan önce de dikkatimizi bu özelliklere yöneltiriz. Anna Papafragou ve meslektaşlarının anadili İngilizce ve Yunanca olan yetişkinlerin dikkat süreçlerini inceledikleri bir çalışmanın sonuçları bu hipotezi destekler nitelikte.13 Bu sonuçlara göre, bir çocuğun koşarak bir çadıra girdiğini gözlemleyen bir Amerikalı bu olayı İngilizce anlatırken hareketin nasıl yapıldığını ifade eden bir fiil kullanacağı için çocuğun koştuğuna daha çok dikkat eder. Aynı olayı izleyen bir Yunan, olayı Yunanca anlatırken hareketin yönünü ifade eden bir fiil kullanacağı için çocuğun çadırın içine girdiğine daha çok dikkat eder. Yani anadili farklı olan kişiler konuşmaya başlamadan önce dile bağlı olarak farklı şeylere dikkat ederler. Ancak burada esas çarpıcı olan nokta bu farklılıkların yalnızca konuşmaya başlamadan önce, yani dilin de dahil olduğu durumlarda gözlenmesidir. Anadili İngilizce ve Yunanca olan yetişkinler aynı olayları yalnızca sessiz bir şekilde izlediklerinde, yani olayı daha sonra anlatmaları gerekmediğinde, hareketin yönüne de ne nasıl yapıldığına da benzer sürelerde dikkat ederler. 

 

 

Dilin düşünce üzerindeki etkilerinin ne kadar kalıcı olduğunu anlamak için deneysel yöntemler kullanarak düşünürken dili devre dışı bırakmaya çalışabiliriz. Bu yöntemde katılımcılar sınıflandırma, hatırlama, algılama gibi sözel olmayan bir işlemi tamamlarken bir yandan da dil becerilerini meşgul eden ikinci bir işlem yaparlar. Mesela, bir yandan iki kartın aynı renk olup olmadığını ayırt etmeye çalışırken bir yandan da 980 sayısından ikişer ikişer geriye doğru sayarlar. Eğer düşünsel süreçler anadile bağlı olarak kalıcı bir değişim geçirmişse dili meşgul eden ikinci işlemin bir etkisi olmaması beklenir. Yani diller arası farkların korunması gerekir. Bu yöntemi kullanan bir çalışma dillerinde mavinin farklı tonları için tek bir temel renk sözcüğü kullanan Amerikalılarla, mavinin açık ve koyu tonları için farklı temel renk sözcükleri kullanan Rusların renk algılarını karşılaştırmıştır.13 Aslında her iki grup da mavi rengin iki farklı tonunun görsel olarak birbirinden farklı olduğunu ayırt edebilse de Rus katılımcılar açık mavi ve koyu mavi tonlarını Amerikalı katılımcılara göre daha kısa sürede ayırt edebilmiştir.  Ancak, iki grup arasındaki bu fark, katılımcıların dil becerilerini meşgul eden ikinci bir işlem verildiğinde ortadan kaybolmuştur. Bu sonuçlardan yola çıkarak dilin düşünce üzerindeki etkilerinin dilin kullanıldığı anlara mahsus olduğunu söyleyebiliriz. Son yıllarda sayı algısı, yön bulma, mekânsal/uzamsal ilişkiler gibi farklı alanlarda yapılan araştırmalar da dilin düşünce üzerindeki etkilerine dair benzer bir tablo ortaya koyuyor.14

 

 

