Giriş

 

Vitalite’nin kış mevsimi teması olarak bellek isminin belirlenmesinden sonra bu tema üzerine ne yazabileceğimi düşünürken; 2018’den beri yeniden yaşayarak hatırlamaya mecbur kaldığımız Türkiye’deki ekonomik krizler belleğini, veriler ışığında tarihsel bir perspektiften yazarak bu konu hakkında toplumsal bellek kaybının azalmasına yardımcı olmak istedim. Türk ekonomisinin belleğini ele aldığımızda, Cumhuriyet’ten günümüze gelene kadar çeşitli ekonomik krizler ile karşı karşıya kalındığı görülmektedir. Bu krizler tarihini incelerken art arda dejavu olduğumu söylemeden geçemeyeceğim. Bilakis ortalama her on yılda bir karşılaştığımız ekonomik krizlere aynı reaksiyonlarla yaklaşmış, çözüm için aynı günü kurtarma hamlelerini denemiş ve krizin nedeni olarak genellikle yabancı güçleri işaret etmişiz. Bu yazımda 2018’den beri yaşadığımız ekonomik kriz haricinde 1929 krizinden 2008 krizine kadar yaşanan kriz ve devalüasyonları ele aldım. Çalışmamda başlıca TCMB, TÜİK ve diğer önemli kuruluşların verileriyle birlikte dönemin ana akım gazetelerinden yararlandım.  Keyifli okumalar dilerim.

 

Kriz ve Ekonomik Kriz

 

Tarih boyunca bireyler, gruplar, şirketler, milletler ve devletler doğrudan veya dolaylı hatalarından ötürü çeşitli krizler ile karşılaşmıştır. Köken olarak Antik Yunancadaki krisis yani karar manasına gelen kriz, tanım olarak; stabil bir düzenden unstabil bir düzensizliğe düşmek olarak özetlenebilir. Ekonomik kriz konusundaysa net bir tanım olmamakla birlikte çeşitli görüşler vardır. Bu görüşlerden biri de; ekonomide aniden ve beklenmedik bir şekilde ortaya çıkan olayların makro açıdan ülke ekonomisini, mikro açıdan ise firmaları ciddi anlamda sarsacak sonuçlar ortaya çıkarmasıdır (Coşkun Can Aktan, 2001, s. 4).

 

Genç Cumhuriyetin İlk Krizi: 1929 Krizi

 

 

1929 yılının Ekim ayındaki New York borsasındaki hisse senetlerinin hızlı bir değer kaybetmesi ve bankalardaki likide sorunu, tüm dünya ülkelerini derinden sarsan bir ekonomik krize neden oldu. Krizin sonucunda yaklaşık 3000 banka iflas etmiş, endüstriyel üretimin azalması sonucunda uluslararası ticaret kapasitesi daralmış ve 30 milyona yakın kişi işsiz kalmıştır. Büyük Bunalım en çok sanayileşmiş şehirleri vurmuş, bu kentlerde bir işsizler ve evsizler ordusu yaratmıştır. Bunalımdan etkilenen birçok ülkede inşaat faaliyetleri durmuş; tarım ürünü fiyatlarındaki %40-60’lık düşüş, çiftçileri ve kırsal bölge nüfusunu kötü etkilemiştir. Talebin beklenmedik düzeyde düşmesi nedeniyle madencilik alanı buhranın en fazla etkilendiği sektörlerden biri olmuştur(Turan, 2011, s. 58).

 

Büyük Buhranın Türkiye’ye Yansımaları

 

 

Türkler, 1922’nin sonunda Anadolu ve Trakya’daki siyasi bağımsızlıklarını savaşarak kazanmışlardı. Fakat siyasi bağımsızlıkların yanında ekonomik bağımsızlığın da ne kadar önemli olduğu bilmekteydiler. Bu kapsamda Şubat 1923’te I. İzmir İktisat Kongresi toplandı ve ekonomide bağımsızlık için sanayi, tarım ve ticari hayatta Türk girişimcilerinin ve sermayedarların desteklenmesi kararı çıktı. Kongreden çıkan karar bir ekonomik liberalizmdi. Ancak 1929 Krizi tüm dünyayı derinden etkilediği gibi Türkiye’yi de etkilemişti. Türkiye ekonomisinin kuruluş aşamasında çok önemli bir kısmı tarım ekonomisine dayanmaktaydı. GSMH’nin yaklaşık yarısı tarımdan elde edilmekte, çalışanların %70’inden fazlası çiftçilikle uğraşmaktadır. Nüfusun %80’i kırsal kesimdedir(Duman & Işık, 2012, s. 74). Yani, Türkiye için tarımda yaşanabilecek bir tekleme ekonomide tökezleme manasına gelmekteydi. Nitekim genç cumhuriyet için 1929 Küresel Krizi de tam buna karşılık gelmekteydi.

