Peyami Safa’nın edebiyatı üzerine, Freud’un psikanalitik kuramı gözetilerek kaleme alınmış detaylı bir inceleme.


 

İnsanın zihinsel süreçlerini derinlemesine incelemeyi amaçlayan Sigmund Freud’un öncüsü olduğu Psikanaliz, 20. yüzyıl başından itibaren bilim dünyasında kendisine yer bulmaktadır. Bireyin davranışlarının temelinde bilinçaltı düşüncelerinin olduğunu savunan Psikanalitik yaklaşım, bireyin tedavisinde bilinçdışındaki düşüncelerin bilinç düzeyine çıkarılmasını amaçlar. İnsanların sır saklayamaz hale geldiklerinde davranışsal boyutta bazı semptomlar gösterdiğini vurgulayan Adam Phillips, bireyin bilinçaltı faaliyetlerinin bireyin herhangi bir sırrının açığa çıkma şekli olarak vurgulamıştır. Ona göre semptomlar, bir şeyi tümüyle açık etmeden bilinir kılma isteğinin göstergesidir (Phillips, 2017, s:55-56). Bu bağlamda, bireyin arzularının “nesnel” ve “real (gerçek)” dünyaya ulaşma amacı taşıdığı söylenebilir.

 

 

Bireyin arzularının “nesnel” dünyada sergilenebileceği ve yorumlanabileceği birçok alan vardır. İnsanı ve onun hayatını merkeze alan edebiyat bilimi bu alanlardan biri olup psikanalitik yöntemin kapsamına girmektedir. Yazarın yaratıcı gücüne vurgu yapan Berna Moran (1991), edebiyat bilimi içerisinde psikanalize dayanan bir eleştiri ve yorumlama yönteminin, sanat içerisinde büyük bir yer kapladığını ifade etmekle beraber psikanalize dayanan söz konusu bu yöntemin; sanatçının psikolojisi, yaşantısı, cinsel komplekslerini vb. ortaya çıkarmak ve sanatçının niçin “eser” ortaya çıkardığına cevap vermek için kullanıldığını ifade etmektedir (s: 134). The Ego and The Id kitabında Sigmund Freud, bilinç öncesi basamağında olan düşüncelerin, kelimeler arayıcılığıyla kendilerini nesnelleştirdiklerini ifade etmektedir (Freud, 2019, s:13). Buradan hareketle, psikanalitik yaklaşımın edebiyat bilimi ile yakın bir ilişkisi olduğu söylenebilir.

 

 

Edebiyat içerisinde psikanalitik yaklaşım, yazarın “yaratma” eyleminde kullandığı bilinçaltı kaynakları açıklamaya çalışır. Eserlerin psikanalitik metot ile incelenmesi sadece yazarın gizli isteklerini ve bilinçaltı dünyasını değil aynı zamanda yazarın otobiyografisi hakkında da ipuçları ortaya çıkarır. Sigmund Freud “Psikanaliz Üzerine Vakalar” adlı kitabında, Dostoyevski’nin babasına karşı duyduğu hislerin yazarın kitaplarında nasıl nesnelleştiğine ve yazarın hayatını nasıl etkilediğine dair psikanalitik yorumlamalar yapmaktadır. Ayrıca, Freud (2018), Dostoyevski’nin sara hastalığını yazarın, babasına karşı olan hislerinin bir semptomu olarak görmektedir. Dostoyevski’nin romanlarındaki erkek karakterlerin kişilik özellikleri ve “acımasız” baba figürlerine karşı olan tutumları dolayısıyla, Dostoyevski’nin biseksüel eğilime sahip olduğunu da belirtmektedir (s:7-33). Sigmund Freud’un bu düşüncelerini destekleyecek şekilde Berna Moran, ister cinsel anlamda olsun ister başka anlamlarda olsun sanatçının, arzularından vazgeçmesinin çok zor olduğunu ve bundan ötürü, bireyin gerçek hayatta kavuşamayacağı zevkleri hayal-kurma yolu ile elde etmeye çalıştığını ifade etmektedir (Moran, 1991, s:135). Sanatçı kendi eserlerinde kurguladığı olaylarla, karakterlerle ve mekanlarla, okuyucuya kendisini sunmaktadır. Abdullah Tunç’un (2018) çalışmasında vurguladığı üzere, yazarın eserlerlerindeki imgeler (ifadeler) yazarın bilinçaltına açılan pencerelerdir (s:2). Yazar böyle yaparak kendi duygularını ve düşüncelerini somutlaştırmaktadır. Bu bağlamda, sanatçının yazma eylemini gerçekleştirmesi bir çeşit “tedavi” yöntemi olarak görülebilir.

