I. Dünya Savaşı’nın çöller üzerindeki en başarılı savunmasına ve İngiltere’nin casusluk faaliyetlerine ışık tutan, akademik bir tarih metni.
1.Dünya Savaşı’nda Osmanlı Devleti ağır bir yenilgi almıştı. Fakat, bu yenilgiye rağmen Osmanlı Devleti bazı cephelerde büyük başarılar elde etmiştir. Bu başarılardan bir tanesi de şüphesiz ki Hicaz-Yemen Cephesi’nde elde edilen başarılardır. Her ne kadar savaş sonunda Arap topraklarında büyük kayıplar verilse de 7. Kolordu Komutanı Fahreddin Paşa’nın cephedeki sabırlı ve ileri görüşlü harekatları Osmanlı’nın yararına oldu. İngilizler’in T. E. Lawrence ve Gertrude Bell gibi İngiliz ajanlarının bölgeyi domine etme çabaları, cepheye gönderdiği silah, mühimmat, erzak vb. yardımlarına ayrıca Şerif Hüseyin ve Muhammed İdrisi gibi Arap isyancıların Arap halkını isyana teşvik çabaları ve Osmanlı ordusuna yapılan saldırılara rağmen; Osmanlı ordusu askeri imkansızlıklara, bölgenin coğrafi zorluklarına, kıt kanaat şekilde, kendisinden imkan açısından katbekat güçlü düşman birliklerine karşı durarak 40 ay kadar uzun bir süre boyunca Medine şehrini ve Hicaz Demiryolu’nu büyük bir mukavemetle savunmuş ayrıca İngilizlere ve Arap isyancılara büyük zayiatlar vermiştir.
Bu durum, daha sonra iki taraf arasında büyük krizlere sebep olmuştur ve ilerleyen zamanlarda bu krizin, Suudi-Vahabi ittifakı lehine çok önemli katkıları olmuştur. Tüm bu olaylar sonucunda Mondros Ateşkes Antlaşması’ndan dolayı 9 Ocak 1918’de 7. Kolordu ve Fahreddin Paşa Medine şehrini teslim etmek zorunda kaldılar. 7. Kolordu içerisinde bulunan 22. Bağımsız Hicaz Tümeni (128, 129 ve 130. Piyade Alayları, 22. Dağ Topçu Taburu ve muhtelif lojistik birlikleri) Mısır’a harp esir kamplarına gönderildi. Hasta askerler ise bir süre Kızılay kontrolündeki hastahanelerinde tedavi oldular ve tahliye edildiler.
Laheç Zaferi
9 Kasım 1914 gecesi İngilizlerin Babülmendep Boğazı girişindeki Şeyh Said’e asker çıkarmasıyla Yemen’de çarpışmalar başlamış, 11 Kasım 1914 gecesi İngilizler geri çekilmek zorunda kalmıştı. İlk çarpışmalarda İngilizler yenilmiş, çareyi İngiliz mandaterliği altında bulunan kabilelerde aramıştı. Asir Emiri İdrisî’yi yanına alarak propagandalar yapan İngilizler, bölge halkına etki etmeyi ummuştu. Fakat Osmanlı birlikleri 5 Şubat 1915’te İngiliz mandaterliği altındaki Dali kabilesinin arazilerini ele geçirerek manda altındaki kabileleri etkilemişti. Böylelikle İngilizlerden aylık alan kabileler saf değiştirmişti. Taiz yakınlarında iki kabileden 15.000 gönüllü askerin Osmanlı tarafında savaşacağını duyunca İngilizler endişelenmişti. Bu gelişmelere rağmen Türk ilerleyişinin yavaş olduğunu düşünen İngilizler, Babülmendep Boğazı’nda denizden saldırmıştı. Saldırı birkaç gösteriden oluşmuştu.
39. Fırka 1 Temmuz 1915’te Havaşib kabilesine ait bölgeyi de ele geçirmişti. 3 Temmuz 1915’te Hendek ve Tanan bölgeleri, 4 Temmuz 1915’te Zaide bölgesi (Laheç’in yiyecek ambarı) Osmanlı birliklerinin eline geçmişti. 5 Temmuz 1915’te Laheç’e giren Türk birlikleri Mondros Mütarekesi’ne kadar bu bölgeden çıkmamıştı. Laheç Zaferi 13 saat sürmüş, İngilizlerin kaybıyla sona ermişti. Sonucunda Laheç Sultanı ve Sultan’ın kabilesinden 4 kişi hayatını kaybetmişti.
