Sabuncuoğlu’nun hayatı ve farmakoloji bilimine katkılarını derinlemesine ele alan, kapsamlı bir metin.


 

Şerefettin Sabuncuoğlu, Amasya’da 1382 yılında doğmuştur. 1465(M) 870(H) yılında Cerrāḥiyyetü’l-Ḫāniyye eserine yazmıştır. Yine 1468(M) 873(H) yılında Mücerreb-name’yi yazmıştır. Taşrada bir hekim olmasından dolayı Akşemseddin(1390-1459), Ahi Çelebi(1436-1524) ve diğer saray hekimlerine kıyasla layık olduğu yeri bulamamış, diğer saray hekimleri gibi şöhretkar olamamıştır.Aslında Şerefettin Sabuncuoğlu’nun hekimlik mesleği adeta aileden gelen bir miras mesleğidir. Geriye doğru gittiğimizde ailenin çoğu ya hekimlik ya da tıp konusunda bilgin kişiler gelir.

 

Amasya Tarihi yazarı Hüseyin Hüsameddin, dedesinin imzasını İlyas İbni Şaban olarak görmüştür. Şerefeddin’in ailesinde yetişen başka hekimlerde vardır.

 

Şerefettin dönemi itibariyle ilk ya da ortaokul eğitimi aldığı düşünülüyor. Bu konu hakkında akademik net bir bilgi yoktur. Öngörülmekte olan 17 yaşından itibaren medrese eğitimi alıp usta-çırak ilişkisiyle mesleği öğrenmek için ilk adımları atmıştır.

 

Onun hocası Hekim Reşiddüddin Lokman Harezmî’dir ve kendisi aynı zamanda Amasya Darüşşifasının ilk hekimidir. Bütün bunlara dayanarak, Şerefettin’in eğitim çağında Burhaneddin Ahmed İbn-i el Nahcivanî’den tıp öğrendiği ileri sürülebilir.

 

Şerefettin Sabuncuoğlu hem tıbbi çalışmaları olarak hem de yazmış olduğu eserlerde hak ettiği önemi edinememiştir. Buna örnek olarak 1505 tarihinde İbrahim bin Abdullah Mücerrabname’den aldığı alıntı olsa da Sabuncuoğlu’nun yazmış olduğu Mücerebname(1468) ancak 5 asır sonra İkdam gazetesinde 1920’de bahsedilmiştir. Sabuncuoğlu’nun en önemli özelliklerinden biri de kendi devrinde eserlerine Türkçe yazması olmuştur. Kullanmış olduğu dil akıcı olup günümüzde dahi anlaşılabilmektedir.

 

 

-Şerefeddin Türkçeyi iyi bilen ve kullanan bir yazardır.

Yazmış olduğu üç bilimsel eser, döneminde yazılan ve konuşulan Türkçe ile kaleme alınmıştır.Arapçaya ve Farsçayı bildiği halde Türkçe yazması, bu dillerden bilerek ve isteyerek ayrılması ve eserlerinin kolayca anlaşabilmesi için yaşayan halk dilini kullanması bugün bile özlenen bir durumdur. Cerrāḥiyyetü’l-Ḫāniyye’nin önsözünde:

“…bu kitabı Türki yazdum. Türki yazduğum sol ecilden oldu kim Kavm-i Rum Turki dilin söylerler…ohuyanları dahı Türki kitablar ohurlar…”demektir.

 