 

 

Sigmund Freud (2018) “Yaratıcı Yazarlar ve Hayal Kurma” adlı yazısında, bireyin yaratıcı faaliyetlerinin ilk izlerine çocukluk döneminde rastlayacağımıza vurgu yapmaktadır. Freud’a göre her çocuk, oyun oynarken kendi yaratıcılığını kendi dünyasıyla birlikte şekillendirmektedir. Birey, zamanla utanma duygusu hissettiğinden dolayı “fiziksel” olarak toplum içerisinde oyun oynamayı bırakır. Yetişkinlik döneminde oyun oynamak yerine “fantezi” kurmaya başlar. Böylece, yaratıcılığın ve onun verdiği zevkin devamlılığı sağlanır (s: 36-38). Bir insan olarak sanatçı, arzularını ve öfkelerini kelimeler, boyalar ve notalar arayıcılığıyla somutlaştırır. Clifford Geertz’in “Deep Play: Notes on the Balinese Cockfight” adlı (2005) çalışmasında, insanların kendi karakterlerini arzuları, umutları ve karşı kabileye olan öfkeleriyle birlikte sahip oldukları horoza transfer ettiği görülmektedir. Birey bu davranışıyla kendisini “hayvan” arayıcılığıyla somutlaştırmaktadır. Horoz o kişi için bir aynadır. Adam Phillips’in (2017) “Dehşetler ve Uzmanlar” adlı kitabında Rüyalar hakkında yazdığı bölümde, bireyin bilinçdışına bastırdığı gizli düşüncelerinin rüyalar arayıcılığıyla somutlaştığını Sigmund Freud’un ve çeşitli bilim insanlarının alıntılarıyla birlikte vurgulamaktadır (s: 87-96).

 

 

Söz konusu olan bu düşüncelerin kaynağı, bireyin yaşantılarıdır. Yaşantılar, bireyin içerisinde bulunduğu zamana, mekâna ve bireyin kendisine göre şekillenir. Berna Moran (1991), edebi eserlerin incelenmesinde yazarın hayatının, döneminin, ailesinin ve kişiliğinin de rolü olduğunu ifade etmektedir (s:118). Bu yüzden, yaşanılan aynı olay hakkında çok sayıda farklı düşünce bulunmaktadır. Bu bağlamda, edebi eserlerin derinlemesine incelenmesi gerekir. Sanatçının psikolojik durumunun insandan bağımsız olmadığını düşünürsek, edebi eserlerin incelenmesinde, yorumlanmasında ve eleştirilmesinde psikolojik metotlar da tercih edilebilir.

 

 

Sanatçıyı merkeze alarak eserleri inceleyen “psikanalitik eleştiri kuramı” kullanılan metotlardan biridir. Ferda Atlı (2012) çalışmasında, edebi eserlerin yazım sürecini ve yazarın yaratıcılığının kaynağını “psikanalitik edebiyat eleştirisi” yaklaşımıyla birlikte ele alıp incelemektedir. Ayrıca, eserin yaratılma faaliyeti göz önüne alındığında sanatçının bilinçaltında saklanan düşüncelerin ve Oidipus/Elektra komplekslerinin, yazarın kurmaca dünyasını doğrudan etkilediği vurgulanmaktadır (Atlı, 2012, s: 260). Bu bağlamda, kurgusal eserlerde gerçeklik payı olduğu düşünülebilir. Bunun en güzel örneklerini, Türk edebiyatında Peyami Safa’nın eserleri hakkında yapılan çalışmalarda görebiliriz. Peyami Safa’nın “Sözde Kızlar” adlı eseri bu söylenilenler için oldukça uygun bir örnektir.