16 Temmuz 1915’te birliklerini toplayan 39. Fırka, Aden için önemli olan Şeyh Osman kasabasına yönelmişti. İngilizlerden bu bölge de alınmıştı. Fakat 21 Temmuz 1915’te İngilizler bu bölgeyi Türklerin elinden almıştı. 27 Ağustos 1915 ve 25 Eylül 1915 tarihlerinde 1. ve 2. El-Vahte çarpışmaları yaşanmış, İngiliz birlikleri Aden’deki koğuşlarına geri çekilmişti. 15 Mart 1916′ da İngilizler bu kez hava harekatı düzenlemiş, Türkleri geri püskürtmeyi denemişti. Fakat attıkları bombalar sadece nakliye hayvanlarına zarar vermişti. Osmanlı birlikleri uçağa karşılık hiçbir şey yapamamıştı. Çünkü Osmanlı ordusunun uçaksavarları yoktu.
Laheç Zaferi ile İngiltere’nin doğuya ilerleyişi yavaşlatılmış ve Aden’e yerleşen İngilizlerin su yolları ve Yemen’in iç kesimleriyle bağlantı noktasını kesmişti. Ayrıca Laheç Zaferi İngiliz mandaterliğinde bulunan kabilelerin tekrardan Osmanlı Devleti’ne bağlılığını ilan etmelerine sebep olmuştu.
İsyanlar
1914’de Araplar arasında İslamcılık hâlâ revaçta ve birçok Müslüman Arap, Osmanlı Devleti’nin devamından yanaydı. Fakat savaş yıllarının baskısı ve İngilizlerin faaliyetleri ayrılıkçı Arap hareketlerinin hız kazanmasına neden olmuştu. İngilizler, 1916 yılında bağımsızlık ve her türlü malzeme vaadiyle Hicaz’da bir ayaklanma organize etmiş, Hicaz Araplarının savaş sırasında Suriye’nin işgal edilmesine yardım etmelerini sağlamışlardı. Osmanlı Hükümeti, Almanya yanında savaşa girince İngiltere de Osmanlı Devleti’nin Asya topraklarının savaşın gidişatı ile ilgili çok önemli stratejik konumu olduğuna karar vermişti. Böylelikle İngilizler savaşta Osmanlıların üstesinden gelebilmek için Osmanlı Devleti’nin memnun olmayan tebaası olarak görülen Araplara yönelmişti. Bu sırada Arapların büyük çoğunluğunun halife padişahı sadakatle desteklemelerine rağmen bazı Arap liderler, yok olmaya sürüklenen Osmanlı Devleti’ni terk etmeyi ve gerekirse bağımsızlık yolunda yabancı yardımına başvurmayı zorunlu bir durum olarak görmüşlerdi.
Daha sonraki gelişmeler de Fransa ve İngiltere’nin zaten böyle bir anı kollamakta olduğunu göstermekteydi. Çünkü Fransızlar ve İngilizler, özellikle Mekke Emiri Şerif Hüseyin gibi bağımsızlık peşinde olan Arap liderlerinden ve bazı Arapların şikayetlerinden haberdarlardı ve bu şikayetlerden faydalanmak için uygun bir fırsat beklemişlerdi. İngiltere açısından, Arapları Osmanlı Devleti’ne karşı isyana itmek için şartlar çok uygunken yine de ilk harekete geçen İngiltere olmamıştı. I. Dünya Savaşı’nın arifesinde Osmanlı Meclisi’nde mebus olan Mekke Emiri Şerif Hüseyin, oğlu Abdullah’ı, 5 Şubat 1914’de Kahire’de İngiliz Yüksek Komiseri Lord Kitchener’e göndererek Osmanlı Devleti ile herhangi bir açık çatışmada kendilerine destek olunup olunmayacağı konusunda İngiltere’nin görüşünü sormuştu. İngilizler başlangıçta bu teklif karşısında herhangi bir garanti vermemişti. Hatta, İstanbul’daki İngiliz yetkilileri “Bab-ı Âli’nin Hicaz ve Suriye’de Arap entrikasından sürekli şüphe ettiği için bu tarz görüşmelerden huzursuzluk duyduğunu” Mısır’daki İngiliz makamlarına bildirmişlerdi. Bundan dolayı, Mısır’daki İngiliz yetkilileri “Dost bir devlete karşı kullanılmak üzere silah veremeyeceklerini, Hicaz Araplarının İngiltere’den cesaret görmeyi beklememeleri gerektiğini ve İngiltere’nin Arabistan’daki tek çıkarının Hindistanlı hacıların emniyet ve rahatı olduğunu” söyleyerek Abdullah’a ret cevabı vermişlerdi.