 

 

Kriz sonucunda hammadde ve mallarda önemli düşüşler yaşanmış ve özellikle Türkiye gibi ekonomisinin önemli bir kısmını tarım ihracatından karşılayan ülkelerde ekonomi küçülmüştür. Buhran sonrası tarım ve hammadde ürünlerinin değeri azalmış ve bunun sonucunda Türkiye’nin ihracat gelirleri azaldığından dolayı Türk çiftçisi zor günler yaşamıştır. Türk ekonomisine bu zorluklardan sonra ithalat kısıtlamaları ve yasakları getirilmiştir. Dış borçların ödenemeyeceği açıklanmış, ertelemeye gidilmiş ve ithalatı finanse etmek için borç para bulunmakta zorluklar yaşanmıştır. Ayrıca Türk Lirasının değer kaybı, Osmanlı’dan kalan borçlar, artan enflasyon ve işsizlik de bu tabloya eklenince Türkiye için ekonomide yeni bir rota şart olmuştur. Bu kapsamda 1923’te İzmir İktisat Kongresinde alınan, Türk burjuvasını yaratma ve destekleme fikrinden devletin ekonomide başaktör olduğu devletçiliğe geçilmiştir. Ekonomik buhranın olumsuz etkilerini hafifletebilmek için liberal iktisadi görüş yerini devletçiliğe bırakmıştır. Yeni dönemle birlikte Türk ekonomisinde devletin ekonomik yaşamdaki ağırlığı artmaya başlamıştır. Yine buhranla birlikte ekonomiyi sağlam temellere oturtabilmek ve sanayileşmeye hız kazandırmak için kalkınma planı hazırlanmıştır. Ekonomik açıdan başlayan devletçilik, siyasal açıdan da bürokrasinin güçlenmesine ve devletin merkezî rolünün artmasına sebep olmuştur(Atatürk Ansiklopedisi, 2021).

 

1929 Krizinin Sonuçları

 

  • Serbest piyasa ekonomisinden devletin piyasaya daha çok müdahil olduğu devletçilik modeline geçilmiştir.
  • Türkiye borçlanmakta zorlanmıştır.
  • Dış borçların ödenebilmesi için ithalatı azaltma yoluna gidilmiştir.
  • Dünya genelinde tarım ürünlerinin fiyatları azaldığından dolayı Türkiye’nin temel ihraç gelirlerinde azalma yaşanmıştır.
  • Önce dış ticaret açığı artmış, ardından kontrol altına alınarak dış ticaret fazlasına dönüşmüştür.

 

Devalüasyonlar Dönemi

 

Devalüasyon Nedir?

Devalüasyonun sözlüklerdeki karşılığı; sabit kur rejiminde, ulusal paranın yabancı paralar karşısındaki değerinin azalmasını ifade eder(Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Terimler Sözlüğü). Genel olarak devalüasyon ödemeler dengesinde sorunlar yaşayan ülkelerde uygulanır. Fakat devalüasyon yapan her ülke, ödemeler dengesi sorunlarını kesin olarak çözer diyemeyiz. Bir ülke devalüasyon kararı alırsa bunun sonuçları neler olabilir? Teorik olarak, bir ülke devalüasyon yaparsa, millî para birimi döviz karşısında değer kaybedeceği için ithalat yapması zorlaşır; ülkeye gelen ithal mallar bir enflasyona neden olabilir ve ihracat ile elde ettiği gelirler artar. Böylelikle ülkenin elinde fiyatı pahalılaştığı için alınamayan ürünlerden dolayı döviz fazlası kalır ve eğer rasyonel ekonomi politikaları uygulanırsa, ödemeler dengesi rayına oturabilir.

