Kuşkucular, Gazali ve Hume gibi birçok filozofa göre “Deneyim, nesneler arasında zorunlu bağlantılar olduğunu kanıtlayamadığı için doğa bilimleri kesin bilgi sağlayamaz.” Bu şüpheci yaklaşıma alternatif bir hipotez var mı? Felsefe dünyası bu iddiaya nasıl cevap verdi?


 

Şimdi bu şüpheci yaklaşıma karşı bir hipotez yok. İki, olmasına gerek de yok. Üç, bu şüpheci bakış açısı yıkıcı bir bakış açısı değil. Şüpheci başkadır, yıkıcı başkadır. Ne diyor bu bakış açısı, onu bir anlayalım. Elimizde dünyayı anlamak için, açıklamak için ve kendi dünyamızı inşa etmek için sadece deney var. Güzel. Deneyde ise -çok genel olarak söylüyorum- hiçbir zorunluluk yok.

 

Doğru söylüyor çünkü zorunluluk akılsal bir kavramdır, deneysel değil. Zorunluluk mantıksal bir kavramdır. Eşyada, olgusal dünyada zorunluluk olmaz, yasallık olur. Bakın iki kavram birbirinden farklı. Ne demek mantıksal kavram? Eğer A=B dersem, bir de B=C dersem A=C demem zorunludur. Eğer bu iki cümleyi söyledikten sonra A=C demiyorsan sen ahmaksın veya insan değilsin.

 

Neye dayanıyor bu? İki önermenin birbiriyle ilişkisine dayanıyor. Onun için buna hipotetik dedüktif denir, akıl yürütme denir. Anladın mı? Peki. Hume’un söylediğini söyleyelim şimdi, deney dünyasına geldik. Deney dünyasında gördüğümüz ne? Önce fiziki dünyadan bahsedelim. Suyu ateşin üzerine koyduğumuzda belli şartlar altında kaynıyor, yine koyuyoruz yine kaynıyor, Urfa’da, İskandinavya’da, Amerika’da koyuyoruz, kaynıyor. Gördüğümüz ne? Olgu. Suyun ateşin üzerine koyulduğu zaman kaynadığı olgusu. Bu deneyi istediğimiz kadar tekrarlayalım. Hume bunu söylüyor, çok haklı. Her seferinde göreceğimiz şey nedir? Yine bir olgu. Yani bir milyon defa da yapsak bir milyon birinci defa göreceğimiz ne? Suyu ateşin üzerine koyduk, kaynadı. Ama olgu zorunluluk değildir. Olgu sadece olgudur. Acaba anladın mı ne demek istediğimi? Bu çok basit, çok önemli. Bütün insan olguları sadece olgudur. Olgular arasında zorunluluk yoktur. Bu olgular arasındaki tekrarları istediğin şekilde açıklayabilirsin, onun da bir önemi yoktur.

 

Mesela Kant bunu ne şekilde açıklıyor? Bunu görüyor Kant, “Haklı” diyor “Ama burada yanlışın şu, bizim aklımızda olayları birbirine bağlama yönünde bir kategori, nedensellik var. Onun için biz ateşin ve suyun birlikte bulunmasından kaynamanın meydana gelmesini nedensellik diye zihnimizde olan bir ilkeye uygulayarak ortaya çıkarıyoruz.” İyi tamam. Hume da diyecek ki “İtirazım yok, zaten ben de onu söylüyorum. Ben de diyorum ki olguda yok bu, senin zihninde var. Sen bağlıyorsun. Olgular birbirleriyle böyle bağlantı içinde değil.” Aynı fikirdeyim, ben de Hume’la aynı görüşteyim. Herkes aynı görüşte, öyle olmak zorunda.

