Yazarın kendi içine yaptığı karanlık yolculuğu soru işaretleriyle aydınlattığı bir deneme yazısı.


 

İnsan bilinmezliğe doğru yola çıktı. Kavramsal hatalarından öte, izlenimlerini ve deneyimlerini takip etti. Kararları üzerine bir karar yazması gerekiyordu. Bunun adı talih ve kader kelimesi ile tanımlanabilirdi. Aslına bakarsan kimse kadere inanmazken yalnızca hataları olduğunda kadere sığınırdı. Hakikat, talih ve kader arasında yer alan bir yürüyüşten ibaretti. Bu karanlık gece bu karanlık düş ezgisi yalnızca bir düşünen adama ait olabilir. Düşünen adam yola çıktığında vakit tamamen kum saati döngüsü ile dans ediyordu.

 

— Tat ve koku alamıyorum!

— Hayır, hayır! İstemiyorum. Lütfen beni yalnız bırakın

— Bu talihsiz ellerim nasıl olabilir de kan revan olabilir? Hakikat bu kadar zor mu bulunur? Hakikat geldiği gibi uçtu gitti. Aradım, gözetledim, sorguladım ve çabaladım ama bir sonuca varamadım ne yazık ki.

— Hayır, hayır! İstemiyorum. Ne yaptığımı ve ne yapacağımı bilmiyorum.

— Sana doğru yürüyorum haberin yok, gözlerinde kendi çukurumu arıyorum. denizlere
yansıyan tılsımına aşık olan ben, bir İsmet Özel şiirinde kayboluyorum.

— Kendi gerçekliğimizden öte aradığımız hiçbir gerçek yok. Sakin ve huzursuz bir gölgeyim. Kendi gerçekliğini bile gizleyemeyen bir gölge.

— İnsanlar bana neden bu kadar yok olduğumu soruyorlar. Oysa ben yok olmuyorum. Ben kendi yolculuğumda sevincin anlamını arıyorum. Tarihe dokunmayı, İstanbul’a aşık olmayı ve gözlerindeki bilinmezliğin gölgesini aramaktayım.

 

— Yolun adı nedir?

— Gerçek. Tüm soru işaretlerine inatla savaşabilecek bir yiğit bir kahramandır gerçek. Gerçek, bir şiir değildir. Düz yazı ya da deneme hiç değildir. Gerçek yalnızca karanlıkta mum ışığı aramaktır. Gözlerimi kapatsam seni görebilecek miyim? Kulaklarımı tıkadığımda duyabilecek miyim?

—Gözlerini kapattığında göz perdelerinde aralanan hayal dünyasına tanık olmalısın.
Hayaller kırılmak için vardır.

— Ben sizlerden farklıyım. Ben hepinizden farklıyım. Ben Tanrı’nın bana kucak açtığı bir hakikat parçası ve göz kapaklarımın önünde sergilenen hayallerimin tılsımıyım. Sizlerden bir farkım var ki kalplerimiz ayrı atsın. Sizlerden bir farkım var ki bu buz kesen odada ben ısınayım. Sizler ateşin alev ile dans ediş fiili içerisinde bile ısınamazken ben bir kibrit çakışında çıkan ateşte kavrulurum. Kavrulurum. Çünkü, gerçekle savaşabilecek yüreğe sahibim. İlaçlar, maddeler, şiirler, fahişeler ve mesihler. Tüm farklılıklarına rağmen bana itaat etmeyi öğrenebildiler. öğrenebildiler bir masada toplanmayı ve sadakat duygusunun ne denli kavurucu olabileceğini.

— Ben yine uyanıyorum ve yine aşık oluyorum bu halüsinasyon. Ben rüyalarımda ve hayallerimde kahramanım. Sizin adaletiniz, mevduatlarınız ve kişisel savaşlarınız arasında değilim. Sizlerden uzaktayım ve aciz yüzlerinize yukarıdan tükürüyorum.

— İstifa ediyorum, veda ediyorum. Ben halüsinasyonlarıma kavuşmak istiyorum. Günahlarımın bakireliğinde sokaklara koşmak istiyorum. Ben gökyüzüne ve şiirlerime ait olmak istiyorum. Değişimdir bu halüsilasyonun adı, değişim çekicidir. Değişim, cesaret ister. değişim aşk ile bakmayı bilmek ister. Değişim, yarın sabahın planlarına bir devrim yapmaktır. Değişim, bir Rus kontesin beline sarılmak kadar haz verici ve gizemlidir.