 

 

 

Bulgular


19.yüzyılın sonlarından itibaren hem fiziken hem de zihnen değişim geçirmeye başlayan Osmanlı İmparatorluğu’nda, kötü giden gidişatı durdurmak için Batılılaşma hareketleri başlamıştır. Söz konusu olan bu değişim süreci, imparatorluğu büyük bir iç karmaşaya sürüklemekle birlikte, Osmanlı İmparatorluğu kendi topraklarında kültür ve geleneklerinin çatışmalarına şahit oldu.

 

 

Peyami Safa’nın kitabı “Sözde Kızlar” bu yenileşme hareketinin içerisinde geçmektedir. Kitabın ana karakteri Mebrure, babasını bulma umuduyla İstanbul’a gelmiştir. Kitabın geçtiği zamanda “Batı” kültürünün güçlü olduğu bir ilçe olan Şişli’de akrabalarının yanında kalmaya başlayan Mebrure, kitap içerisinde bazı çatışmalar yaşamaktadır. Aynı zamanda, dönemin sosyal çatışmaları üzerine bilgiler verilmektedir.

 

 

“Sözde Kızlar” kitabında bahsi geçen sosyal çatışmalardan biri bireylerin giyimleri ile ilgili ve bu çatışma, Mebrure ve Belma’nın iç çatışmalarında görülmektedir. Bu iç çatışmalardan ilki Mebrure’nin kendisine hediye edilen kıyafetleri kabul etmemeyi düşünmesidir. Kitapta “iki seneden beri, taze vücudunun hasret olduğu bu temiz ve zarif eşyaya…arzu ile bakıyordu. Bunları kabul etmek ve sonra mahcup olmak, acı bir şey…” (s.16) sözleriyle Mebrure’nin bir Anadolu kadını olarak “Batı” kültürüne olan çaresizliği vurgulanmaktadır. Devamında, Mebrure’nin, sıcak bir duş alıp aynaya baktığında “kılıksız, başıboş bir kız değil; bembeyaz tenli, uzun kirpikli, zarif başlı bir kız…” sözleriyle kendisine karşı olan hayranlığı ifade edilmektedir (s. 18). İlerleyen günlerde Nevin, ev içerisinde bir davet vermektedir. Şişli hayatına -Batı- özel bir etkinlik olan bu davetin bundan sonra Mebrure’nin hayatında önemli olacağını “…bunun bütün inceliklerini öğrenmelisin, senin için artık çok önemli olacak.” sözleriyle ifade edilmektedir (s. 41). Mebrure, bu davetlere ve davet kıyafetlerine karşı olan düşüncelerini “Ne yazık! Güzelleşmek istiyorsunuz, halbuki iğrenç kılıklara giriyorsunuz.” sözleriyle ifade etmektedir (s. 42). Bu bağlamda, Mebrure’nin ilk zamanlarda Şişli’deki hayatından memnun olmadığını söyleyebiliriz. Mebrure’nin, Şişli’deki hayat üzerine Nadir ile sohbet ettiğinde Nadir’in, dönemin “Batı” taraftarı “Sözde Kızları” hakkındaki “…Ada’da, Moda’da, kışın Beyoğlu’nda, yazın Şişli’de, kendilerine rahat ve mutlu yuvalar yaparlar. Hiçbir gün yerlerinde durmazlar…” sözleri kitabın geçtiği dönemin İstanbul’unu ve elbette, Şişli’deki hayatı vurgulamaktadır (s. 130). Mebrure söz konusu olan sözleri desteklese de kimi zaman evdeki tutumunun yumuşadığını görmekteyiz (s. 57; 154-155; 159). Behiç’ten aldığı evlilik teklifi ve Anadolu’ya beraber geçme teklifinden sonra Mebrure’nin, odasında düşünürken “…yaşamak lazım, iyi yaşamak, rahat yaşamak lazım…” (s. 155) sözleriyle “Batı” hayatına karşı tavrının yumuşadığı görülmektedir. Peyami Safa söz konusu olan bu refah yaşamın, izdivaç için şart olduğunu “…artık parasızlıkların, hastalıkların adi ve çirkin üzüntüleriyle titremeye razı değildi.” ifadesiyle, Mebrure’nin bakış açısındaki değişimi vurgulamaktadır (s. 155).

