Bu yazı Flaps Club ve CogIST arasında 2020-2021 boyunca gerçekleşen
FLAPSHIP iş birliği bağlamında yayınlanmıştır.

Dilbilim denince pek çok insanın aklında canlanan konsept “bir şey dili ve edebiyatı” oluyor. Bu her ne kadar bütünüyle yanlış olmasa da eksik olduğu kesin. Bu eksiklik belki tek bir açıdan değil, birkaç açıdan da ele alınabilir. Fakat bilişsel bilimle ilgilenen ve lisans formasyonumun bir doğabilimi üzerine olduğunu iddia etmeyi seven biri olarak, bu konuyu yalnızca tek bir açıdan ele almayı hedefliyorum. Dolayısıyla yazım “dilbilim nedir?” gibi bir soruya cevap vermek, dilbilimin neleri kapsadığını tamamıyla ortaya koymak gibi bir gayeden çok uzakta.

 

Ek olarak, yazı bizi konudan çok uzaklaştırabileceği gerekçesiyle neyin doğabilimi olduğu veya olması gerektiği gibi bir konuyu da tartışmaya açmıyor. Dolayısıyla, yazı boyunca, bu konuda biraz kolaycı bir tavır takınarak dilbilimin biyolojiye yaklaşmasını ve bu alanlar arasındaki etkileşimi ‘doğabilimi olma’ kriteri sayacağım. Pekala bu kriterin bir bilim dalının doğabilimi olup olmadığını ölçmek için yeterli ve/ya doğru bir kriter olmadığının farkındayım fakat bu tartışmayı burada sürdürmekten imtina ediyorum. Doğabilimi için farklı tanımlar öne sürmek niyetinde olanlar için dahi faydalı bir yazı olabileceğine inanıyorum.

 

Modern dilbilim ve tarihinden bahsediyorken, yirminci yüzyılı iki yarıya bölmek mümkün. İlk yarısında, Ferdinand De Saussure’ün çalışmaları (1916) ile şekillenmiş, Edward Sapir ve Leonard Bloomfield tarafından geliştirilmiş Yapısalcılık (Structuralism) ve ikinci yarısında da Noam Chomsky tarafından ortaya atılmış olan Üretici (generative) Gramer baskın olmuştur diyebiliriz.

 

Saussure’ün çalışmaları dilbilimi yalnızca tarihsel bir çalışma alanı olmaktan çıkarmış, onun senkronik (eşzamanlı) şekilde çalışılabileceğini ve hatta çalışılması gerektiğini göstermiştir. Yapısalcı çalışmalar bir dil datasını toplayıp o datadaki dilsel öğeleri betimlemeyi kendisine metot edinmişti. Dolayısıyla eldeki dilsel veriye bakıp, bu dilsel veri içinde örüntüler (patternlar) görmek ve bunları ‘kurallı ve soyut’ yapılara dökmek olarak basitleştirerek tarif edebileceğimiz bu pratik, dilbilimin o dönemde bir formel disiplin olduğunu söylememize yol açıyor.

 

Yapısalcı çalışmaların yanı sıra, yine yirminci yüzyılın ilkyarısında psikolojide baskın olan ve zihin, bilinç gibi kavramları metafizik değerler addedip bilimsel olarak incelenemeyeceğini iddia eden ve bu sebeple yalnızca ve yalnızca canlının başkalarınca da gözlemlenebilen davranışlarının gözlem malzemesi olarak kullanılması gerektiğini söyleyen Davranışçılık ekolü, dili, bu dilsel öğelerin kullanımlarının yaşam boyunca “pekiştirici öğrenme” yöntemiyle gerçekleşen bir alışkanlık olarak ele alıyordu. Ünlü davranışçı psikolog B. F. Skinner bu görüşü kullanarak, o zamana kadar psikolojik açıdan oldukça ihtilaflı kalmış olan dili, dilsel davranışı açıklayabileceğini iddia ettiği, bunun için davranışçı bir teori geliştirdiği “Sözel Davranış (Verbal Behavior)” kitabını 1957’de yayınladı. Skinner, bu kitabında dilin de aslında yeni doğan bir bebeğin ağlaması, ışık tutulduğunda gözbebeğimizin küçülmesi vs. gibi refleksler olarak ele alınabileceğini, daha kompleks refleksler ve/ya koşullanmalar olduğunu iddia ediyordu.