 

1946 Devalüasyonu

 

 

Türkiye Cumhuriyeti, 1931 yılında Türk Lirasını, Amerikan Doları karşısında 211 kuruş olarak ayarlamıştır. Fakat 1931 yılında yapılan devalüasyonun, devalüasyon mu yoksa o yılların ekonomik şartları gereği kısa vadeli TL değerinin düzenlenmesi mi olduğu uzun süre tartışılmıştır. Çünkü ekonomi literatürlerinde açıklanan devalüasyon teorilerine en uygun olanının, Türkiye’de 7 Eylül 1946 yılında yapılan ilk devalüasyon olduğu görüşleri ağırlık kazanmıştır (Çelebi, 2001, s. 59).

 

1946 Devalüasyonu’na geçmeden önce II. Dünya Savaşı dönemi Türkiye ekonomisini kısaca bir incelemekte yarar var. Türkiye Cumhuriyeti, II. Dünya Savaşına girmese de Avrupa’daki ticaret yaptığı ülkelerin savaşta olmasından dolayı savaşın beraberinde getirdiği zorlukları yaşamıştır. Savaş döneminde Türkiye’nin ithalat ve ihracatı neredeyse yarı yarıya düşmüştür. Fakat Türkiye savaş süresince bilfiil savaşmadığından dolayı savaşan ülkelere hammadde ve mal satarak gelirlerini artırmıştır. Yani savaş döneminde Türkiye, ithalatı kısmış ve ithalattan fazla ihracat yaparak kasasını doldurmuştur.

 

8 Mayıs 1945’te Almanya’nın teslimi ve 15 Ağustos’ta da Japonya’nın teslimiyle II. Dünya Savaşı sona ermişti. Savaş sonrası iki galipli bir dünya oluşmuş ve Türkiye için karar vakti gelmişti. Türkiye ya kendisinden toprak ve Boğazlarda askeri üst talep eden komşusu SSCB’yi bir kader ortağı olarak seçecekti ya da demir perdenin haricinde kalan hür dünyaya entegre olacak ve ülkesini ABD – Batı bloğuyla kalkındıracaktı. Türkiye’nin tercihi rasyonel olarak hür dünyadan yanaydı. Ancak her tercihin bir bedeli vardı. Türkiye savaş sonrası hâlen tek parti rejimiyle yönetilen otoriter bir ülkeydi. Dolayısıyla eğer hür dünyaya entegre olacaksa önce kendi içinde reformlar yapmalıydı. Bu reformların en önemlisi ise çok partili siyasal yaşama yeniden geçişti. 7 Ocak 1946’da CHP içerisinde Demokrat Parti çıktı ve yaklaşık yedi ay sonra (şaibeli de olsa) seçim yapıldı. Reformların bir kısmı yapılmıştı ama ekonomik anlamda yapılacak işler çoktu. Savaş döneminde Türkiye yaptığı ihracatlar ile cari fazla vermiş ve kasasını doldurmuştu. Ancak savaş sonrasında değerli Türk Lirası ile ticaret yapmak sorun oluşturduğu için ve IMF – Dünya Bankasına girebilmek gerekçesiyle Recep Peker başbakanlığındaki 15. Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti, 7 Eylül 1946’da devalüasyon ilan etti. 1946 yılında 7 Eylül kararı ile birlikte Türk Lirasının değeri % 40 yakın bir oranda düşürüldü. 1 Dolar, 2.82 Lira olmuştur. Türk parasının değeri çok aşağı tutulmuştu. Yapılan enflasyon olumsuz sonuçlar doğurdu. Üretimden beklenen sonuç sağlanamadı ve devlet giderleri arttı(Çetinkaya, 2003, s. 56).