 

Bir başkası geliyor, Popper, o da diyor ki “Haklısın. Ama bu bilimsel yasaları, ilişkileri zorunlu yasalar kabul etmeyelim. Tersi ortaya çıkana kadar doğru olarak kabul edilen yasalar.” Tamam bu da doğru. Ne demek? Demek ki o bir milyonuncu, on milyonuncu defa yaptığımız zaman aynı denemeyi, eğer su ateşin üzerinde kaynamazsa deriz ki “Gördün mü, mutlak bir şey değilmiş.” Ama bu devam ettiği sürece bunu doğru olarak kabul edeceğiz. Doğru, bu da başka bir şey, yanlışlanabilirlik ilkesi.

 

Kim geliyor? Reichenbach, Hans Reichenbach, o da bilim felsefesici. Herkes Hume haklı diyor. O da diyor ki “O zaman buradan hareketle bu doğa yasalarını olasılık yasaları olarak kabul edelim.” Bu şu demek, iki defa su ile ateş yan yana kaynayabilirse ikide iki dersin, üç defa yaparsan üçte üç dersin, bin defa yaparsan binde bin dersin. Şöyle düşün ama, ikide iki ile binde bin arasında mantıksal olarak bir fark yok ama psikolojik olarak var. Anladın mı? Reichenbach, Hume’a karşı çıkmıyor, itiraz etmiyor ama psikolojik olarak fark var. Yani ikide ikiyi gördüğün zaman ona karşı duyacağın emniyet, güven duygusu başka binde bin dediğin zaman başkadır. Haklısın. Şimdi bu neye benzer? Yine sana pencereden aşağı atlama örneğini vereyim. “Ömer atla” derim “bir şey olmaz.” “Hocam manyak mısın, niye atlayayım?” dersin. “Bak ben atlıyorum.” dedim atladım, bir şey olmadı bende. “Ömer atla” “Hocam atlamam ben.” Çünkü senin deneylerine uygun değil. Bir daha atladım. Yine atlamazsın. Ama şöyle düşün, bin defa atladım ve bin defada da bir şey olmadı bana. İçindeki, atladığın zaman sana da bir şey olmayacağı yönündeki duygun ne olur? Daha da çoğalır, daha da güvenin artar. Güzel. O da bunu söylüyor.

 

Şimdi sorunun cevabına gelelim. Buna karşı, bunun böyle olmadığını söyleyebilecek durumda değiliz. Hiç kimse bunu söyleyemez. Bu sadece… Tabii Hume burada kalmıyor, bunu bizim insan kurumlarımız için de uyguluyor. Yani “Nasıl ki…” diyor “doğada bile böyle bir şeyler var; hele hele bizim insani doğrularımız, eğrilerimiz, iyilerimiz, kötülerimiz, başarılarımız, başarısızlıklarımız tam böyle.” Hadi ben biraz özgürlüğü örnek verdim. Hume gibi bir adam benim bu sözüme karşı şunu söylerdi, benim de itirazım olmazdı: “Ahmet Bey, sen diyorsun ki herkes özgürlüğü ister.” Bak neye benzedi yine? Ateşin üzerine koyulan su kaynar. “Herkesin özgürlüğü istediği cümleni sen böyle mantıki ve zorunluluk olarak mı ifade ediyorsun yoksa olgusal bir gözlem ve düşünce olarak mı?” Ben derim ki “Olgusal gözlem.” Çünkü şunu gösterebilir “Ama bak Urfalılar özgürlük istemiyorlar.” Anladın mı ne demek istediğimi?

 

Bunu her şeye uygulayabilirsin yani ahlaka da uygulayabilirsin, biyolojiye bile uygulayabilirsin. Bütün erkekler erkektir, bütün kadınlar kadındır; kadınla erkek arasında farklılıklar vardır; kadınla erkek arasında fark yoktur. E bir bakarsın öyle bir olay gelir ki, geliyor nitekim konuşuyorsun işte hekimle falan “Yüzde elli erkek, yüzde elli kadın” diyor. XXXX değil mi? Demek ki sadece fiziki doğa değil; biyolojik doğa, toplumsal doğa, insan davranışları olabilir. Anladık.