 

 

Diğer yandan, Belma’nın yaşadığı ortam olan Cerrahpaşa, kitapta hem Anadolu’yu hem de Doğu’yu temsil etmektedir. Belma’nın babasının “… burası Cerrahpaşa, bu evde ve çevrede oturanlar dini bütün Müslümanlardır…” sözleri (s. 88) ve Fahri’nin Anadolu hakkında konuşurken “Manisa’nın kimsesizliğine, sahipsizliğine ve temiz kalpli insanlarına en yaraşan şey sessizliğidir…” sözleri (s. 132); Mebrure ve Nadir ile hem Müslümanlıktan hem de Anadolu’daki imamlar hakkındaki konuşması (s. 131-133); Behiç’in Avrupa ve İstanbul hayatı için “Avrupa taşlaşıyor ve onu taklit eden İstanbul da öyle…” (s. 142) ve Anadolu hakkındaki sözleri (s. 143) söz konusu olan benzerliği vurgulamaktadır.

 

 

Nazmiye Hanımın Mebrure’nin annesi hakkında konuşmasından sonra (s. 156) Mebrure’nin, annesi hakkında “…yalan söylemek bilmezdi, başkalarını kandırmak için hile yapmazdı, hiç kimseye nefreti yoktu…bir Anadolu kadınıydı” (s. 157) sözleriyle düşünmesi; diğer yanda, Mebrure’nin, Şişli’deki ailede “anne” olan Nazmiye Hanım için “…çok fazla borçlanmıştı. Şüphe yok ki ölçüsüz para israfı bu borçları daha da çoğaltacak…” (s. 72) diye düşünmesi, Anadolu kadını-İstanbul kadını veya “Doğu kadını-Batı kadını” karşılaştırmasını vurgulamaktadır. Bu bağlamda, Şişli’deki ve Cerrahpaşa’daki aile ve insan ilişkilerinin birbirinden farklı olduğu söylenebilir.

 

Belma’nın kendi hayatından memnun olmadığı çok defa görülmektedir (s. 58; 68-70; 181). Aktris olmak isteyen Belma’nın bu amaca ulaşabilmek için kendi kültür ve geleneklerini dışladığı Peyami Safa’nın “…emeline ulaşmak için kutsal tanıdığı her şeyi feda edebileceğini açıkça söylerdi” (s. 58) ve Behiç’in Belma’ya “…sen Türk hayatından şikâyet ediyor, bana Viyana hakkında sorular soruyor, cevap aldıkça çıldırır gibi seviniyordun. Avrupa hayatını tanımak istiyordun… “-‘Ben oyuncu olacağım, evimi terk edeceğim, ailemden nefret ediyorum!’ diyordun…” (s. 70) sözleri söz konusu olan memnuniyetsizliği göstermektedir.

 

 

Kitabın başında “…koyun gibi ahmak kız…” (s. 51) ve oynadıkları bir kelime oyununda Mebrure için “mumya” benzetmesi (s. 52) Belma’nın, Mebrure hakkındaki düşüncelerini göstermektedir. Söz konusu olan Belma-Mebrure çatışmasının aslında bir “Doğu-Batı” çatışması olduğu ve karakterlerin kişilik özelliklerinin bu tasvir için uygun olduğu görülmektedir.

 

 

“Sözde Kızlar” kitabında bahsi geçen sosyal çatışmalardan diğeri bireylerin “cinselliğe bakış açıları” ile ilgili. Şişli sakini olan Behiç ve Siyret adlı erkek karakterlerin yanı sıra Belma, Nevin ve Güzide adlı kadın karakterlerin birbirlerine karşı olan duygularının genellikle “ikili ilişkiler” üzerine olduğu görülmektedir. Öbür yandan, kitapta “Doğu”yu, Anadolu’yu ve muhafazakarlığı temsil ettiği varsayılan Cerrahpaşa semtinde oturan Nadir ve Fahri, söz konusu olan bu ilişkilerden kendilerini uzak tutmaktadır (s. 50-57). 