— İlk defa onu Taksim’de gördüm. Gözlerinin maviliğinde saflık, saçlarının rüzgar ile dalgalanışında bir matem. Sordum ona kimsin sen? Gerçeklikten öte bir hayalim dedi. Belinin çevresinde bir şiir yazıyordu. Okutmaya izin vermedi. Bilmediğim ve daha önce görmediğim bir dil. Sordum ona bana tarif et bu dilin coğrafyasını? Rüya ile gerçek, hakikat ile kader arasında bir coğrafyayı anlattı. Dudaklarının rengini yaşadığı coğrafyanın en özel meyvelerinden aldığı belliydi.

— Öznesi ve yüklemi olmayan bir cümle kadar eksik ve yarımım bugün. Uyandığım her bir güneşin doğuşuna ve batışına selam vermekte zorlanıyorum. Hakikat ile dünya arasında bir çizgide yürümekteyim. Tutunabileceğim bir dil arıyorum, aradığım her çaba içerisinde cevapsız kalıyorum. Sorduğum sorulara cevapsız kalıyor. Okyanusun ortasında hiç bilmediğim bir ada parçasında uyanıyorum. Hüzünlü bir pencere, yağmurlu bir hava ve daha fazlası adına tükenen kelimeler. Bu sokaklardan bir başka Güner geçmemiştir. Bu şehir hatları vapurunda bir başka kimse, hiç bu kadar şiir yazamamıştır.

— Bir süredir rüyalarda, okyanus kenarlarında yürüdüğümü ve bilinmezliğin adım atmış olduğu adımları takip ettiğimi görmekteyim. Kimim ben? Nereye doğru evriliyorum. Yanlış hatalara doğru, kucak mı açıyorum? İnsan her zaman temkinli olmak zorunda mıdır? Kimim ben? Nereye doğru devriliyorum. Sandalım artık su alıyor, yelkenlerimin dikişleri eskisi kadar sağlam değil. Uzaklarda bir el görüyorum. Bilinmezliğin ürpertileri içerisinde ona doğru koşmak istiyorum. Lakin kafamı arkaya doğru çevirdiğimde hatıralımın izlerinin bana doğru baktıklarını görüyorum. Tevazusuz bir yanılsama bunun adı. Halüsinasyonların en tutkulusu. Ruhun bedenden uçup gitmesi. Ruhun felsefeye ve ona ait olan tüm ruhani parçacıklara ait oluşu bunun adı. Saatler beni takip ederken, dakikaların ilerleyişi bir çöl kuraklığını aratmaktadır.

— Adını bile hatırlamadığımız bu sokaklardan yürürken, kaldırım taşlarında duran hatıralarımızın bizlere bakış atması bir şiddetin başlangıcından ibaret. Şiddet doğurganlık gösteren ve kuşaklar arasında geçiş özelliği bulunan bir olgu. O halde insan doğuştan bu özellikleri ile dünyaya geldiğinin farkına ne zaman varır? Zayıf karşısında gücün, kuvvetin geçerli olduğunu fark ettiğinde. Bu iki çatışma arasında da ortaya merhamet kavramı çıkmaktadır. Merhamet, gücün güçsüze hüküm sürdüğü savaşta meydana gelmez, yanlış anlaşılmasın. Merhamet, güçlünün güçsüz duruma düştüğü anlarda ortaya çıkmaktadır. Ne kadar kolaydır ki! Zayıf insana vurmak. Zayıf insana vururken haz almak. Ne korkakçadır. Ama bir o kadar da kahramancadır vuran tarafından. Şiddet paylaştıkça çoğalır. Şiddet zincirleme sıfat tamlamasından farksızdır.

— Bir ur düşünün, her gün sizi biraz daha kemiren. Vücudunuzun her hücresini ağır ağır yok etmekte olan. Bunun adı bir hastalık değil. Bu bir sıfata tabi değil. Görünmez, bilinmez yok olan bir terim. Hikmeti aradığımız bu yolculukta düşmanlarımız birer kene.

 

Fikirlerimizi, duygularımızı ve hakikat gerçeğinden uzaklaşmamızı istiyorlar. Hiç bir döneminde müziklerin tonu bu kadar sonsuzca, şiirler bu denli hüzünlü gelmemişti. Geri
dönüşü olmayan bir çıkmaz sokakta soru işaretleriyle çizilen tabelaların olduğu yol
ayrımındayım. Hangi yöne inanacağımı ve hangi yöne doğru döneceğimi bilmiyorum.
Hiç bir zamanda bilemedim ben. Hiç bir zamanda inanamadım. Ama hep hissettim.
Hislerimle yola çıkarak hareket ettim.

