İnsanlığın sessiz karanlık içerisindeki ışığı arama serüvenini irdeleyen, uzay araştırmaları için başlangıç noktası olabilecek bir metin.


 

Küçüklükten beri hep doğanın ve tabiatın tekilliğini sevmişimdir. Gaddar ve kindar birer yaratık insanların olmadığı yerleri, doğanın tüm benliğiyle doğayla perçinleştiği tam o nokta olan doğanın kutsallığını. Uzaya merakım ise ufaklıktan beri gelen gök gürültüsü korkumdan başladı. Çok yağmurlu ve gök gürültülü zamanlarda doğanın ve o gök yüzündeki bilinmez sonsuzluğun yaptığımız kötülükler için bize kızdığına inanırdım. İtiraf etmeliyim ki korkum ve inancım hala değişmiş değil. Derslerim hiçbir zaman mükemmel olmadı. Ders kitaplarında gördüğüm her şeyi kendimce anlamlandırırdım. O yüzden o zamanlardan beri evrende olan bütün hareketliliği bir oyun olarak görürüm. Özellikle son zamanlarda olan olaylara, oyunun iyice kızıştığı ve doğanın bunca yıldır ona çektirdiğimiz eziyetler için bizden hesap sorması olarak bakıyorum. Kendimizi her zaman evrenden üstün görsek de aslında onun karşısında ne kadar aciz olduğumuzu bir kere daha gördük. Konumuzdan fazla uzaklaşmadan geri dönelim: Milletler neden uzay teknolojilerine yöneldi? İlk günden bugüne yapılan uzay çalışmaları?

 

 

İkinci Dünya Savaşı’nı ve yıkıcı nükleer etkilerini insanoğlunun başını göklere, uzay teknolojilerine çevirmesinin başlangıcı olarak görebiliriz. İkinci Dünya Savaşı ile oluşan yeni bir küresel çekişme ortamı iki süper güç ülke doğurdu; bir tarafta kapitalist Amerika, diğer tarafta komünist Sovyetler Birliği. Oluşan didişme ortamında iki milletin de ilk fırsatı bulduğunda diğer milleti yok etme isteğinde olduğu aşikardı. Bu gergin ortamda nükleer silahlanma yarışına start verildi, iki taraf da bütün enerjisini nükleer alana yöneltmiş, silah testlerine ve stoklamalara başlamışlardı. Atomlardan aldıkları güçlerle hem birbirlerine gözdağı veriyor hem de dünyanın diğer ülkelerinde korkuya neden oluyorlardı. Fakat bir sorunları vardı, Moskova ve Washington arasında binlerce kilometre mesafe vardı ama yapılan füzeler sadece 160 km alanındaki hedefleri vurabiliyordu. Yapılan araştırmalar ve fikirler sonucunda, çözümü atmosferin dışında buldular. Uzaya yerleştirecekleri silahlar ile dünyanın her yerini vurabilecek ve mutlak gücü ellerine alabileceklerdi. 

 

 

Asırlar boyu tarih kitaplarında insanoğlunun kibrinin sonuçlarını okuyoruz. İnsanoğlunun başını göğe çevirmesinin de uzayı fark etmesinin de sebebi gene kibri oldu. Bu gelişmelerin ardından kısa süre içerisinde nükleer silahlanma yarışı, yerini yörüngeye ilk uyduyu yerleştirme yarışına bıraktı ve Sovyetler bunu rakipleri Amerika’dan daha önce başardılar. 4 Ekim 1947 tarihinde Sputnik 1 uydusu Dünya’mızın yörüngesinde insan yapımı olarak fırlatılan ilk nesne oldu. İnsanoğlunun kibri ilk defa mavi küremizin dışına çıkmıştı. Sputnik Dünya’mızın etrafında 2 ay süre içerisinde 1440 defa dolaştı ve işlevini kaybederek gökyüzünden düştü. Yarışın diğer tarafı Amerika da bu olay ile büyük bir şok etkisi ve hazmedememezlik gösterdi. Rakipleri onlardan daha önce başarmışlardı ve hemen daha güçlü bir hamleyle karşılık vermeliydiler.