 

 

1946 Devalüasyonunun Sonuçları

 

  • Savaş sonrası oluşan değerli Türk Lirası ile ticaret yapmanın zor olduğu gerekçesi ile Peker Hükümeti 7 Eylül 1946’da TL’nin değerini ABD Doları karşısında %40 düşürerek 1$’ı 2,82 TL’ye sabitledi.
  • Yapılan devalüasyon Türk ticaretinin liberalleşmesi ve Batı bloğu ile entegrasyon sürecini ilerletmiş olsa da devalüasyonun etkileri yeterince hesaplanmadığı için tarımda ve sanayide üretim açısından istenilen etki yaratılamadı.
  • Ülkede yıllarca süren cari fazla, cari açığa döndü.
  • İthal malların fiyatı ve girdi maliyetlerinin artması sonucunda enflasyonda yükseliş trendi başladı.
  • Yaşanan ekonomik durgunluk akabinde yapılan ilk demokratik seçimde 27 yıllık CHP iktidarını sonlandırıp Demokrat Parti’yi iktidara taşıyan nedenlerden biri oldu.

 

1958 Devalüasyonu

 

 

1946’da uygulanan devalüasyon, ekonomide yarattığı etkilerle 1950’de Demokrat Parti’yi iktidara taşımıştı. Türk siyasal tarihinde Demokrat Parti’li yılları üçe ayırabiliriz; 1950-54 arası reform ve ekonomide büyük atılımlar dönemi, 1954-57 otoriterleşme ve ekonomide problemlerin başlayabileceği sinyal dönemi, 1957-60 otoriterleşmiş bir iktidar ve ekonomide sorunların yükseldiği dönem. DP döneminde sivil tüketimlerin ihtiyaçlarının artması nedeniyle artan ithalat, döviz stoklarında bir erimeye neden oldu. Zamanla yükselen enflasyon ve dış borçlar, finansal dengede sorunlara neden oldu. Buna çözüm olarak hükümet, fiyat denetimlerini başlattıysa da bu sefer de kara borsacılık patlak verdi. Nihayetinde sorunları çözmek için DP hükümeti, dış borç arama yoluna girdi ve IMF’in kapısını çaldı. Demokrat Parti de iktidar olduktan sekiz yıl sonra yani 4 Ağustos 1958’de IMF’in önerisiyle Türkiye’nin ikinci devalüasyon kararını aldı. Devalüasyon kararı ihracatçı için kısmen olumlu gözükse de ithal mallarda artan fiyat artışı enflasyona neden olmuştur. Bütün bunların yanında, 1958 yılı devalüasyonu, ödemeler bilançosundaki bazı önemli boşlukları kapatmış, fakat beklenilen ekonomik dengeyi sağlayamamıştır. 4 Ağustos 1958 tarihinde “İktisadi İstikrar Tedbirleri” adı altında yapılan bu devalüasyonda, Türk Lirası %220 değer kaybederek, bir Dolar (900) kuruş (9) TL olmuştur (Çelebi, 2001, s. 60). Ekonomide ve siyasette artan istikrarsızlık hükümeti daha da otoriterleştirmiş ve 27 Mayıs 1960’da Demokrat Partili yıllar bir askerî darbeyle sona ermiştir.

 

1958 Devalüasyonunun Sonuçları

 

  • 4 Ağustos 1958’de TL, ABD Doları karşısında %220 değer kaybettirilerek 1$’ı 9 TL’ye sabitlendi.
  • Devalüasyonla birlikte ödemeler bilançosu kısa bir süreliğine rayına oturmuş gibi olsa da ekonomide istikrar sağlanamadı.
  • Devalüasyon kararı ilk etapta ihracatçı için olumlu gözükse de ithal malların maliyetinin artması sonucunda enflasyonu yukarıya çıkarmıştır.
  • Ekonomide ve siyasette artan istikrarsızlık 27 Mayıs 1960’da bir askeri darbeye neden oldu.

 

1970 Devalüasyonu

 

 

27 Mayıs’tan sonra Türk siyasetinde ve sosyolojisinde değişimler başlamıştı. 1961 Anayasası’nın getirdiği özgürlükçü ortam; siyasi partileri, üniversitelerdeki öğrenci hareketlerini, dernekleri ve işçiler arasında sendikalaşmayı artırmıştı. Fakat bu haklar ve özgürlükler ortamı Türk milleti için pekte alışılmış bir şey değildi. Nesiller boyunca bu millet doğru bir bakış açısı olmasa da devletini hem koruyucusu olan bir baba olarak görmüş hem de şımardığında kendisini terbiye edecek bir baba olarak tasavvur etmiştir. 1961 Anayasası ile artık kendisini koruyacak ve ıslah edecek bir baba olmayışından dolayı 60’lı ve 70’li yıllar Türkiye tarihi için siyasi, ekonomik ve toplumsal istikrarsızlıkta zirve dönemlerden biriydi.