  1. Bayezid döneminde Mora Seferi sırasında Modon kalesinde Çindar isimli bir kitap bulunur. Bu kitap, Cerrah İbrahim bin Abdullah tarafından Türkçe’ye “Ala im-i Cerrahin” adıyla çevrilmiştir. Cerrah İbrahim çeviri esnasında dönemin hekimleri, hocaları, tıp âlimlerinin eserlerinden alıntılar yaparak, eseri zenginleştirmiştir. Alıntı yaptığı kişiler arasında Şerefettin Sabuncuoğlu’da bulunmaktadır. Bu da dönemi için ne kadar büyük bir tıp uzmanı olduğunun göstergesidir. Dönemin birçok tıp âlimi Sabuncuoğlu’nun yöntemlerine atıfta bulunup övgüyle bahsetmişlerdir. Sabuncuoğlu dönemin klasik tıbbi yöntemlerini uygulaması ve yeni metot, araçlar oluşturması yenilikçi bir kişi olduğu göstermektedir. Şerefettin Sabuncuoğlu’nun önemli özelliklerinden biri de tıpkı bugünkü tıp metodu gibi hayvanların denek olarak kullanmasıydı. Eğer ki uygulaması gereken deney protokolü insan üzerinde kritik derecede önemliyse kendisini denek olarak kullanırdı. Öncelikle her zehrin bir panzehiri vardır. Bu panzehiri üretmek için çeşitli macunlar, fülfül(karabiber), baharatlar, afyon ve şifalı bitkiler karıştırılır. Bunların tepkimesi çıkan karışım panzehir olurdu. Panzehir, zehre karşı etkili olup olmadığını denek içerek anlıyordu. Buda Sabuncuoğlu’nun kendi yapmış olduğu tedavi yöntemlerine ne kadar güvendiğini göstermektedir. Elde ettiği sonuçları rapor ederek eserlerinde aktarmaktadır.

 

Hayatının tamamını hastaları sağlık ve sıhhate kavuşturmak, bu alanda öğrenci yetiştirmek, yine bu alanda tecrübelerini gelecek nesillere aktarabilmek için eser yazmakla geçmiştir.

-Şerefettin iyi bir klinisyendir

Eserlerinde tedavi metotlarını en ince ayrıntılarına kadar vermesi, cerrahi teknikleri çok açık bir dille, herkesin anlayacağı şekilde açıklaması, hatta bunu bile yetersiz bulup açıklamaları resimlerle takviye etmesi ve Amasya Darüşşifasında ondört yıl hekimlik yapması onun bu niteliğinin kanıtlarıdır. Şerefeddin aynı titizliği, ilaç hazırlama sırasında da göstermiştir. Sadece okumakla cerrahi müdahale yapılmayacağını, yapmak isteyenlerin bunları görmeleri, hatta önce uzman nezaretinde öğrenmeleri gerektiğini söyler. Tavsiye edilen ilaç veya metodun fenalığını görünce derhal reddedilmelidir der. Rivayetlere dayanarak iş görmeyi şiddetle reddeder. Onun tecrübeli insanlara güveni vardır, cahil hekimlerden daima şikayet eder.

 

Sadece Amasya da değil, Anadolu’nun en ücra yerlerinden dâhil Sabuncuoğlun’a tedavi olmaya gelen kişiler olmuştur. Bu bilgiyi yazdığı eserlerden analiz etmekteyiz. Sabuncuoğlu’nun öğrencilere önerdiği Antik Yunan tıp hekimlerinden başlıcalar;

  • Hipokrat
  • Bergamalı Balinos
  • Dioscorides

Sabuncuoğlu’nun Şerefettinin yazmış olduğu 2 bilimsel tıpsal cerrahi, ilaç kitabı ve 4 tane tercüme ettiği kitabı vardır.

 

 

1. Cerrāḥiyyetü’l-Ḫāniyye: Kitabın 3 asli örneği bulunmaktadır. Biri İstanbul Fatih Millet Kütüphanesi’nde diğeri ise Paris Bibliotheque National’da dır. Kitabın en önem teşkil eden hususu mevcut dönemde hekimlerin cerrahiden kaçınırken Sabuncuoğlu’nun cerrahi metotlar kullanmakla kalmayıp, yeni metotlar oluşturması ve minyatür şeklinde çizerek zenginleştirmesi eserin değerine değer katmıştır. Ayrıca bunları Türkçe ile yapması eserin zenginliğine zenginlik katmıştır.

 

Yukarıda belirtildiği üzere cerrahi alanda çok başarılı bir kitap olduğunun bir başka göstergesi de;

  • Çizmiş olduğu minyatürlerde hastanın ve doktorun mimikleri, gözleri ve yüz hatlarıyla nasıl bir psikoloji içerisinde olduğu anlaşılmaktadır.(Sağdaki fotoğrafta görüldüğü gibi.)
  • Ayrıca çizmiş olduğu bu minyatürlerde cerrahinin nasıl yapılacağını tabiri caizse püf noktalarını göstermiştir.