İngiltere’nin endişesi gerçekleşip Osmanlı Devleti İngiltere’ye karşı savaşa girince, İngilizler de daha önceki görüşmelerde gündeme gelmiş olan Arapların ayaklanmasını destekleme konusunu Şerif Hüseyin’le tekrar görüşmeye başlamışlardı. Şam ve Medine arasındaki demir yolu hattı kesilmişti. Ertesi gün 10 Haziran Cumartesi sabahı Şerif Hüseyin isyanı başlamıştı. 5 gün önce Hüseyin’in oğullarından Ali ve Faysal da bazı kabile mücahidiyle Medine civarında Mekke Emiri adına Arap istiklâlini ilan ettikten sonra buradaki Osmanlı kuvvetlerinin civarından savuşmuş ama daha sonra Şerif Hüseyin ve Sir MacMahon’un yazışmaları sonunda bedeviler Faysal ve T. E. Lawrence yakın dost olup onları Türklere karşı kışkırtınca Mekke’de 10 Haziran 1916’da Şerif Hüseyin liderliğinde ve İngiltere’nin askerî ve malî desteğiyle isyan hareketini fiilen başlatmışlardı.
Diğer yandan Osmanlı Hükümeti’nin Hicaz’daki olaylara ilk tepkileri oldukça dikkatli olmuştu. Osmanlı Hükümeti, Şerif Hüseyin’in konumunu zayıflatma ve bu isyanı en az zararla atlatma planları kurmaya devam etmişti. Ancak Şerif’in art arda gelen askeri başarıları üzerine onun gücünü bastırmak için yoğun propaganda faaliyetlerine başlamıştı. Şerif Hüseyin’in isyana hazırlandığı öğrenilince Dördüncü Ordu Kumandanı Cemal Paşa, Fahreddin Paşa’yı Medine Kumandanlığı’na terfi etmişti.
Medine Savunması
Önemli bölgelerde patlak veren isyanlar Cidde ve Mekke’de alınan mağlubiyetler Fahreddin Paşa’yı yıldırmadı. Tam tersine büyük bir risk aldı ve başarılı oldu. Medine içerisinde ve çevresinde bulunan tüm isyancıları temizledi. Güveni iyice artan Fahreddin Paşa, Mekke ve Medine’de bulunan limanlara ilerledi. Bu durum Osmanlı Hükumeti kontrolünde bulunan bölgelerdeki aşiret ve gruplarım Osmanlı’ya desteğini sağladı. Fahreddin Paşa ikinci harekatında da büyük başarılar elde etti.
Fahreddin Paşa’nın bu zaferleri Şerif Hüseyin-İngiliz tarafında büyük bir soruna sebep oldu. Şerif Hüseyin emrinde bulunan birkaç ordu bu olaylar sonunda dağıldı. Tüm bunlar sonucunda İngilizler ve Fransızlar oldukça panikledi ve bölgeye keşif uçuşları için pistler inşa etti. Bölgeye bir çok subay siyasi danışman (bunlardan birisi Arabistanlı Lawrence olarak nam salan T. E. Lawrence’dır) sevk etti. Fahreddin Paşa ise bunlar sonucunda ezilmekteydi. Çünkü başarı elde edilen harekatlara sadece 6.000 asker ile katılmıştı. Osmanlı Ordusu acilen asker ve silah takviyesi ile yeterli ve düzenli ikmal desteğine ihtiyaç duymaktaydı. Acilen İstanbul ve Şam’a telgraf çekti ama yaşanan sorunlardan dolayı bu istek reddedildi.