 

Darbe sonrası kapatılan Demokrat Parti’nin yerini Adalet Partisi almıştır. 1965’de Adalet Partisi’nin başına Süleyman Demirel’in seçilmesiyle AP, 1965 ve 1969 seçimlerinden tek başına iktidarla çıkmıştı. 1969 seçimleri sonrası oluşan II. Demirel Hükümetinin hükümet programında Türk Lirasının devalüe edilebileceği tarzında bir takım sinyaller verilmiş ve bu mecliste ve gazetelerde epey tartışılmıştır. Devalüasyonun asıl gerekçeleri arasında klasik ihracatı artırma ve ithalatı azaltma düşüncesi vardı. Bunun yanı sıra dönemin artan petrol fiyatlarının gelişmekte olan ülkelere yarattığı hasarlar, 1969’daki memurlara yapılan yüksek zammın maliyeye getirdiği yük ve Avrupa’ya çalışmaya giden Türk işçilerinin dövizlerini Türkiye’ye gelmesini sağlamak gibi nedenlerde vardı. 12 yıl aradan sonra Türkiye, üçüncü devalüasyon kararını 10 Ağustos 1970’de açıkladı ve Türk Lirası %66’lara yakın bir değer kaybettirilerek Amerikan Doları karşısında 15.15 TL oldu. Lakin Türk Lirasındaki değer kaybı enflasyonu da beraberinde getirmiş ve halkın alım gücünü pek çok kalemde düşürmüş ve ek vergiler gelmiştir.

 

 

1970 Devalüasyonunun Sonuçları

 

  • 10 Ağustos 1970’te TL’nin değerini ABD Doları karşısında yaklaşık %66 düşürülerek 1$’ı 15,15 TL’ye sabitledi.
  • Devalüasyon kararının olumlu gelişmeleri olarak; yurt dışına çalışmaya giden gurbetçilerin Türkiye’ye yolladığı dövizler arttı, turizm gelirleri ve ihracat gelirleri kısa vadede yükseldi.
  • Devalüasyonla birlikte ithal mallarda yaşanan fiyat artışı nedeniyle enflasyon arttı ve bunun sonucunda halkın alım gücü azaldı.
  • 1970’de açıklanan devalüasyon kararı Türk ekonomisinin ihtiyacı olan istikrar ortamını sağlayamadı. Nihayetinde 12 Mart 1971’de askerler Demirel Hükümeti’ne bir muhtıra vererek istifaya zorladılar.

 

1970’ler Neden – 24 Ocak Kararları Sonuç

 

1970’lerde ardı ardına kurulan ve dağılan koalisyon hükümetleri, 1973 Petrol Krizi ve 1974 Kıbrıs Çıkarması sonucunda gelen ABD ambargosu neticesinde 70’li yıllar Türkiye için tam anlamıyla istikrarsızlık yıllarıydı.

 

Çare Teknokratlar Mı?

 

 