 

Kitapta 3 Bab (giriş, kısım) mevcuttur.

1 Bab: 54 tedavi, 7 alet ve 4 insizyon(cerrahi kesi), dağlama anlatılır.

2 Bab: 58 tedavi, 131 alet ve 10 insizyon ile dikiş ve diğer tedavilerden bahsedilir.

3 Bab: 24 tedavi, 11 alet, kırık ve çıkık tedavisi anlatılır.

 

2.Mücerrebname: Sabuncuoğlu’nun ölmeden önce yazdığı son eseridir. Kitabın önsözünde, Amasyalı hekimlerin isteği üzerine yazdığını söyler. 1920 İkdam gazetesinde tanıtılır. Fakat 1920’ye kadar gerçek manada bir tanıtım olduğunu söylemek zordur. Eser 7 bölümden oluşur. Bazı iddialara göre eserin Sabuncuoğlu’nun öğrencisi Muhyiddin Mehi’ye ait olduğu söylenmektedir.

  • İnsanlar ve hayvanlar(özellikle horozlar) üzerinde denenmiş, tıbbi metotları konu alır.
  • Zehirlere karşı panzehirleri konu alır, yapılışlarını aktarır.

 

3.Akrabadin Tercümesi: II. Bayezid’in valiliği döneminde hazırlamış, çeviri eseridir. Orijinal çeviride 31 bab vardır. Sabuncuoğlu Şerefettin buna 2 bab daha ekleyerek, kitabın bab sayısı 33’e çıkmıştır. Kitap içerik olarak şifalı ilaçlarının nasıl hazırlanacağı usulleriyle birlikte anlatıyor.

 

4.Müfid:  Sabuncuoğlu iyi bir sentezci olmasıyla eserin bizzat kendi yazdığı analizleri olmakla birlikte öğrencilerden Muhyiddin Mehyi tarafından yazıldığı da iddia edilmektedir.

 

5.Halimi’nin Manzum Eseri: Diğer eserlerine nazaran tek Farsça yazdığı eserdir. Bir otografi eseridir.

 

Fütüvvetnâme: Eserin Sabuncuoğlun’a ait olup olmadığı akademik tartışma konusudur. Eser yeniden incelenmeli ve yeni bir analizin yapılıp. Eserin kime ait olduğu tespit edilmelidir. Fütüvvetnâme eserinde genel olarak İslam Teolojisi ve Yaratılış Teorisine benzer konular yer almaktadır. Bunun yanı sıra tıbbı konularda geniş bir yer verilmiştir.

 

AMASYA DARÜŞŞİFASI


 

Amasya Darüşşifası 1305 yılında kurulmuştur. Geleneksel Selçuklu Medrese sistemine göre inşa edilmiştir. 1312 yılında yazılmaya başlanan Darüşşifa’nın vakfiyesi kaybolmuştur. Amasya Osmanlı Devleti’nin egemenliğine geçtikten sonra Darüşşifa’ya halk “Tımarhane, Bimarhane ve Şifahane” demeye başlamıştır. 1804 yılına kadar Darüşşifahane geleneksel tıp yöntemleriyle varlığını sürdürmüştür.

 

 

CERRAHİYYTTÜ’L-HANİYYE


 

Sabuncuoğlu Şerefetti’nin 1465 yılında yazdığı bu eser teşkil eden hususu mevcut dönemde hekimlerin cerrahiden kaçınırken Şerefetti’nin cerrahi metotlar kullanmakla kalmayıp, yeni metotlar oluşturması ve minyatür şeklinde çizerek zenginleştirmesi eserin değerine değer katmıştır. Ayrıca bunları Türkçe ile yapması eserin zenginliğine zenginlik katmıştır. Bilindiği kadarıyla Osmanlı İmparatorluğu döneminde ilk ve tek resimli cerrahi kitabıdır.  Eserde onlarca dağlama yöntemi başlıca;

 