Bunun sonucunda Fahreddin Paşa taaruz harekatına son verdi ve Medine’ye çekilerek savunma pozisyonuna geçti. Medine savunması başladığı zaman ordunun durumu oldukça kötüydü. Erzak ve insan azlığı mühimmat eksikliği oldukça fazlaydı. Ama Fahreddin Paşa’nın bu sıkıntılara rağmen pes etmeye niyeti yoktu. Fahreddin Paşa, askerin moralini ve savunma azmini yüksek tutmak için milli ve dini bir değer olan bayrağı ön planda tutmuştu. 5 Haziran 1917’de bir beyanname yayımlayan Fahreddin Paşa, İngiliz altınına mukabil ve Müslüman kanı dökmekten zevk alan isyan liderlerinin Medine’yi ele geçirme emellerinden ironik üslupla bahsedip Hasan Barlak’ın makalesinde alıntıladığım şu açıklamayı yapmıştır:
“…Malumunuz olsun ki, şeci ve kahraman askerim bütün İslam’ın ve teyid-i manevisiyle Hilafet’in gözbebeği olan Medine’yi son fişeğine, son damla kanına, son nefesine kadar muhafaza ve müdafaaya memurdur. Buna askerce, Müslümanca azm-ü cezm etmiştir. Bu asker, Medine’nin enkazı altında ve nihayet “Ravza-yı Mutahhara”nın yeşil türbesi altında kan ve ateşten mensuc kızıl bir kefenle gömülmedikçe Medine-i Münevvere Kalesi’nin burçlarından ve nihayet “Mescid-i Saadet” minarelerinden ve yeşil kubbesinden Osmanlılığın Albayrağı alınmayacaktır…”
Bu husustaki bir diğer kayda değer olay ise yine Hasan Barlak’ın makalesinde geçen bir olaydır. Fahreddin Paşa, savaşın sonlarına doğru bir gün, yemekte askerlere: “Hangi sancak için feda-yi hayat edersiniz?” diye sordu. Paşa’ya “Hangisi?” diye farktan ne kastettiği soruldu. Kumandan Paşa, alaylara verilen ve üzerleri Kur’an ayetleri ile süslü olan sancaklarla, “Ay Yıldızlı Bayrak” diyerek izah etti. Birisinde dini bir kutsiyet, diğerinde milli bir heyecan olduğundan cevaplanması zor bir soru olmuştu. Muvazzaflar, alay sancakları altında daha müsterih ölebileceklerini söylediler. İhtiyatlardan bir kısmı herhangi bir alaya verilmiş olan sancak hürmete şayan ise de o kıt’anın mensupları sağ iken diğer bir alay subay veya askerinin kendini feda etmesinin doğru olmadığını iddia ettiler. Bir kısmı da cihanın dört köşesinde, kalelerin burcunda, dağların zirvesinde ve engin denizlerde dalgalanan “Ay Yıldızlı Bayrak” için daha ziyade sevinçle ölebileceklerini ifade ettiler. Bu misalde görüldü gibi, sadece Fahreddin Paşa değil, askeri de bayrağa yönelik bir heyecan taşıyordu.
Bu olay Osmanlıların din kardeşi olarak bildiği ve “Kavm-i Necip” olarak yücelttiği milletle karşı karşıya kaldığı durumda askerlerin psikolojisini çok güzel özetlemektedir. Fahreddin Paşa hiçbir şekilde yılmadı ve savunmaya devam etti. Fahreddin Paşa çok zekice ve güçlü savunmalar ile İngilizlerden savunuluyordu. Lawrence ise bunun şaşırtma amaçlı bir yıpratma saldırısı olduğunu yazacaktı. Fahreddin Paşa ve ordusu, 40 ay kadar uzun bir süre boyunca Medine bölgesini ve önemli bir konuma sahip Hicaz demir yolunu savunmaya ve kontrol etmeye devam etti. Hicaz Demiryolu neredeyse 1000 kilometre uzunluğundaydı ve bu yüzden kontrol edilmesi oldukça zor idi. Osmanlı Ordusu tüm bu zorluklara rağmen bu zorluğa göğüs gerdi ve bu bölgeyi de uzun bir süre savundu. Bu tren hattı Nisan 1918 tarihine kadar işletilmeye devam etti. Birinci Dünya Savaşı ile birlikte seferberlik ilan edilince Hicaz Valiliği, bölgenin yemek ihtiyacını karşılamayı en önemli vazifesi haline getirmişti. 1914 yılında valilik, zahire sıkıntısı yaşanma ihtimaline karşı merkez ile temasa geçti. Hicaz, her sene çevreden gelen (ithalat Süveyş Kanalı ve Cidde Limanı’ndan yapılırdı) zahireye muhtaç olan bir bölgeydi. İngilizlerin Osmanlı’ya ambargo uygulamasından sonra bölgenin ihtiyaçlarını karşılamıştı.