 

Bu teoriye cevap olarak, ilk büyük çalışmasını 1957’de “Sentaktik Yapılar (Syntactic Structures)” ismi ile yayınlamış olan Chomsky, 1959 yılında, Skinner’ın söz konusu kitabı üzerine yaklaşık 40 sayfalık bir inceleme yayınladı. İlk kitabında mantıkçı Emil Post’un 1920’lerde geliştirdiği fakat ilk kez 1943’te yayınlayabildiği fikirlerinden esinlenerek yenidenyazım kurallarını kullanmış (rewriting rules) ve bir dilin gramerinin betimlemelerinde bu yenidenyazım kurallarının nasıl kullanılabileceğini, yeterli olmadıkları noktada nasıl dönüşümlere (transformation) başvurulabileceğini izah etmiş olan Chomsky, Skinner’a yazdığı bu eleştirisinde niçin dilin, davranışçıların yapmaya çalıştığı üzere bir “alışkanlıklar bütünü” olarak ele alınamayacağını, dilin hiyerarşik olarak yapılandığını ve bu yapılanmanın analoji ya da zihnin diğer genel öğrenme mekanizmalarıyla öğrenilmesinin mümkün olmadığını göstermeye çalışıyordu. Chomsky’ye göre laboratuvar ortamında kullanılmak üzere ortaya atılmış “pekiştirici öğrenme (reinforcement learning)” gibi kavramlar böylesi karmaşık ve sembolik bir doğal süreci açıklarken yeterli olamazlardı.

 

Artık o tarihten itibaren Chomsky, 1964 ve özellikle 1965’te yayınladığı oldukça ünlü eseri ve sonraki çalışmalarında, dilbilimcinin sorması gereken soruların başında “Dil zihinde nasıl çalışıyor?”, “Dili çocuklar nasıl edinmektedir, yani dil zihinde nasıl varolagelmiştir?” ve “Dil neden yalnızca insanda ortaya çıkmıştır?” sorularının geldiğini üstüne basa basa belirtmiştir. Bu çalışmalarla beraber dilbilim psikoloji –ve spesifik olarak o yıllarda şekillenmeye başlamış olan ‘bilişsel psikoloji’ — ile olan bağını kurmaya ve güçlendirmeye başlamıştı. Bu bağlamda, dönemin ünlü psikologlarından olup Bilişsel Devrim’in ilk adımlarını atanlardan biri olarak da anabileceğimiz George Miller ile beraber Mathematical Psychology adlı akademik derginin ikinci sayısında, 1963 yılında bir dizi makale yayınlamışlardır (Chomsky ve Miller, 1963). Bu makaleler, zihne dair, bilişe dair olan dilbilimin ve psikolojinin metodolojisinin “nasıl” olması gerektiği üzerine olup, daha sonrasında dilbilim ve diğer bilişsel bilimlerde mühim bir yer tutacak olan yeti (competence) ve edim (performance) ayrımını ortaya atmışlardır. (Aslında Chomsky’nin Miller ile çalışmaları 50’lerin ortalarına değin uzanıyor diyebiliriz.)

 

Yine Chomsky’nin 1965’teki o ünlü eseri “Sentaks Teorisinin Özellikleri (Aspects of the Theory of Syntax)”nde, dünyadaki tüm çocukların dili yaklaşık olarak aynı vakitlerde, oldukça benzer fazlardan geçmek suretiyle ve “genel bir öğrenme mekanizmasıyla öğreniyor olsalardı, yapmalarını bekleyebileceğimiz cinsten hatalar yapmadan” öğrenmelerini açıklamak adına Evrensel Gramer (Universal Grammar) fikrini ortaya atarak, insan biyolojisinde genetik olarak, insanı dil öğrenmeye yatkın hale getiren bir yapılanmanın mevcut olduğunu iddia etmiş, bu da dilbilim ile biyoloji arasında bir bağ kurmuştur.

 

Dilbilimin ve genel olarak bilişsel bilimlerin temellerinin atıldığı bu yıllarda bir yandan da yapısalcılığa yönelik eleştiriler oluşuyordu. En başta yapısalcılığın Peirce’ün (1906) ortaya koyduğu şekilde type / token ayrımını gözetmediği ve yalnızca “token”lere odaklandığı için “dilin kendisine dair” bir şey söylemediği gibi eleştiriler yapılıyordu. Bunun yanı sıra Chomsky, yapısalcılığın dilbilimi, kendisinin betimleyici yeterlilik (descriptive adequacy) dediği noktaya taşıdığını, fakat açıklayıcı yeterlilikten (explanatory adequacy) yoksun kaldığını söylüyor, artık açıklayıcı da olan dilbilimsel bir teorinin gerekliliğini vurguluyordu.