  1. Kronik baş ağrılarında dağlama
  2. Kronik migren’de dağlama
  3. Yüz felci dağlama
  4. Depresyon’da dağlama
  5. Mide hastalığına dağlama
  6. Ptosis’de(sarkma, organın aşağıya kayması) dağlama
  7. Ayakta ödemin dağlama
  8. Kalça çıkığına dağlama
  9. Dalak hastalığına dağlama
  10. Akciğer hastalığına dağlama
  11. Kanserde dağlama
  12. Absede dağlama

 

Cerrāḥiyyetü’l-Ḫāniyye kitabının günümüz Türkçesi ile sadeleşmiş önsözünün bir kısmı

Bismillahirrahmanirrahim ve bihi Neste’in

Sonsuz şükür, sayısız övgü: samed sıfatı, doğmamış-doğurmamış olan hiç kimsenin kendisine denk olmadığı, tek varlık olan Yüce Allah’a olsun ki O, bütün kâinatı, insan ve cinleri ol emriyle yokluk çölünden meydana getirdiği yeryüzünde çok çeşit bitki bitirdi ve insana akıl ve idrak verip onu her bitkinin özelliklerini vakıf yaptı.

Türkçe yazmamın sebebi ise Anadolu halkının Türkçe konuşması dönemin cerrahlarının çoğunun okuma yazma bilmemeleri, okuma yazma bilenlerin de Türkçe kitaplar okumalarıdır. Bu kitabı inceleyenlerin bir çok problemleri çözülür, her işin aslını bilir ve kendilerini yanlıştan uzak tutarak beladan kurtulur.

Bölümlere indeks(içindekiler) yaptım. “Teşrih”(Resimsiz anlattım) yerine “Tasviri”(Resimli anlatım) getirdim. Hocanın(hekimlik-cerrah) durumunu, aletin şeklini ve hastanın tasvir edip kimi yerde(resimli) yazmak gerekti yazdım, kimi yerde yazmak (resim) önemli değildi yazmadım (resimlemedim). Her alt başlık için el işini enine-boyuna net bir şekilde açıkladım ki öğrencilere(okuması) daha kolay ve daha faydalı olsun.

 

Kitabın içinde acil durumlar için hazırlanması gerekilen merhemler ve ilaçlara yer verilmiştir. Merhemlerin başlıcalar;

  • Merhem-i Musri: Yapılışı: (7) dirhem sirke, (8) dirhem bal alınır. Balla sirke koyulaşıncaya kadar kaynatılır. Sonra (2) dirhem zencar iyice yumuşak dövülüp kıvama gelen balla oluncaya kadar karıştırılır.
  • Merhem-i Ruba-i: Ki bu kitabın içinde cerahat ilaçların tedavisi bölümünde yer verilmiştir. Yapılışı: Revak, çam sakızı, zift, kir(?) ve böbrek yağı, her birinden (1)’er cüz alınır, zeytin yağı içinde azaldıkça kaynatılır. Merhem oluncaya kadar kaynatılır.
  • Merhem-i Sabr: Tüm cerahatleri bitirir, denenmiştir. Yapılışı: Sabr, uşak, mastaki, ak mum, anzerut, car-hut, günlük, çam sakızı, zift, hepsinden eşit miktarda alınır, gerektiğini kadar zeytin yağı ile eritilip merhem yapılır.
  • Zamad: Cerrahatin ağrısını dindirir, havass’ını yok eder. Yapılışı: Baş soğan alınır, bıçak çırpılır, sığrının sarı yağı ile soğan pişinceye kadar kavrulur. Sonra biraz savı varıcak biraz gül, biraz yumurta sarısı karıştırılıp(eski)pamukla yaraya konulur.
  • Sıfat-ı Lazuk: Kalp damarlarından damar kesilirse, su içilir dövülür. Yumurta akı ile karıştırılıp tavşan tüyü ile bulaştırılıp cerahatin üzerine konarak sıkıca bağlanır, on gün bırakılır, sonra yavaş yavaş açılır. Eğer kan dinmişse(damar kapanmışsa, bağlanmışsa) yara açılır. Eğer dinmemişse üzerine tekrar lazuk konup tekrar bağlanır. Birkaç günde bir teker açılır.