1971’de Genelkurmay tarafından III. Demirel Hükümetine verilen muhtıra sonrası hükümet istifaya mecbur bırakıldı ve ardından yine askerlerin isteği doğrultusunda Nihat Erim liderliğinde bir dizi teknokrat hükümetler kurduruldu. Türkiye’nin temel sorunu ekonomiydi ki hükümetin de en öncellikli ödevi ekonomiyi düze çıkartmak olacaktı. Bunun için Dünya Bankası’ndan Atilla Karaosmanoğlu yurda çağrıldı ve teknokrat hükümetin Ekonomiden Sorumlu Başbakan Yardımcısı oldu. Karaosmanoğlu’nun açıklamaları yurt genelinde ekonominin toparlanabileceği üzerine beklentiler yaratsa da askerler ile Karaosmanoğlu, Türkiye’nin uygulaması gereken yeni ekonomi programı üzerinde uzlaşamadı. Nihayetinde Atilla Karaosmanoğlu’nun da içinde bulunduğu 11 bakan şu açıklamayı yaparak görevlerinden istifa ettiler; Yurdumuzun muhtaç olduğu kalkınma hamlesini ve reformları Atatürkçü bir görüşle gerçekleştirmek amacıyla kurulan hükümette görev almıştık. Bu amaçları gerçekleştirme olanağı kalmadığı inancıyla görevlerimizden çekiliyoruz(Turgut, 2001). Zaten hükümet de bu istifalardan 8 gün sonra düştü ve yerine II. Nihat Erim Hükümeti (34. Hükümet) kuruldu. Altı ay sonra II. Nihat Erim Hükümeti düştü ve yerine Ferit Melen’in liderliğinde yeni bir teknokrat hükümet (35. Hükümet) kuruldu. 35. Hükümet yaklaşık 11 ay görevde kalabildi ve yerini Naim Talu başbakanlığında yeni bir teknokrat hükümet (36. Hükümet) devraldı. 36. Hükümet ise 1973’deki seçimlere kadar ülkeyi idare etti. Sonuç olarak; Türkiye’de siyasal, idari, ekonomik istikrarı sağlamak ve 71 Muhtırası sonrası ülkedeki geçiş dönemini uygulamak için kurdurulan teknokrat hükümetler dönemi yaklaşık iki yıl sürmüş ve istenildiği gibi ne ekonomik ne de siyasi istikrarı önemli ölçüde sağlayamamıştır.

 

Petrol Krizi

 

 

1973’te OPEC ülkelerinin İsrail’i desteklediği gerekçesiyle ABD ve Hollanda’ya uyguladığı ambargo sonrası petrol fiyatları dört katına çıktı büyük bir kriz patlak verdi. Kriz tüm dünyayı etkilediği gibi Türkiye’yi de derinden etkilemişti. Çünkü Türkiye’nin enerjisi dışa bağımlıydı ve petrol bu enerjide başı çekmekteydi. Enerjide artan fiyatlar üretimdeki maliyetleri de tırmandırmaktaydı. Ayrıca Türkiye’nin enerji ihtiyacı da her geçen yıl artmaktaydı. Türkiye 1973 yılında 8,1 milyon ton petrol ithal eden bir ülkeyken, bu miktar 1977 yılında 14,3 milyon ton petrole çıkmıştırBunun sonucu olarak petrol faturası 218 milyon dolardan 1,4 milyar dolara yükselmiştir (Seydioğlu, 1982, s. 157). Dolayısıyla yaşanan petrol krizi bütçedeki açığı artırmış ve Türkiye’nin ödemeler dengesini bozarak enflasyonun artışına neden olmuştur.

 

Kıbrıs Çıkarması ve ABD Ambargosu

 

1973 seçimleri sonrası ne merkez sağın Adalet Partisi ne de merkez solun CHP’si tek başına iktidara gelemedi. Ancak CHP yeni genel başkanı Ecevit’in alt ve orta sınıfta yarattığı umutla birinci parti olmayı başarabildi ve bundan ötürü koalisyon kurma yetkisini aldı. CHP koalisyon için MSP ile anlaşarak 37. Hükümeti kurdu. Ortanın solu CHP ve Millî Görüşçü MSP’nin antiemperyalist, millî, bağımsız politikaları Kıbrıs Barış Harekâtı’nda ortaya konmuş ve koalisyon hükümetinin politik iddiasının ana omurgası olmuştur(Ünal, 2021). Hükümetin ilk büyük sınavı 1973’de başlayan Petrol Krizi’ydi. 1974’lere gelindiğindeyse Kıbrıs Barış Harekâtı gerçekleşmiş ve 2. Harekât sonrası Türkiye’ye ambargo kararı uygulanmıştı. Ambargonun içeriği daha çok askerî olsa da bu Türkiye’nin uluslararası ilişkilerini ve doğal olarak ekonomisini de olumsuz etkilemişti. 1974 Türkiye’sinde enflasyon geçen yıla göre %3,6 artarak %18,6’ya çıktı. Ecevit, Kıbrıs zaferi sonrası elde ettiği popülarite ile erken seçime gitmek istediyse de MSP buna izin vermedi ve I. Ecevit Hükümeti düştü. Ardından Sadi Irmak başbakanlığında yine bir partiler üstü hükümet (38. Hükümet) kurulmak istendi ama güvenoyu alamadı.