 

Hocam rakip bir öğreti var mı? Rakip bir öğreti yok. Ama bundan hareketle… Neyden hareketle? Doğal olaylar veya olgular arasında zorunlu ilişkiler olmamasından hareketle ve buna karşı, bunun tersini ispat edecek bir şey olmadığından hareketle bu olayların alternatifine göre bu şekilde güvenilebilir olaylar olmadığı sonucuna varmaktan başka çaremiz yok. Acaba ne dediğimi anlatabildim mi?

 

Ben yine şunu XXX özgürlük iyi bir şey. E hocam mutlak bir şey değil ki? Ben sana mutlak bir şey olduğunu söylemiyorum. Yani bir garip Urfalılar ortaya çıkana kadar göreceksin ki Çinliler özgürlüğü aldıkları zaman hoşlanacaklar veya siyasette rıza iyi bir şey, çoğunluk ilkesi iyi bir şey. Seçim yaptın, sayarsın, bakarsın eğer bir taraf diğerinden bir fazla almışsa onun belli bir süre için idare etmesine izin vermekten başka çaremiz yok. E şimdi bak işler değişti? E ama dünya böyle. Senin niyetin bozuk. Yoksa çoğunluk ilkesi iyi bir şey.

 

Elimizde çoğunluk ilkesinden daha iyi bir şey yok. Şimdi problemi anladınız mı? Elimizde doğa yasalarından daha iyi bir şey yok. Elimizde suyun ateşin üzerinde kaynayabileceğinden daha iyi bir deneyimiz yok. Buradan hareketle istiyorsanız daha yumuşak, daha plastik, daha kritik -Kantçı anlamda- eleştirel felsefeler dünya hakkında, insan hakkında geliştirebilirsiniz. Ama bu çok iyi bir teori, Hume’un teorisi.

 

Bakın şüpheciliğin tersi dogmatikliktir. Bu dogmatik değil. Ama bundan dolayı Hume, aynen Gazali gibi. “E canım eve gittiğim zaman buzdolabında bıraktığım etin soğan olduğunu mu göreceğim?” Yo, görmeyeceksin. Gazali de bunu söyler. Şüphecilik iyidir, ılımlı şüphecilik iyidir. Bilimsel şüphecilik iyidir, bu bilimsel şüphecilik. Metodik şüphecilik iyidir, bu metodik şüphecilik. Ama bu düzensizlik, karmaşa, anarşi demek değil. Bunları niye söylüyorum biliyor musun? Birçok ahmak buradan hareketle “Bilimin İflası”, “Yöntemin İflası” diye kitaplar yazıyorlar da onun için söylüyorum. Ne dediğimi anladınız mı?

 

Şimdi bu böyle, kimsenin Hume’a itiraz yok. Ama bizim bilime, tecrübeye, olgulara karşı şüpheci olmamızı gerektirir. Nedeni bu, niyet bozuk. Çoğulculuk ilkesi iyidir eğer niyetin bozuk değilse. Ama niyetin bozuksa zaten çoğulculuk ilkesine de ihtiyacın yok. Yani öyle birtakım adamlar var bilimi diskredite etmek için, itibardan düşürmek için, kendi iktidarlarını devam ettirmek için bunu yapıyorlar. E bilim zaten eleştirel, zaten kritik, zaten makul şeyler söylüyor. “E ama bilimde zorunluluk yok.” E yok. Senin söylediğinde çok var zaten(!) Buna karşı getirdiğinde çok var “Dün akşam rüyamda gördüm, bana Ebussuud Efendi göründü.” Bu çok inandırıcı bir şey(!) “Haa öyle mi(!)” diyeceksiniz. Bunlar çocuksu, bunlar insanlığın çocukluğu. Türkiye her zaman insanlığın çocukluğunu yaşıyor.