 

Kitabında cerahhi müdahelerin hangi aletlerle nasıl bir şekilde yapılacağını çizmesi çok önemli bir ayrıcalıktır. Cerrāḥiyyetü’l-Ḫāniyye kitabını yazarken üstat diye hitap ettiği cerrahinin babası olarak anılan Endülüslü ünlü hekim El Zehrevi’den birçok kez alıntı yapmıştır.

 

MÜCREREBNAME


Kelime anlamı olarak sınanmış, uygulanmış, tecrübe edilmiş demektir. Sabuncuoğlu denemiş olduğu tıbbi yöntemleri ve ilaçları Mücerrebname eserinde toplamıştır. Mücerrebname bir anatomi kitabı değerindedir. Ve farmakolojik olarak çok önemli formül kitabıdır. Anatomi konusunda Yunanlılar çok öndeydi. Birçok Yunan hekim anatomiye büyük katkılarda bulunmuştur. Bunlara başlıca örnekler;

 

  1. Homeros(M.Ö 900)
  2. Hesiodos(M.Ö 650)
  3. Empedokles(M.Ö 480)
  4. Hippokrat(M.Ö 460-375)

 

Zamanla Antik Mısır Medeniyeti ve İslam Medeniyeti bu alanda tıp âlimleri çıkartmıştır. M.S 1. Yüzyılda Bergamalı Galenos’un çalışmaları anatomi ve fizyoloji’nin temellerini oluşturmuştur.

 

131 yılında Bergama’da doğan Claudius Galenos’un küçük yaşlarda bile deneye merakı vardı. Mimar olan nanasının çiftiğinde Louis Pasteur(1822-1895)’den 20 asır önce ateş sıcaklığında şarabın yıllandırılması deneylerini yapmıştı. 13 yaşında iken 3 kitap yazmış, Hipokrat’ı da aşarak disseksiyon deneyleri yapmış; vücut ve organların işlevini anlama hakkında mükemmel yöntemler geliştirmişti. Canlı arterlerini açarak, içinde hava değil kan dolaştığını belirlemiş; yine canlı hayvanların üretrasını bağlayarak, idrarın böbrekten geldiğini belirlenmiş, corda spinalisleri farklı seviyelerden ayırarak meydana gelen parazitleri(felç) izlemiştir.

 

Galen’in bir özelliği de, çalışmalarını karıncaları, sivrisinekler, bit ve diğer küçük hayvanlara hiçbir zaman yapmamış olmasıdır. Diseksiyon yaptığı hayvanların listesi, çoğu üzerinde çalışması zor olan maymunlar, atlar, köpekler, kurtlar, ayılar, yılanlar, arslanlar, koyunlar, develer, inekler, vaşaklar, geyikler, sansarlar, fareler, değişik cinsteki kuş ve balıklar ve filler olmuştur. Kemikleri kalmış kadavralar dışında insan vücuduna hiçbir zaman disseksiyon yapmamıştır. Elinde her zaman “çok sayıda maymun kemiği” bulunduruyordu. Anlattığına göre, bunları elde etmenin en iyi yolu maymunları nemli toprağa gömmektir. Galen’in laboratuarı herhalde iskeletler ve seçilmiş disseksiyon örnekleriyle dekore edilmişti.

 

12. Yüzyıldan itibaren Anadolu Tıbbının gelişmesindeki faktörlerden biri İslam hekimlerinin ve cerrahlarının eserlerini kendi devirlerinde iyi sentezlemesiydi.

 

Türk hekimlerinin klinik tıp alanında klasik tıp kitaplarının sıradan bir izleyicisi olamayıp, bunları kendi gözlem ve deneyimleriyle irdelediklerini ve sonra yazıya geçirdiklerini iddia edebiliriz.

 

 

İnsanoğlu ilk çağlardan itibaren zehirlenmelerden korkuyordu. Her türlü ısırılmalarda zehirlenme damgası vurulurdu. İnsanlar bu zehirlere karşı hep panzehir aramışlardır. İlk çağlarda vücudun tamamını kalbin yönettiği düşünülüyordu.