 

 

Amerika karşılık hazırlıklarına NASA’yı kurarak başladı ve NASA’nın ilk projesini açıklamasıyla Amerika yeniden uzay yarışında heyecan kazandı. NASA, atmosferin dışına ilk defa bir insan çıkaracağını açıkladı ve çıtayı fazlaca yükseğe taşıdı. Bu, teknoloji ve bilimde bir devrimdi. Elbette bu hamle Amerika’yı uzay rekabetinde lider konuma getirecekti. Tüm dünya heyecan ile bu olayı konuşurken herkeste olumsuz bir hava vardı ve bunun imkânsız bir şey olduğuna, asla başaramayacaklarına inanmışlardı. İnsan vücudu uzay şartlarına dayanabilir miydi? Kimse bu sorunun cevabını bilmiyordu. Uzay fazlaca soğuktur ve insan vücudunun sıcaklığı 37 derecedir fakat basınç olmadığı için insan ya patlayacaktır ya da buharlaşacak. İnsanı bu bilinmezlikler içerisinde göndermeden önce, çeşitli hayvanları deneme amacıyla fırlattılar ve atmosferden sağlam şekilde çıkabildiklerini gördüler. 

 

 

NASA, uzaya çıkaracağı ilk insanlardan oluşan ekibi hazırlamıştı ve hazırlıkları devam ediyordu. Diğer taraftan Sovyetler Savaş Pilotu Yuri Gagarin, onun önderlik edeceği yıldız ekibini oluşturdu. Yıldız Ekibi çiftçi kökenlilerdi ve halkın içinden gelmeleri bütün halkın sevgisini kazandırmıştı. Komünizm için müthiş bir tercihtiler. 12 Nisan 1961 tarihinde Yuri Gagarin ve ekibi uzaya çıkmayı başarmışlardı. Amerika tekrar kaybetmişti fakat bu sefer hemen reaksiyon vermişler ve 3 hafta sonra Astronot Alan Shepard’ı uzaya fırlatmışlardı. Atmosferi geçmekten ileri gidemeseler de bu olay Amerika halkında büyük bir heyecan ve umut yaratmıştı. Uzay yarışı dönemin kapitalizm ve komünizm çatışmaları içerisinde dönem dönem duraksayarak da olsa devam etti. Sovyetler; Ay’a inen ilk araç (luna 2), uzaya çıkan ilk kadın (Valentina Tereshkov), ilk uzay yürüyüşü (Alexseı Leonov) gibi elde ettiği başarılarla uzun süre uzay yarışındaki üstünlüğünü yürüttü. Sovyetler uzay başarılarıyla övünürken, gelecek günlerde iki ülkeyi de kötü günler beklemekteydi. Sovyetler Birliği’nde dağılmaya kadar gidecek serüvenin çatlak sesleri duyulmaya başlamıştı, Amerika ise bugünlerde örneğini gördüğümüz olayların bir benzerini yaşamaktaydı.

 

 

Bu ortamda Amerika hükümetinin ve NASA’nın son kozu Ay’a ilk ayak basan ülke olmaktı ve bu son şanslarıydı. Halkın büyük çoğunluğunda uzay çalışmalarına ve NASA’ya harcanan kaynağın ve gelmeyen başarıların tepkisi vardı. Amerika’nın sorunlarından kurtulmak ve halkın moralini yeniden yerine getirmek için uzayda başarı elde etmesi lazımdı. 1968’de NASA, yıl bitmeden Ay’a ulaşmayı deneyeceklerini duyurdu. İlk proje Apollo 8’in görevi Ay’a ulaşmak değil yörüngesine girip güvenlice geri dönmeye çalışmaktı. Bu bir kumar. Başarısız olurlarsa Amerikan halkının NASA’ya bir şans daha vermesi muhtemel değildir. 21 Aralık 1968’de Astronotlar Frank Borman, Jim Lovell ve Bill Andres kendilerini dev Saturn V roketinin tepesine bağlarlar. Uzayda geçirdikleri 3 gün sonunda Astronotlar Ay’ın yörüngesine girmeyi başarır. Apollo 8 büyük bir başarıdır.