Tek yolu Ürdün, Suriye ve Anadolu’dan mal getirmekti. Bunun için de hükümet tüccarlara herhangi bir olumsuz durumda “parayı geri alma” garantisi verdi. Bunun üzerine bir miktar mal Medine’ye sevk edilmişti.
Çekirge felaketi, sıtma salgını, su sıkıntısı, kömürün bitmesi ve Şerif Hüseyin’in İsyanı üzerine bölgeye olan sevkiyatlar aksamıştı. Medine’yi savunan askerler zor şartlarla karşı karşıya kalmıştı.
Medine’nin Tahliyesine Karar Verilmesi
Enver Paşa, 23 Şubat 1917 tarihinde Cemal Paşa’dan Hicaz’daki birliklerin Filistin Cephesi’nde kullanılmasının uygun olup olmayacağını, böyle bir risk alınıp alınamayacağını, bu durumda Suriye’de ne gibi tepkiler olabileceğini soruyor ve böyle bir tahliyenin nasıl icra edilip, ne kadar süreceğini öğrenmek istiyordu. Cemal Paşa bir durum değerlendirmesi yapmış ve Hicaz’ın zamanında tahliye edilmesinin Filistin’i de kurtaracağına karar vermişti. Cemal Paşa, Enver Paşa’ya Hicaz’da zamanın aleyhte işlediğini, sadece askeri yönden bile düşünüldüğünde Hicaz’ın tahliyesinin zorunlu olduğunu, tahliye için en az doksan güne ihtiyaç olduğunu bildiriyordu.
Medine’nin tahliyesi konusu Talat ve Enver Paşa tarafından Padişah Mehmet Reşat’a ifade edilmiş ve büyük bir tepkiyle karşılaşılmıştı. Padişah; Medine’nin kesinlikle tahliye edilmemesini, bu karar uygulanırsa halifelik ve padişahlıktan istifa edeceğini söylemişti. Enver Paşa 2 Mart 1917 tarihinde 4. Ordu Komutanlığı’na gönderdiği şifrede; Cemal Paşa’nın teklifi doğrultusunda Hicaz’da görev yapan birliklerin bir kısmının Filistin’de görevlendirilmeleri amacıyla geri alınmalarının kararlaştırıldığını bildiriyordu. Bunun anlamı Hicaz Kuvve-i Seferiyesi’nin merkezi durumunda olan Medine’deki bazı birliklerin tahliye edilmesi ve Arap Yarımadası’nın tamamının savunulmasından vazgeçilmesiydi.
Cemal Paşa bu emirleri tebliğ ederken Fahreddin Paşa’ya, “Ancak, bu telgrafı alınca ağlamamanızı rica ederim. Ne yazık ki, Medine, bugün İslam vücudunun kangren olmuş bir uzvudur. Ana vatanı kaybetmemek için, bu uzvu geçici olarak feda edeceğiz” diyordu. Fahreddin Paşa cevabında telgrafı ağlamaktan okuyamadığını belirtiyor, eğer henüz çok kötü bir durum yoksa Medine’de en azından yeteri kadar erzak, altın ve takviye edilmiş bir piyade alayının bırakılmasını teklif ediyordu. Bu sırada bir başka plan Şerif Hüseyin’le anlaşma zemini aramak ve gerekirse taviz vererek Hüseyin’i İngilizlere karşı harekete geçirmekti.
Medine’den İnsanların Tahliye Edilmesi
Medine’nin tahliye programı sadece askeri kuvvetleri kapsamıyordu. Şehrin etrafı asiler tarafından kuşatılmaya başlamıştı. Halkın ihtiyacının karşılanması problemi ve bazı kişilerin asilerle işbirliği yapmaları, asker nakliyatının yanında insan sevkiyatını da gündeme getirmişti. Medine’den insan tahliyesi 1916 yılında başlamıştı. Medine’den 10 Nisan 1917 tarihi itibarıyla “vesikalı ve vesikasız” 25.000 kişi tahliye edilmiş ve bunların 3.120’si Şam’a gönderilmişti. Tahminlere göre Medine’de henüz tahliye edilmeyen 9.000 nüfus bulunmaktaydı. Medine’den Şerif Hüseyin taraftarı oldukları için çıkarılan kişiler, genellikle Anadolu’ya gönderilmiş ve gittikleri yerlerden ayrılmalarına izin verilmemişti. Askeri ve iaşe nedenleriyle Medine’den ayrılanların istedikleri yerlerde ikametlerine izin verilmiş; hatta seyyid, imam ve hatiplerin iskân ve iaşelerinin ordu tarafından karşılanması kararlaştırılmıştı.
