Eğitimin amacı, hedefi nedir?
Şimdi hangi eğitim? Eğitim var, eğitim var… İnsanla ilgili olarak düşündüğüm şey, bir defa insanın alacağı birkaç türlü eğitim var, diye düşünüyorum. Hayatta kalmak için yapması gereken bir şeyler var. İsterseniz buna meslek eğitimi diyelim, neticede öğretecek bir şeyler değil mi? İnsana hayatta kalmak için gerekli becerileri kazandıracak bir eğitime ihtiyaç var. Yani o ister bilgisayar kullanmak olsun, marangozsa ister hızar kullanmak olsun, terzi ise dikiş dikmek olsun… Böyle bir eğitim var. İkinci bir eğitim de var: İnsanı toplumsal bir varlık olarak, bir toplum içinde uyumlu bir varlık haline getirmek de bir eğitimdir. İnsanı – deyim yerindeyse toplum içinde yaşamak için yaratılmış insanı- ve toplum içinde yaşadığı takdirde birtakım inkişaflarını elde eden, potansiyellerini geliştiren -Aristoteles de böyle düşünür- yani insanı, toplumsal olarak yaşayabilir bir varlık haline getirebilmeliyiz. Şimdi diyeceksiniz ki bu kadar basit bir şey mi bu? Elbette o kadar basit bir şey değil. Bizim bir toplumsal bir eğitimimiz var mı? Mesela, trafiğinize bakın, böyle bir eğitiminiz var mı? Bu örneği genişletin. Toplumsal eğitimimiz de yok bizim. Ve insan ilişkilerimize de bakın bizim, şiddete dayalı bir ilişki tarzımız yok mu? Futbol maçlarına bakın. Demek ki ruhsal/medeni eğitimi denen bir şey de var. Fiziksel beden eğitimi de var, biz sadece ruhtan meydana gelmiyoruz. Bizim bir vücudumuz var, onun çalışması gerekli, sağlımız önemli… Yavaş yavaş bunları sayıyorum; fiziksel eğitim, teknik eğitim, profesyonel eğitim vs…
Ama en önemlisi tabi, zihin eğitimi. Eğer insan, esas itibariyle, zihinden ibaretse veya insanın mümeyyiz/ayırıcı vasfı zihin ve akılsa, insanın aklını doğru kullanacak bir şekilde eğitmemiz lazım. İnsanın aklı doğru şekilde kullanma eğitimi var mı? Vardır elbette. Bütün modern milli eğitim bakanlıkları -en azından modern olanları- bu amaca yöneliktir. Bu ahlaki eğitimi de içine alır mı? Alır. Zihin eğitimini alınca ahlakı da içine alırsınız. “E canım, ahlak eğitimin zihin eğitimiyle hiç ilgisi yoktur.” Sen öyle zannet, ben öyle zannetmem. Çocuklara ahlak eğitimi veririz. Babaları olarak şunu yap veya yapma deriz, tavsiyelerde bulunuruz. Güzel anekdotlar anlatırız. İslam alimleri, sufileri ve bilginlerinin hayatlarını anlatırız. Bu bir yöntem mi? Bu yöntemin başarılı olduğunu görüyor musunuz? Ahlak da bir eğitimdir. Ahlak eğitiminin de temelinde zihin eğitimi vardır.
Sanat eğitimi…. Söylememe gerek yok. Sanat eğitimi derken, insanların sanat yeteneklerin geliştirmekten başka bir şey bahsediyorum. O da özel bir eğitim muhakkak. Sanattan, sanat eserlerin zevk alma, sanat algısının geliştirilmesi, hayatın veya tanrının insana bahşettiği güzel ve yüce şeylerden hoşlanma duygusunun geliştirilmesinden bahsediyorum. Bunlar o kadar basit şeyler değil. Ben klasik müzikten hoşlanmazdım ama şu anda çok hoşlanıyorum. Demek ki bir eğitim meselesi. Şiir eğitimi, edebiyat eğitimi diye bir şey yok mu? Var. Edebiyat eğitimi için öncelikle kelimeleri öğrenmek lazım. Şimdi televizyonda söylendiğine göre bin kişiden bir kişi, günde bir dakika kitap okuyor. Anladınız mı ne demek istediğimi? Şimdi burada bir eğitim var mı? Bu adamın zihin dünyasının, kelimelerden meydana gelen kurgu dünyasının, hayal gücünün gelişmesine, bunlardan doğan olaylar, entrikler ve kişileri, ahlaki ve yüce duyguları anlamasına imkân var mı?
Sonuca geçiyorum. Bence insanın esas ve temel eğitimi zihin eğitimidir çünkü biz insanız. Akıl eğitimidir, istersen felsefe eğitimidir, öyle çok teknik bir şey söylemiyorum. Bunun içerisine de çeşit çeşit, öbek öbek eğitim girer; Duygu eğitimi, ahlak eğitimi, meslek eğitimi, sanat eğitimi, algı eğitimi girer. Bunların da yolları belli. Dünya bunu yapıyor zaten. Bunu yaptığı için bizden çok daha zengin yaşayan topluluklar var. Bir de biz varız ve bize benzeyen topluluklar var. Zengin yaşamak diye bir şey var değil mi? Yani başka insanları tanımak, duygularını anlamak, empati, sempati … İşte bunların hepsi phatos ile ilgili. Yani ne demek istiyorum? Duyarlılıkla ilgili. Dünyaya, hayvana, güzelliğe duyarlı olmak… Görüyorsunuz işte var mı?