 

 

Günler geçtikçe Şişli’deki “Batı” hayatına alışmaya başlayan Mebrure’nin “Doğuyu” temsil eden bu yanı, Behiç ile olan ilk yakın ilişkisinde görülmektedir. Fotoğraf göstermek bahanesiyle Mebrure’yi odasına çağıran Behiç, Mebrure’ye odasında yakınlaşıp onu öpmektedir. Bunun üzerine, Mebrure odadan hızlıca çıkar (s. 35-37). İlerleyen günlerde, Mebrure’nin Şişli’deki hayata alıştıkça Behiç’e karşı olan tutumunun yumuşadığı görülmektedir (s. 57) lakin Behiç hakkındaki “Behiç yalancı, sahtekâr ve nankördü ama sevimliydi…birçok genç kızın kandırıldığını, aldatıldığını ama bilerek, isteyerek bu tip erkeklerin kucağına atladıklarından emindi” (s.73) sözleriyle Mebrure’nin bakış açısı açıkça ifade edilmektedir. Behiç’in ilerleyen zamanlarda, Mebrure’yi elde etmek için tavırlarını değiştirmesi ve sık sık Anadolu’dan bahsetmesiyle birlikte (s. 98-99; 117; 136-137; 141-142) Mebrure’nin hem İstanbul yaşamını hem de Behiç’e karşı olan tutumunu daha da yumuşatmıştır. Bu yüzden, Mebrure kimi zaman kendi kültür ve geleneklerini sorgulamaktadır (s. 114; 154; 159).

 

 

Mebrure’nin Fahri ile olan ilişkisi Behiç ile olan ilişkisinden çok farklıdır. Mebrure için Fahri, Anadolu’ya benzemektedir. Nadir’in “Halis bir Anadolulu arkadaşım” olarak ifade ettiği Fahri’nin (s. 80), Mebrure’yi oldukça etkilediği görülmektedir (s. 128). Saf ve temiz bir ruha sahip olduğu ifade edilen Fahri’nin karakteri (s. 82) ile yalancı, sahtekâr ve nankör olarak ifade edilen (s. 73) ve daha sonra Belma’ya karşı yaptıkları ortaya çıkan (s. 188-191) Behiç’in karakterinin zıt olduğu görülmektedir. Fahri ve Mebrure’nin Çamlıca’daki gezintilerinden sonra (s.134-135) Behiç’in, Fahri hakkında “…taşra genci, hararetli, okumuş bir adam…” (s. 136) ve “Mebrure…taşrayı ve taşralıları elbette sever; o halde Fahri’ye karşı zaafı olabilir” (s. 137) sözleri; Fahri’nin Behiç hakkında “…çocuğunu, metresini öldüren bir katil…kadınlarımızı ve genç kızlarımızı kandırıyor, birinin haysiyetiyle, ötekinin kanıyla oynuyor…” sözleri (s. 215) söz konusu iki kişinin birbirlerinden farklı olduklarını açıkça göstermektedir. Bu bağlamda, Fahri ve Behiç, kitapta vurgulanmak istenen “Doğu-Batı” çatışmasının bir örneği olarak düşünülebilir.

 

Diğer tarafta ise, bir Cerrahpaşalı olarak Belma’nın kendi sosyo-kültürel ortamından nefret ettiği ve oyuncu olup zengin hayatı yaşamak istediği vurgulanmaktadır (s. 70). Belma’nın bu isteğine ulaşmak amacıyla, Şişli hayatındaki “yakın ilişkilerden” kendisini uzak tutmadığı ve Behiç ile ilişkiye girdiği ve çocuk sahibi olduğu görülmektedir (s. 68-69; 190). Şişli’deki hayatta bir başka olay da Naciye Hanımın kızı Güzide ile Siyret arasında yaşanmaktadır (s.54-56; 101-113). Belma’nın yaşamına benzer yaşam süren Güzide, annesiyle beraber sık sık Nazmiye Hanımların Şişli’deki evini ziyaret etmektedir. Zaman içerisinde Güzide ile Siyret arasında bir ilişki yaşanmaktadır ve Siyret bu ilişki sonucunda Güzide’yi nikahına almak zorunda kalır (s. 109). Fakat ilerleyen zamanlarda Siyret, Güzide’yi boşayacağını ve yaşamına hiçbir şey olmamış gibi devam edeceğini ifade etmektedir (s. 109-110). Belma’nın ağabeyinin, kardeşinin Behiç ile olan ilişkisinden dolayı delirmeye başlaması ve Belma’nın ailesinin bu olaydan etkilenmesi; diğer yandan, Güzide’nin 16-17 yaşlarında bir genç kız olduğunun ifade edilip (s. 102) yaptıklarından dolayı sorumluluk alması gerektiğinin vurgulanması ve başta Siyret olmak üzere Behiç, Nevin ve Nazmiye’nin  yaşanılan olaylara karşı kayıtsızlığı, kitapta vurgulanan “Doğu-Batı” çatışmalarından birisinin temelini oluşturan “cinselliğin”, sosyal açıdan etkilerini göstermektedir (s. 101-113; 171-175).