Bir süre sonra da sürgünde bulunan yaşlı Medinelilerin memleketlerine dönmelerine müsaade edilmişti.
Medine’nin tahliyesi ile ilgili alınan kararın uygulanması için çalışmalar hemen başladı. Fahreddin Paşa tahliyeyi çok ayrıntılı olarak düşünmekte, cephede kaybetmediği kuvvetleri tahliye sırasında kaybetmemek için gayret etmekteydi. Fahreddin Paşa’nın hazırladığı plana göre, öncelikli olarak erzak ihtiyacının karşılanması gerekliydi. Bunun için Medine’de kalacak kuvvetin bir senelik, demiryolunu muhafaza edecek kuvvetin altı aylık ve kuzeye çekilecek birliklerin de bütün erzak ihtiyacının öncelikle karşılanması gerekliydi.
Enver Paşa Filistin Cephesi’ne ağırlık verilmesi düşüncesiyle Hicaz’daki kuvvetleri tahliye etmekten yana bir strateji belirlerken, Cemal Paşa az bir kuvvet ayırarak Hicaz’ın savunulmaya devam edilmesini arzu ediyordu. Cemal Paşa’nın bu şekilde düşünmesinde Fahreddin Paşa’nın etkili olduğu anlaşılmaktaydı. Çünkü Fahreddin Paşa Cemal Paşa’ya kendisine yeterince altın verilirse; İbn-i Reşid’in bölgesinden erzak getirtebileceğini, hatta İngilizler tarafından Urbana verilen erzağı onlardan satın alabileceğini bildiriyordu. Bütün plan ve çalışmalara rağmen Hicaz’da bir tahliye gerçekleşmemişti. Bu kuvvetlerin sevkiyle Hicaz’da bir boşaltma değil, azaltma yapılmıştı. Her ne kadar bir miktar kuvvet kuzeye sevk edilmişse de bu kuvvetler Birinci Kanal Seferi’nde olduğu gibi Birinci ve İkinci Gazze Muharebeleri’ne yetişemediler.
Arap Aşiretlerinin Aleyhte Çalışmaları
Hicaz kaynakları Hicaz’daki Osmanlı kuvvetlerinin ihtiyacını karşılama noktasında yeterli değildi. Bu kuvvetlerin yemek ihtiyacı için demiryolunun açık tutulması zorunluydu. İngilizler ve Arap isyancılar bu durumun bilincinde olarak demiryolunu çalışmaz hale getirmek istiyorlardı. Bu arada tahliyenin gündeme gelmesi ve bazı kuvvetlerin kuzeye çekilmeye başlaması, isyancı Arapların saldırılarını artırmalarına neden olmuştu. Saldırılar özellikle demiryolu hattında yoğunlaşmıştı.
Asiler, 13 Mayıs 1917’de 2.000 kişilik bir kuvvetle El-Muazzam civarına tekrar saldırmışlardı. Gönderilen kuvvete de zarar vermişlerdi. Yaşanan mücadeleye rağmen Hicaz Kuvve-i Seferiyesi’nden ve 1. Kuvve-i Mürettebe’den kuvvet takviyesi mümkün olmamıştı. Başkomutanlık Vekâleti ise ısrarla Medine kuzeyinde demiryolu hattına karşı düzenlenen saldırılara engel olunmasını istiyor ve Medine’deki kuvvetin orada kalmak yerine demiryolunu korumak amacıyla hareket ettirilmesini emrediyordu. Cemal Paşa, Enver Paşa’nın bu isteğine Hicaz’ın son durumunu ortaya koyarak cevap veriyordu. Bu sırada Medine’de dört tabur, Medine ile Hediye arasında iki tabur, Tebük’te dört tabur, Maan ve Akabe’de dört tabur bulunmaktaydı.