Yazının başında sorduğumuz soruya geri dönecek olursak, dilin düşünce şeklimizi konuşmaya başlamadan hemen önce ya da dil ile birlikte düşündüğümüz anlarda şekillendirebildiğini söyleyebiliriz. Peki dilin düşünce üzerindeki etkilerinin belli durumlarda görülüyor olması ne anlama geliyor? Öncelikle, dilde göreceliliğin önerdiğinin aksine dili ve düşünceyi birbirinden ayırmak mümkün. Nitekim, dili devre dışında bıraktığımızda anadili farklı olan kişilerin düşünsel süreçlerinin benzer şekilde işlediğini görüyoruz. Bununla birlikte, dil ve düşünce ayrı sistemler olsa da birlikte çalıştıklarında etkileşim halinde olabilirler. Başka bir deyişle, anadili İngilizce, Çince, Türkçe veya başka bir dil olan kişiler konuşurken dünyayı farklı şekillerde algılayabilirler. Ancak bu farklar hayatları boyunca bu dilleri kullanıyor olmanın düşüncelerini kalıcı ve köklü bir şekilde değiştirdiği anlamına gelmiyor. 

Doktorasını bilişsel psikoloji alanında 2016 yılında, University of Delaware’de tamamladı. Şu anda ise Özyeğin Üniversitesi’nde Psikoloji Bölümü’nde öğretim üyesidir.

İstanbul Üniversitesi Dilbilimi Bölümü son sınıf öğrencisi olarak lisans eğitimine devam ediyor. Yüksek lisansında insan belleğinin işlemsel modelleri üzerine çalışmak istiyor.

Rene Magritte – Açık Fikirler

  • SAPIR Edward, 1968, Selected Writings of Edward Sapir, University of California Press 
  • WHORF Benjamin Lee, 1956, Language, thought and reality,  J. B. Carroll (Ed.), Selected writings of Benjamin Lee Whorf içinde, Cambridge, MA: MIT Press
  •  CHOMSKY Noam, 1975, Reflections on language, New York: Pantheon
  • PINKER Steven, 1994, The Language Instinct, New York: Morrow
  • FODOR Jerry, 1975, The Language of Thought, Cambridge: Harvard University Press
  • GLEITMAN Lila, 1990, The structural sources of verb meanings, Language Acquisition, Cilt:1, 3–55.
  • HEIDER Eleanor R. & OLIVIER Donald C., 1972, The structure of the color space in naming and memory for two languages, Cognitive Psychology, Cilt:3, 337–354.
  • BAILLARGEON Renée LI Jie GERTNER Yael, & WU Di, 2011, How do infants reason about physical events? In U. Goswami (Ed.), The Wiley-Blackwell Handbook of Childhood Cognitive Development. Oxford: Blackwell, (pp. 11–48)
  • SPELKE Elizabeth S. PHILLIPS Ann & WOODWARD Amanda L., 1995, Infants’ knowledge of object motion and human action, In D. Sperber, D. Premack, and A. Premack (Eds.), Causal Cognition: A Multidisciplinary Debate. New York: Oxford University Press, (pp. 44–78)
  • TOMASELLO Michael & CALL Josep, 1997, Primate cognition, Oxford University Press
  • SLOBIN Dan I., 1996, From ‘‘thought and language’’ to ‘‘thinking for speaking’’, In J. Gumperz, S. C. Levinson (Eds.). Rethinking Linguistic Relativity. Cambridge, MA: Cambridge University Press, (pp. 70–96)
  • PAPAFRAGOU Anna HULBERT Justin & TRUESWELL John, 2008, Does language guide event perception? Evidence from eye movements Cognition, Cilt:108, 155–184
  • WINAVER Jonathan WITTHOFT N. FRANK Michael C. WU Lisa WADE Alex R. & BORODITSKY Lera, 2007, Russian blues reveal effects of language on color discrimination, Proceedings of the National Academy of Sciences, 104, 7780–7785
  • ÜNAL Ercenur & PAPAFRAGOU Anna, 2016, Interactions between language and mental representations, Language Learning, Cilt:66, 554–580
  • Deutscher, G. (2011). Through the Language Glass: Why the World Looks Different in Other Languages (First ed.). Picador.
  • McWhorter, J. H. (2016). The Language Hoax (Reprint ed.). Oxford University Press.