 

Chomsky’nin bu çalışmaları, bilişsel psikoloji ve biyoloji ile yakın, formel ve hatta deneysel açıdan keskin(strict) hatlara sahip bir dilbilim yaratıyordu. Fakat Chomsky’nin dilbilimi böylesi bir açıdan ele alması, onu bir doğabilimi olarak görmesi dilin tarihsel veya sosyal yanıyla ilgilenenler açısından farklı karşılandı. Bunun yanı sıra dilin yalnızca matematiksel/formel olarak incelenmesi gerektiğini düşünen ve bunu da dilsel nesnelerin soyut olduğunu, dolayısıyla deneysel olarak incelenemeyecekleri fikrini savunan dilbilimsel realizme dayandıran bazı eleştiriler de vardı (örn. Jerrold Katz’ın 1981 ve 1984 tarihli çalışmaları). Bu görüşlere cevap olarak ve kendi ortaya attığı paradigmanın epistemolojik ve ontolojik temellerini izah etmek için Chomsky, 1986 yılında “Dilin Bilgisi (Knowledge of Language)” kitabını yayımlayıp, dilbilimde uzun yıllar dilbilim öğrencilerinin ilk öğrendikleri konulardan biri olan D-Dil ve İ-Dil (E-Language / I-Language) ayrımını öne sürdü. Bu kavramsallaştırmalar, dili incelemenin birçok yolu olabileceği, bunların dışsal ve içsel olmak üzereye ikiye ayrılabileceğini, sosyal ve tarihsel yaklaşımların dışsal, psikolojik, biyolojik ve bilişsel yaklaşımlarınsa içsel kategorilerinde ele alınabileceğini, Chomsky’nin öne sürdüğü metot ve çalışma çerçevesininse aşikâr olarak İçsel-Dil çalışmalarına ait olduğunu söylüyordu. Burada küçük bir not düşerek bu D-Dil ve İ-Dil ayrımının az önce bahsettiğimiz yeti ve edim ayrımıyla karıştırılmaması gerektiğini belirtelim. Yeti ve edim ayrımı İçsel-Dil çalışmaları içinde yapılan, tüm bilişsel bilimde, bilgisayarla benzetme yapılarak donanım/yazılım (hardware/software) ayrımı olduğunu söyleyelim.

 

Dilbilimde çalışmalar altmışlı yıllarda geçirdiği bu değişimler ve yeni temellerle devam etti. Eric Lenneberg (1967), Chomsky (1995) –ve sonrasında Minimalist Program’a bağlı olarak gelişen pek çok çalışma-, Lyle Jenkins (2001) ve bunları takip eden pek çok çalışma disiplinlerarası bir alan olarak, bu biyoloji ve dilbilimin kesiştiği noktaya, biolinguistik adını vermişler ve sözkonusu çalışmaları da bu alana dair veyahut direkt bu alandaki klasikler olarak yerlerini almıştır. Bu perspektif, günümüze değin başka pek çok çalışma ile birlikte dilbilim alanında baskınlığını korumaktadır.

 

Dilbilimin bilişsel bilim içindeki bu konumlanışı, inanılmaz çeşitlilikte yeni, metodolojik açıdan ‘sağlam’ çalışma alanlarına ve bulgulara yol açmış bulunuyor. Peki tüm bu paradigma, araştırma çerçevesi ve yönelim göz önüne alındığında, günümüzdeki dilbilimcilerin çoğunluğunun doğabilimci olduğunu söyleyebilir miyiz? Buna, üzülerek, hayır cevabını vereceğim. Evet, bugün dilbilimciler eğer isterlerse Chomsky’nin ortaya koyduğu bu çerçevenin sağladığı bir imkan olarak doğabilimsel metotlara, daha biyolojik (spesifik olarak nörobiyolojik veya genetik) çalışmalara yönelebiliyorlar fakat dilbilim eğitimi ya da dilbilim çalışmalarının varsayılan ayarının (default) halen doğabilimsel olmadığını söyleyebiliriz. Hatta enteresan olarak, Chomsky’nin kendisi dahi tamamen formel çalışmış, psikodilbilim ya da nörodilbilim çalışmalarının çoğunun (hatta sanıyorum ki tümünün) yeti ile değil edim ile ilgili olduğunu, halbuki bilişsel bir dil teorisinin yeti ile ilgilenmesi gerektiğini, dolayısıyla dilbilimin kapsamı dışında kaldığını belirtmiştir. Bu tarz bir yaklaşım, dilbilimi dilsel veriyi açıklamak üzere oluşturulan formel, kendi içinde tutarlı aksiyomatik teorilerin ‘bilimi’ kılmış, her ne kadar deneysel çalışmaların yolunu açmışsa da dilbilimin kanonik (canonical) olarak deneysel bir alan olmasını da aksatmıştır.