Cemal Paşa her istasyonun savunulması için bir miktar kuvvetin olmasını, ayrıca ihtiyat kuvvetlerinin de bulunmasını istiyordu. Ancak ne Medine’de, ne de hat boyunca ihtiyat kuvvetleri olmadığı gibi, askerin ihtiyacını karşılayacak su da yoktu. Bu garnizonların su ihtiyaçları için sarnıçlar inşa edilmeye başlanmış, ancak bunlar da henüz tamamlanamamıştı. Eğer demiryolu hattı ile sağlanan bağlantı kesilecek olursa Medine’deki kuvvetler büyük bir felaketle karşı karşıya kalacaklardı.
Asilerin gittikçe güçlenmeleri etraftaki kabilelerin de saf değiştirmelerine neden oluyordu. Bundan sonra bu haberler sıradan hale gelecek ve Cemal Paşa kabile ismi belirterek isyancılara yeni katılımlar olduğunu Başkomutanlık Vekâleti’ne bildirecekti. Aşiretlerin bu şekilde saf değiştirmeleri, Hicaz’da Osmanlı Devleti’nin elinde bulunan yerlerin elden çıkmasıyla sonuçlanacaktı. Bütün bu gelişmeler yaşanırken Medine’nin tahliyesinden vazgeçildiği kararı Hicaz’a tebliğ edilmiş, Fahreddin Paşa da hissiyatını “Uğrunda o kadar kan dökülmüş Kubbe-i Hadra’yı bırakıp gideceğimizi düşündükçe kanım donuyor, kalbim duruyordu” şeklinde ifade etmişti.
Mondros Ateşkesi ve Medine’nin Düşüşü
Osmanlı Ordusu ve Fahreddin Paşa, Mondros Ateşkes Antlaşması’ndan sonra antlaşmada geçen bir maddeden dolayı teslim olmak zorunda kaldı. Fahreddin Paşa buna rağmen 2 ay daha devam edebildi ama subayların ve hükümetin baskıları inanılmaz derecedeydi. Bunun sonucunda antlaşmadan 2 ay sonra 9 Ocak 1918 tarihinde Medine’yi teslim etmek zorunda kaldılar ve teslim oldular. Şehrin içinde bulunan sivil halk Osmanlı Ordusu sayesinde güvenli bir şekilde tayin edildi. 22. Tümen ve 7. Kolordu Mısır’da bulunan esir kamplarına gönderildiler. Yaralı olan askerler ise Kızılay kontrolündeki hastahanelere tedavi için gönderildiler.
Tüm bunların sonucunda söylemek gerekir ki tüm yaşanan zorluklara rağmen her ne kadar bir başarısızlık olarak görülse de Hicaz-Yemen Cephesi başarılarla dolu bir cephedir ve bu planlar İngilizlerin, Fransızların ve İtalyanların hakimiyet planlarını bozmuş ve hayal kırıklığına uğratmıştı. Böylelikle savaştan bir süre sonra Arap Halkları bağımsızlıklarını ilan edebilmişti. Bunun tek sebebi kahraman Fahreddin Paşa’nın ve Osmanlı Ordusu’nun zekice ve cesurca yaptığı hareketlerdi.
yusuf manavoğlu
Kapak Görseli: Lawrence of Arabia – Nick Sadek
Kaynakça:
- Birinci Dünya Savaşı’nda Hicaz Cephesi ve Medine Savunması, Mesut Uyar, 2018
- Büyük Harpten Sonra Yemen Cephesinde Mütarekenin Gölgesinde Kalmış Bir Başarı: Laheç Zaferi, Yahya Yeşilyurt, Kastamonu Üniversitesi, 2017
- Birince Dünya Savaşı’nda Osmanlı Devleti’n,n Hicaz’da Hakimiyet Mücadelesi, Muatafa Bostancı, 2014
- 1917 Yılında Hicaz Cephesi: Arap İsyanının Yayılması ve Medine’nin Tahliyesi Programı, Yükesel Nizamoğlu, 2013
- Dünya Savaşı’nda 7. Kolordu’nun (Yemen) Sıhhi Durumu, Selçuk Üniversitesi, 2009
- Uluslararası Birinci Dünya Savaşı’nın 100. Yılı Sempozyumuyu Bildikler Kitabı, Türk Tarih Kurumu Yayınlarıi 2017
- Fahreddin Paşa’nın Hicaz Cephesinde Bayrak Mücadelesi, Hasan Barlak, 2016
Bilgi deposu bir çalışma olmuş. Yazarın emeğine sağlık. Yeni çalışmalarını merakla bekliyorum.