 

 

 

Psikanalitik Bakış Açısı


Kitapta Mebrure’nin İstanbul’dan önceki hayatı hakkında çok fazla bilgi yoktur. Lakin bu durumun Mebrure’nin psikanalitik analizinin yapılmasına engel olmadığı söylenebilir. Mebrure’nin kişilik analizinin temeline odaklandığımızda, kendisinin “anne” figürü yokluğuna karşı baba figürüne bağlandığı söylenebilir. Sigmund Freud’un (2018) “Kadın Cinselliği” adlı yazısında “normal oedipus kompleksi evresinde çocuğun, kendi cinslerine karşı genellikle düşmanca bir iletişim kurarken, karşı cinsten olan ebeveyne karşı nazikçe bağlanmıştır” (s. 49) ve Sigmund Freud’un (2018) “Group Pyschology and An Analysis of The Ego” kitabındaki “….desire on the girl’s part to take her mother’s place, and the symptom expresses her object love towards her father” (s. 46) ifadeleri, Mebrure’nin “baba” figürüne bağlanmasının normal bir süreç olduğunu göstermektedir. Burada, önemli olan şey; yıllar geçtikçe nesnenin kimlik değiştirdiğidir. Söz konusu olan figür kadın cinselliği içerisinde değişmektedir. Sigmund Freud bu konu hakkında şöyle demektedir: “Kadınların cinsel hayatı olağan olarak iki evreye ayrılır: Birincisi maskülen, ikincisi ise feminen” (s. 53). Bu bağlamda, bir kadın zaman içerisinde “anne” ve “baba” figürlerine karşı gelgit yaşayabilmektedir. Mebrure’nin hayatında annesinin veya “anne” figürü birinin olmadığı ve Manisa’da babasıyla yaşadığı görülmektedir. Anne figürünün eksikliğinden dolayı “baba” nesnesine karşı daha sıkı bir bağlanma stili geliştiren Mebrure’nin, özellikle olağan dışı bir olay yaşanmasıyla beraber, bağlandığı “baba” nesnesini kaybetmesi, sadece kitaptaki önemli bir ana konu olarak değil, aynı zamanda Mebrure’nin yeni “baba” figürleri arayışının başlangıcı olarak görülebilir.

 

 

Mebrure’nin Behiç ve Fahri ile olan ilişkisi aslında sadece bir karşı cins ilişkisi değil, aynı zamanda “baba” nesnesiyle ilgili bir ilişkidir. Kitap içerisinde çok kez Behiç’in Mebrure’yi arzuladığı görülmektedir. Şişli’deki yaşamının ilk günlerinde Mebrure’nin Behiç’e karşı “olumsuz” söylemlerde bulunması ve mesafeli bir duruş sergilemesinin, Behiç’in karakterinin Mebrure’nin “baba” figürüyle benzer olmadığından kaynaklandığı söylenebilir. Ayrıca, Mebrure’nin cinselliğe bakış açısının Belma’nınki ile ters olduğu görülmektedir. Behiç’in öpmeye çalışmasına karşı Mebrure’nin odadan çıkması, Behiç’e karşı kısa bir süre daha sert bir tavır takınması, Sigmund Freud’un (2018) vurguladığı “identification is the earliest and original form of emotional tie…” (s. 47) ve “Psychology of Love” (2019) adlı eserinde cinsel tabular ve ilk cinsel ilişki üzerine söylediği “…underlying this taboo is that of denying or sparing precisely the future husband something which cannot be dissociated from the first sexual act” (s. 34) ifadelerle birlikte, Mebrure’nin farklı bir sosyal yaşam içerisinde farklı bir “baba” figürüne karşı hazır olmadığı görülmektedir. Belma’nın Behiç ile olan ilişkisinin Mebrure’ninkinden farklı olduğu görülmektedir. Sigmund Freud’un bireyin öz güven eksikliğinin cinsel düzeydeki temsilcisi olarak vurguladığı “sexual bondage”, tabir-i caizse, “…as far as the loss of all independence will and as far as causing a person to suffer the greatest sacrifices of his own interests…” (Freud, 2019: 27) ifadesi Belma-Behiç ilişkisinin psikanalitik düzeyde tanımlanabileceğini göstermektedir. Belma’nın Behiç ile birlikte olabilmek için “kendi ihtiyaçlarını ve elbette kimliğini” feda etmesi, söz konusu olan “sexual bondage” için uygun bir örnek olduğu söylenebilir. Bu bağlamda, Belma ve Mebrure’nin cinselliğe ve “Batı tipi” yaşamın öne sürdüğü yaşam stiline karşı bakış açılarının farklı olduğu söylenebilir.