Eğitimin amacı bu. İlla herkesi felsefeci yapmayalım ama ne demiştik, felsefe yapmak öğrenilebilir. İnsanlar dünyadan zevk almak, anlamak, algılamak, düşünmek, doğru ve tutarlı düşünmek bunlar da öğrenilebilir. Benim kanaatimce eğitim budur. Buna liberal eğitim diyoruz. Yani batıda bunun adı bu. Klasik eğitim de diyebiliriz buna. Ben klasik ve liberal bir eğitimden yana bir adamım. Ama aptal değilim. “Hocam bilgisayar veya teknik eğitim vermeyelim mi?” Gayet tabi vereceksin. Ama verirken, bunları da unutmadan vermen lazım. Herkesin alabileceği kadar. Yani insan olmak bakımından hakkımız olan bir mutluluğa erişecek için eğitim bize lazım. İnsan olmak bakımından elde edebileceğimiz bir duyarlılığa sahip olmamız için o eğitimi vermemiz lazım. Çünkü bu topraklar bunun üzerine kurulu değil. Bu topraklar başka bir şey üzerine, inanma üzerine kurulu. İnanma kötü bir şey değil. İnsanların inanmaya da ihtiyacı var. Ama inanmanın yanında zihin, akıl, entelektüel kavrayışa da ihtiyaç var. Hatta inanmanın inanma olması için bile -belli bir miktar, tam olarak değil- akılsallığa ihtiyaç var. Bununla “İnanç akılsaldır” demek istemiyorum. Bu konuların anlaşılması için bile ihtiyaç var.
Bizim değerimiz, gelenektir. Biz gelenek ile varlığımızı sürdürüyoruz. Oysaki, felsefede -başlangıcında da şimdi de- geleneğe niçin diye karşı çıkma cesareti ve özgürlüğüdür. Neden? Bu kadar basit. Eğer bu soruyu sorduğun zaman, geleneği temsil edenin ona bir cevap vermesi lazım. Geleneği temsil eden, bu soruya da gelenekle cevap veriyorsa toplumun ilerleme şansı yok. Çünkü neden? Böyle gördük. Ama geleneği temsil eden adam buna çünkü deyip; makul ve mantıklı insan tecrübesine dayanan bir gerekçeyle cevap veriyorsa felsefe başlamış demektir. Sokrates’in çok güzel bir sözü var. Yunan dünyasında da felsefeye gerek olmadığını söyleyen insanlar vardı. İçinde biraz da demagoji yok değil ama felsefenin gerekli olmadığını söyleyip ona karşı çıkan insanlara şöyle diyor: “Ya benimle tartışmaz ve felsefenin gerekli olduğunu kabul edersiniz veya felsefenin gerekli olmadığını bana anlatırsınız ama o zaman da felsefe yapmak zorunda kalırsınız.” Felsefe yapmayalım, atalarımızın söylediklerini kabul edelim, geleneğe dayanalım dediğiniz andan itibaren, ben size bu soruyu sorduğum zaman bana bir açıklama yapacaksınız. Mesela “Geleneğin içinde kalalım çünkü gelenek iyidir.” dediğiniz andan itibaren başladı felsefe. Sorarım, “Neden gelenek iyidir? Gelenek, gelenek olma bakımından iyi olabilir mi?” Akıllıysanız sorarsınız, ikinci adıma geçersiniz “Gelenek iyi olmamış olsa devam etmezdi.” dersiniz. Şimdi düşünme ve konuşmaya başladı. Ben de sorarım size: “Gelenek bir zamanlar iyi olduğu için gelenek olmuştur ama geleneğin artık iyi olmaktan çıktığı durumlar da yok mudur?” Şimdi bu konuşma devam andan itibaren ilerledikçe felsefe çıkar ortaya ama bizde konuşmanın hiçbir zaman bu noktaya gelmediğini de biliyorsunuz.
Hatırlayın, Diyanet İşleri Başkanlığı mıydı neydi, son zamanlarda yayınlamıştı; “Okula falan göndermeyin çocukları, gönderdiğimiz zaman şüpheleniyorlar, soru sormaya başlıyorlar, itiraz ediyorlar, insanlara bir şey öğretmeyin…” Çok güzel aslında, naif. Seküler eğitim sistemiyle ilgiliydi. Öyle bir eğitim kuracağız ki hem ona öğreteceğiz hem de soru sormayacak… Eğitimin amacı bu yani onun için. Ben mahalle mektebine de gittim. Arapça öğrenmek, daha doğrusu Kur’an öğrenmek için. Koro halinde ileri geri sallanarak okutuyorlardı. Böyle eğitim alan birinin soru sormasını bekliyor musun? Ama Aziz Nesin’in dediği gibi, “Şimdiki çocuklar harika.” Çünkü çocuklar soruyorlar.