 

Bir domuza viviseksiyon yapıyordu. Boyun bölgesindeki sinirlerin soluma etkisi olup olmadığını bulmak için teker teker kesiyor, domuz ümitsizce sesler çıkarıp bağırıyordu. Galen günümüzde “rekürrent laringeal” veya “inferior laringeal” veya “inferior laringeal” sinir olarak bilinen iki sinirden birini kesti ve hayvanın ses çıkarması birdenbire durdu. Deneyi köpek, keçi ve diğer hayvanlarda tekrarlandı, sonuç hep aynı idi. Rekürrent laringel sinir ses siniri idi. Bu devrim yaratan bir deneydi ve bunun kanıtlandığı başka bir şey de beynin yönetici durumda olması idi.

 

Bundan önce Aristo’nun teorisi olan her şeyin kalpte olduğu ve vücudun oradan yönetildiği fikri tıpta etkisini kaybetmiştir. Ve şu sözler fizyolojinin doğuşu olmuştur. “İnsanoğlunun kutsal yaratanının bir kutsal destanı” 8. Yüzyıldan itibaren İslam Bilim Medeniyeti önceki bilim medeniyetlerinin eserlerini sentezleyip yeni bir bilim felsefesi meşalesini yakmıştır.

 

Mücerrebname kitabından bazı droglar(ecza);

 

  1. Tezek Yuvalayan Kır Böceği (Tesbih Böceği, Mayıs Böceği) :Kulak ağrısı ve ağırlığına( sağırlık) karşı döğülüp ılık olarak kulağa damlatılır.
  2. Güvercin Zebeli : Sirkede pişmiş incirlere birlikte döğülerek beze sürülüp yakı olarak tuhal(dalak) üzerine uygulanır.
  3. Kiremit Unu veya Tozu: Burun kanamalarında bal ve diğer droglara birlikte karıştırılıp saçsız baş derisine tatbik edilir. Ayrıca tezek külüyle beraber anal fissürlerde ve anüs kanamalarında kanı durdurmak için toz halinde kullanılır.

 

Mücerrebname’deki ilaçların adları

  • Tiryak: Zehirlenmelere karşı kullanılan ilaçlar
  • Macunlar: Hamur kıvamında kullanılmış ilaçlar
  • Kurslar: Tabletler(günümüzde kullanılan haplar
  • Burun Terkipleri: Burun kanamalarında kullanılan ilaçlar
  • Kuturlar: Kulak ilaçları, kulak damlaları
  • Kuhüller: Göz ilaçları

gibi birçok ilaç adları Mücerrebname’de mevcuttur.

 

Son olarak, birkaç öneri sunacak olursak; Sabuncuoğlu Şerefettin ile ilgili daha fazla akademik eser oluşturulabilir. Mezarı ve nerede öldüğü ile ilgili araştırmalar yapılabilir. Sabuncuoğlu’nun günümüz cerrahları ve doktorlara tanıtılması için sempozyumlar, paneller ve konferanslar düzenlenebilir. Cerrāḥiyyetü’l-Ḫāniyye’nin İstanbul Fatih Millet Kütüphanesinde bulunan nüshalar restore edilebilir.  Paris Bibliotheque National’da olduğu gibi her yıl düzenli bakımı yapılabilir. Son olarak herhangi bir tıp fakültelerimizin ismini “Sabuncuoğlu Şerefettin” ismini koyarak ölümsüzleştirebiliriz.

 


 Kaynakça:

SABUNCUOĞLU Şerefettin, UZEL İlter,Cerrāḥiyyetü’l-Ḫāniyye, TTK Basımevi, Ankara, 1992

KÖKSAL Fatih, TÜBAR-XXXVI: Sabuncuoğlu Şerefettin’in Bilinmeyen Bir Eseri, 2014

UZEL İlter, Amasyalı Hekim ve Cerrah Sabuncuoğlu Şerefettin,Amasya Valiliği Kültür yayınları Amasya,  2004

SABUNCUOĞLU Şerefettin ve UZEL İlter, SÜVEREN Kenan,Mücerreb-name, Atatürk Kültür Merkezi, 1999

YILDIRIM, Nuran, “Sabuncuoğlu Şerefeddin”,TDV İslam Ansiklopedisi C.35,(2008)

UZEL, İlter, Amasyalı Hekim ve Cerrah Sabuncuoğlu Şerefeddin(1385-1470), Amasya Valiliği Yayınları,2014