 

 

Nihayet Amerika uzay yarışında büyük bir başarı elde etmiştir. Bu başarı tüm dünyaya şu fikri aşılamıştı; koca bir hiçlik evreninde tek renkli varlık küçük mavi küremizdi ve onu korumalıydık. Ay’da hiçlikten başka bir şey yoktu. Bu büyük başarıdan sadece 7 ay sonra Neil Armstrong insanlık için o unutulmaz adımı atmıştı ve Amerika bayrağını Ay’a dikti. Artık muhakkak uzay yarışında yeni lider Amerika’ydı. Bu muhteşem başarıyı 500 milyon kişi canlı olarak izlemişti, bu rakam o dönemde küresel nüfusun beşte biri idi. Takip eden üç sene içerisinde on Amerikalı daha Ay’a inmeyi başardı. Sovyetler ise Ay’a çıkma heveslerini bırakıp farklı bir uzay hayaline odaklanmışlardı. Mir veya Barış adında bir uzay istasyonu oluşturup yörüngeye yerleştirmeyi planlıyorlardı. Ve başardılar, Mir uzay istasyonu yörüngeye yerleştirildi.

 

 

1991 senesinde şanssız kozmolog Sergei Krikalev Mir’in içinde süzülürken altında Sovyetler Birliği dağıldı. Uzayda bir sene kalmayı başardıktan sonra Kazakistan uzay üstüne inmeye izin aldı ve inişini gerçekleştirdi. Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla artık soğuk savaş sona erdi. Rekabet yerine ABD ve daha dost canlısı Rusya arasında iş birliği dönemi başladı. 1998’de uzay keşfinde yeni bir sayfa açıldı; ilk Uluslararası Uzay İstasyonu inşası başladı. Bu istasyon; uzaydaki en büyük insan yapımı nesnedir, toplam bir futbol sahası büyüklüğündedir, uzayda görülen en büyük üçüncü nesnedir. Ayrıca inşa edilen en pahalı nesnedir. 18 farklı ülkeden astronot çalışma gerçekleşmiştir. Uzay faaliyetlerinin başından günümüze kadar 40 farklı ulustan 536 astronot uzay yolculuğuna çıkmıştır, bunlardan 501 tanesi erkek, 35 tanesi kadın astronotlar olmuştur.  Uzay uçuşlarında 30 kişi hayatını kaybetmiştir ve hepsi eğitim alanında gerçekleşmiştir.

 

 

Günümüz uzay çalışmalarının artık önü kestirilemeyecek ve insanı hayrete düşürecek boyutlara geldiğini hepimiz görüyoruz. Planlanan çalışmalar gerçekleşirse insanların artık sanki bir uçak yolculuğu gibi uzay seyahatlerine çıkması hatta uzayda tatil yapması gibi olaylar imkansızlıktan çıktı, gerçekleşebileceği fikri insanın tüylerini ürperten boyutlara geliyor. Özellikle günümüzde özel şirketler için inanılmaz bir alan ve inanılmaz sermaye payları uzay çalışmalarına aktarılıyor. Bunun için en iyi örnek olarak SpaceX’i gösterebiliriz. Bu projelerin yanı sıra Amerika’nın Mars’a ulaşma ve silahlandırma planları önümüzdeki yıllarda dünya için büyük bir tehlike olarak görülüyor. Hepsinin yanı sıra gelişen bu uzay çağında son zamanlarda gerçekleşen uzay programları ve canlı yayınları izlenme oranlarında dünyada %70’lik büyük bir artış gözlemleniyor. Ülkemizin de son zamanlarda ilgi alakasını uzay çalışmalarına çevirmesi geç de olsa umut verici. Muhakkak Paşa’nınİstikbal Göklerdedir!” sözüyle ifade ettiği göklerin bir hududu yoktur. Tüm yollar bilimle aydınlanır. Dünyanın bütün ülkelerinde yapılan uzay çalışmalarının silahlanma değil de dünya barışına katkı sağlamak için yapıldığı günleri görmek dileğiyle.

 

 

 

sezer özçelik