 

Fakat bilişsel bilimin genelinde ve dilbilimde değişen çehre, yazılım / donanım ve yeti / edim ayrımlarının silikleşmesi ve hatta kimilerince tamamen gereksiz ayrımlar olarak görülmeleri gibi gelişmelerle bu durumun değişmekte olduğunu ve belki de çoktan değiştiğini söylemek mümkün hale gelmiştir. Dilbilime bu tarz bir yaklaşımın ne kadar bütüncül ve şimdiye dek zannedilenin aksine, ne kadar da açıklayıcı bir teori ortaya koyduğunu görmek için Christiansen ve Chater’in 2016 tarihli “Creating Language (Dil Yaratmak)” kitabına bakılabilir.

İstanbul Üniversitesi Dilbilimi Bölümü son sınıf öğrencisi olarak lisans eğitimine devam ediyor. Yüksek lisansında insan belleğinin işlemsel modelleri üzerine çalışmak istiyor.

İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde lisans eğitimini sürdürmektedir. Bilişsel nörobilimdeki özellikle nörolojik ve nöropsikolojik hastalıkların bilişsel bilimle nasıl ilişkilendirebileceği konusu ilgisini çekmektedir.

  • Chomsky, N. (1959). A review of BF Skinner’s Verbal behavior. Language, 35 (1), 26–58.
  • Chomsky, N. Miller, George A. (1963). “Introduction to the Formal Analysis of Natural Languages”. In R.R. Bush and E. Galanter and R.D. Luce (ed.). Handbook of Mathematical Psychology. 2. Wiley. pp. 269–321.
  • Chomsky, Noam A. (1964). Current issues in linguistic theory. The Hague: Mouton.
  • Chomsky, N. (1965). Aspects of the Theory of Syntax. The M.I.T. Press.
  • Chomsky, Noam A. (1986). Knowledge of language: its nature, origin and use. Praeger, New York.
  • Chomsky, Noam. (1995) The minimalist program. Cambridge, Mass.: MIT Press.
  • Christiansen, Morten H., Chater, Nick. (2016). Creating language: Integrating evolution, acquisition, and processing. Cambridge, MA: MIT Press.
  • Fischer, Steven R,. (2004) A History of Language. Reaktion Books. Jackendoff, Ray. (2002). Foundations of Language. OUP.
  • Jenkins, L. (2000). Biolinguistics: Exploring the Biology of Language. Cambridge University Press.
  • Katz, Jerrold J. (1981) Language and other abstract objects. Totowa, New Jersey: Rowman and Littlefield
  • Katz, Jerrold J. (1984). An outline of platonist grammar. In Thomas G. Bever, John M.
  • Langendoen , D. T. and Postal, P. M., (1984) The vastness of natural languages. Oxford: Basil Blackwell,. Pp. ix + 189
  • Lenneberg, E. (1967). Biological Foundations of Language. John Wiley and Sons, Inc.
  • Peirce , Charles Sanders. (1906) Prolegomena to an apology for pragmaticism, Monist, vol.16, pp. 492–546.
  • Saussure, Ferdinand de. (1916) Cours de linguistique générale,
  • Skinner, B. Frederick. (1957). Verbal Behavior. Acton, MA: Copley Publishing Group
  • Chomsky, N. (2002). On Nature and Language. Cambridge University Press.
  • Fischer, S. R. (2001). History of Language. Adfo Books.
  • Fromkin, V., Rodman, R., & Hyams, N. (2013). An Introduction to Language (10th ed.). Cengage Learning.
  • Jackendoff, R. (2003). Foundations of Language: Brain, Meaning, Grammar, Evolution (1st ed.). Oxford University Press.
  • Yule, G. (2014). The Study of Language (5th ed.). Cambridge University Press.