 

 

Kitapta Behiç’in Mebrure’nin ilgi alanına girebilmek için kendi “öz” kimliğini sahte, geçici bir kimlikle değiştirdiğini ve Mebrure ile bu kimliğiyle iletişime girdiği görülmektedir. Behiç’in karakterinin değişimiyle birlikte Mebrure’nin tavırlarında değişim ve düşüncelerinde çatışmalar yaşandığı görülmektedir. Sigmund Freud’un “The Ego and The Id” (2019) adlı eserinde “…the ego seems to bring the influence of the external world to bear upon the id and its tendencies…” (s. 19) ve “…the ego represents what may be called reason and common sense, in contrast to the id, which contains the passions…” (s. 19) sözleri Mebrure’nin yaşadığı iç çatışmalarının ve kayıp olan “baba” nesnesinin arayışının, “ego-id” ilişkisini vurgulamaktadır. Behiç’in karakter olarak Mebrure’nin babasına benzerlikler göstermeye başlamasıyla birlikte söz konusu olan “ego-id” çatışmasının, Mebrure’nin Şişli’deki yaşamını etkilediği söylenebilir. S. Freud’un “Group Psychology and the Analysis of the Ego” adlı eserinde bireyin egosu ve bir başka “nesne”ye karşı olan ilgisi üzerine söyledikleriyle birlikte (s. 48-49), Mebrure’nin “baba” nesnesi ve onun karakteristik özelliklerine olan duruşu, söz konusu olan “ego-id” çatışmasının birey üzerindeki etkisini göstermektedir. Ayrıca, S. Freud’un “…a cruel self-depreciation of the ego combined with relentless self-criticism and bitter self-reproaches” (s. 50) ifadesi, Mebrure’nin, Behiç ve Fahri ile olan ilişkileri sonucunda yaşadığı ikilemlerin psikanalitik boyutunu vurgulamaktadır.

 

 

Söz konusu olan “Doğu-Batı” çatışmasının “Anadolu-Şişli” olarak simgeleştirildiği görülmektedir. Kitapta yaşanan olayların birey üzerindeki sosyolojik etkileri üzerine odaklanıldığında, kitap boyunca en büyük değişimi Mebrure ve Belma karakterlerinin yaşadığı görülmektedir. Mebrure’nin zaman içerisinde Şişli’deki hayatına alışmaya başlaması ve bunun devamında bazı ruhsal çatışmalar yaşadığı görülmektedir. Özellikle Behiç’in karakterinin, Mebrure’nin arzuladığı “baba” figürünün karakteriyle benzemesinden sonra, Mebrure’nin bazı iç çatışmalar yaşadığı görülmektedir. Sigmund Freud “The Ego and The Id” adlı eserinde, söz konusu olan bu çatışmada Super Ego’nun etkisinin olduğunu “the Super-ego is not simply a residue of the earliest object-choices of the id; it also represents an energetic reaction-formation against those choices” (s. 29) sözleriyle ifade etmektedir. Bu bağlamda, Mebrure’nin erken dönem cinsel tercihinin babası olduğunu bilmekle beraber, Behiç’in “arzulanan baba figürü” nün karakteristik özelliklerini göstermeye başlaması ve bir Anadolu genci olarak Fahri’nin Mebrure üzerindeki etkisinin kitap boyunca görülmesi, söz konusu olan ikilemlerde “super ego”nun etkisinin olduğu söylenebilir. Belma ve Mebrure karakterlerinin Şişli yaşamına adapte olmaya başlaması, bu karakterlerin “Batı tarzı” yaşam stiline olan bakış açılarını değiştirdiği söylenebilir. Adam Phillips’in “Dehşetler ve Uzmanlar” adlı kitabında psikanaliz üzerine vurguladığı “…sahip olmadığımız şeye dönüşürüz. Kendimizde reddetmek zorunda kaldığımız şeyleri arzularız…” (s. 105); Sigmund Freud’un “Group Psychology and the Analysis of the Ego” adlı eserinde (2018) vurguladığı “…the individual loses his power of criticism, and lets himself into the same emotion” (s. 20) sözleri, söz konusu olan karakterlerin bulundukları “çevre” tarafından değiştirilmelerinin psikanalitik boyutunu göstermektedir. Bu değişim sürecinin Mebrure’nin karakteri üzerindeki etkileri kitap boyunca görülmektedir. Ayrıca, Sigmund Freud aynı eserinde (2018) bireyin grup içerisindeki uyumunu “the emotional charge of the individuals becomes intrensified by mutual interactions. Something is unmistakably at work in the nature of a compulsion to do the same as the others, to remain in harmony with the many” sözleriyle açıklamaktadır (s. 20). Bu bağlamda, Mebrure ve Belma’nın, özellikle Mebrure, Şişli’deki yaşam stiline; kültür, davranış ve söylem farklılıklarına uyum sağlama çabalarının, diğerleriyle birlikte “uyum” içerisinde olma arzusu taşıdığı söylenebilir.