 

— Bana verilen tüm armağanlara, tüm öpücüklere ve tüm sevgiye rağmen ben bir hayal kırıklığıyım. Hayal kırıklığıyım. Çünkü, kim ki bedenime yakın temas halinde varlığını hissettirir onun canı hiç olmadığı kadar cehennem ateşiyle yanmaktadır. Kalpler kırılmakta, dudaklar kendi varlığına küsmektedir. Çünkü bu hastalıklı bir deliliktir. Bu delilik yalnızca kendini değil etrafında kim varsa onları da hapsetmektedir. Artık geri dönüşü yok. Çare belli. Edebiyattan başka sığınabileceğimiz bir liman, bir çukur maalesef yok. Ebedi edebiyatın saf güzelliği dudaklarımı esir alsın. Hakikat suyu bedenimi kutsasın.

— Yol gözüktü! Başka çare yok. İnsan hisseden ve duygularına teslim olabilen bir varlık. Kimileri buna pes etmek diyecektir bilirim. Ama bu yalnızca varlığınızın kurtuluş emanetini teslim etmekten başka bir şey değildir. Ben aşık oldum. Ben şiirlerimi karaladım. Ben saf sevgi suyunun orgazmına dokundum. Müziğin notasını, kalemin bakir kelimelerini dinledim. Oysa siz gözleri kör, kulaklar sağır varlıklara defalarca yalvardım. Gözlerinizin göz bebeklerine teslim olmanızı, hakikat yolculuğundaki varlığınıza ait bir düş parçası görmenizi ve bedeninizi teslim etmemeniz hakkında nutuklar ilettim. Oysa sizler hiç nutuk okumazsınız. Nutuğun ötesinde kendi gerçekliğinizi bile okuyamazsınız. Böyle olsun istemezdim. Ne yazık! İnsanoğlu, Habil ve Kabil’den bile önce bu devranda yol almıştır.

— Bir Ahmet Kaya parçasında kitapları yırtmaya başladım. Bir Ahmet Arif dizesinde ise şiirlerimi kavurucu alevlerin içerisine gönderdim. sorarım sizlere insana ait izler nasıl da olur ortadan kolayca kalkabilir? Bir vefat haberinden sonra bir çift ayakkabıyı kapıya koymak sevginin karşılığında yeterli midir? Eşyaların anlamsızlığı ve eşyalara tanımlayan o insan kokusu.. Kolay mıdır silmek bir çırpıda. En azından ben silemedim. Hayatıma giren her bir canlıyı son ana kadar hatırladım. Maddeye dair her bir elementi sakladım. Tarih attım ve isim yazdım.

— Talihsiz bir akşam oluyor yine, kuşların Batı’ya doğru göçtüğü, Doğu’yu terk etmekten
kendini alıkoyamadığı akşam. Herkes Batı’ya göçmek ister. Sen de biraz göçmek istersin, ben de. Ama oysa ki kelam Doğu’da savaşmak ve elamda kalmaktır. Doğu’nun tozlu külliyatları Batı’yı adam etmiştir. Oysa Doğu’nun canlıları bunlardan habersizdir. Bir edebiyat romanından bile haberdar değiller. Titrek bir notaya tahammülleri bile yoktur.

— Ben kendimi tanımıyorum, beni edebiyat öğretmenleri tarif etsin. Ben yolumu okyanusların ortasında bulamıyorum, beni uzak yol kaptanları çağırsın. Hakikat bedenimi kutsarken her dakikanın saniyesinde yalnızlaşıyorum. Madde ve mana arasında çıkan bu savaş, tarihteki hiçbir savaştan daha az kanlı olmamıştır. Kan yazdırır, düş gördürür. Şairler bu gece son geceleri için şiir yazar, dervişler halkı yukarıya çağırır. Çağrıdır bunun adı, herkes ve herkes için eşit bir çağrıdır. İki yüzlü insanların kapsam dışında bırakılmadığı bir çağrı.

 

Topraktan ve Çamurdan yaratıldın sen Ey Adem!
Kurtuluşun yok,
İlk günahını işledin sudan elini çekerek,
Ey Tabip!
Beni kendimden kurtar,
Son sigaramı, cigarama böldüm
Yırtıp attım Ana rahmini,
Deccal’e kucakaçtım bu gece
Birazolsun sevmesi adını,
Ay bile Dolunay’a kucak açtı da
Meleklerin bana hala ulaşmadı
Nerdesin Ey Tabip!
Defterler tüketildi
Melekler Dünya’yı terk etti,
Bakire kitapların sayfaları kan oldu,
Tüm ruhum sana hasret
Gel kurtar Tabip!

 

kaan güner

 

“M. Auguste Rodin” by Edward Steichen