 

 

Bütün bilgiler birlikte ele alındığında, karakterlerin yaşadıkları kültürün özelliklerini taşıdıkları görülmektedir. Bu kültürel özellikler kitap içerisinde vurgulanan “sosyal çatışmaların” sebebi olduğu söylenebilir. Ayrıca, kitap içerisinde çok defa giyim, yaşam tarzı, cinselliğe bakış ve kaygıların farklılıklarına vurgu yapılmaktadır. Söz konusu olan bu farklılıkların karakterlerin hayata bakış açılarından kaynaklandığı ve içinde bulundukları kültürden doğrudan etkilendiği söylenebilir. Bu bağlamda, Peyami Safa’nın “Sözde Kızlar” kitabında görülmekte olan “Doğu-Batı” çatışması ve bu çatışmanın sosyal yaşama yansımalarının, yalnızca coğrafi, siyasi ve edebi açıdan değil ayrıca psiko-sosyal açıdan da daha detaylı ve kapsamlı bir şekilde tartışılabilmeye müsait olduğu söylenebilir.

 

 

 

deniz devrim karabulut


Kapak Görseli: Renacer – Julian Ardila

Kaynakça:

  • Atlı, F. (2012). Edebi Metnin ve Yaratıcılığın Kaynağına Ulaşan Yol: Psikanalitik Edebiyat Eleştirisi, Turkish Studies.7/3, s. 257-273.
  • Freud, Sigmund. Group Psychology and Analysis of The Ego. Ankara: Gece Yayınevi, 1.bs. 2017
  • Freud, Sigmund. The Ego and The ID. Ankara: Alter Yayıncılık, 1.bs. 2019
  • Freud, Sigmund. The Psychology of Love. Ankara: Alter Yayıncılık, 1.bs. 2019
  • Freud, Sigmund. Psikanaliz Üzerine Vakalar. Çev. Füsun Dikmen. Ankara: Tutku Yayınevi, 1.bs. 2018
  • Geertz, C. (2005). Deep play: Notes on the Balinese cockfight. Daedalus, 134 (4), s. 56-86
  • Moran, B. Edebiyat Kuramları ve Eleştiri. İstanbul: İletişim Yayınları, 2009
  • Phillips, A. Dehşetler ve Uzmanlar. Çev. Tuna Erdem. İstanbul: Metis Yayınları, 3.bs. 2017
  • Safa, Peyami. Sözde Kızlar. İstanbul: Ötüken Yayınevi, 42.bs. 2016
  • Tunç, A. (2018).  Roald Dahl’ın Matilda İsimli Romanının Sigmund Freud’un Psikanalitik Yorumlama Yöntemiyle İncelenmesi. Uluslararası Çocuk ve Eğitim Araştırmaları Dergisi. 2 (1), pp. 1-7