 

70 Sent’e Muhtaç Türkiye

 

 

31 Mart 1975’de Süleyman Demirel başbakanlığında; AP-MSP-CGP ve MHP’nin de aralarında bulunduğu I. Milliyetçi Cephe Hükümeti (39. Hükümet) kuruldu. Milliyetçi Cephe Hükümeti her ne kadar sağın tek bir vücut hâli (Demokratik Parti haricinde) gibi görülse de aslında Türkiye’de yükselen sol ve işçi hareketine karşı oluşturulmuş zorunlu bir birliktelikti. Hükümet içerisindeki dört partiden dolayı herhangi bir konuda birden fazla farklı görüş çıktığından basında MÇ Hükümetleri yamalı bohçaya hatta dönemin başbakanı Demirel’e göre de sonradan bitli yorgana benzetilmiştir. I. MC Hükümeti ülkeyi 1977 seçimlerine kadar idare etti ve ülkenin idaresini teslim aldıklarında %19,8 olan enflasyonu 1977’de %28 olarak bıraktılar. 

 

1977 seçim sonuçları CHP için büyük bir başarıydı. CHP 20 yıl sonra %40 barajını aşmış ve ülke genelinde %41,38 oy oranı ile birinci parti çıkmıştı. Ancak CHP birinci parti olmasına rağmen yine de mecliste hükümeti kurmak için yeterli çoğunluğa sahip değildi. CHP bir azınlık hükümeti (40. Hükümet) kurduysa da güvenoyu alamadığı için hükümet düştü. Hükümet kurma sırası Adalet Partisi’ne gelmişti. Süleyman Demirel,  21 Temmuz 1977’de II. Milliyetçi Cephe hükümetini kurdu. II. MC Hükümeti, tarihimizde “Güneş Motel” olayı olarak anılan milletvekili transferlerine kadar ülkeyi idare etti.

 

 

5 Ocak 1978’de Ecevit, Adalet Partisi’nden transfer ettiği 11 vekil ile III. Ecevit Hükümeti’ni (42. Hükümet) kurmayı başardı. Ecevit hükümete geldiğinde Türkiye’nin acil ödemesi gereken yaklaşık 4 milyar 840 milyon dolarlık bir borç vardı. Fakat Türkiye’nin 1977’deki ihracat rakamı bu borcun sadece %37’si bile değildi. Ayrıca 1977’deki ithalat 5 milyar 796 milyon civarındaydı. Yani Türkiye’de büyüyen bir cari açık ve nerdeyse ithalat miktarı kadar acil ödenmesi gereken dış borç vardı.

 

Hükümet acil ödenmesi gereken borçların ertelenmesi için çabalar harcasa da bu cabalar sonuçsuz kalmış; enerji maliyetlerinin artması ve Türkiye’ye yapılan yatırımların azalması sonucunda üretim düştüğünden dolayı temel tüketim maddeleri kara borsaya düşmüştü. Mart ayında yeni bir devalüasyon kararı ile 1$19,25 TL’den 25 TL’ye çıkarılmıştı. Devalüasyon sonrası başta ithal mallar olmak üzere pek çok kaleme büyük zamlar yapıldı. Öyle ki 1979 yılında gelindiğinde sıvı yağ, margarin, mutfak tüpü ve petrol ürünleri karneyle satılır hale gelmişti. Enflasyon rakamları ise hükümet iş başına geldiğinde  %28’den %56,8’e çıkmıştı. Nihayetinde MHP, CGP’nin desteklediği ve MSP’nin kerhen desteklediği (VI.) Demirel’in azınlık hükümeti (43. Hükümet) mecliste güvenoyu alarak III. Ecevit Hükümetini düşürdü ve ülkeyi 12 Eylül Darbesine kadar idare etmeye çalıştı.

 

24 Ocak Ekonomik İstikrar Kararları

 

Demirel dışarıdan destekli azınlık hükümetini kurduktan sonra yeni bir ekonomik istikrar programı oluşturulması amacıyla Başbakanlık Müsteşarı olarak Turgut Özal’ı görevlendirir. Özal ekibiyle birlikte dönemin dünya ekonomisinin trendlerine uygun ve IMF standartlarında yeni bir liberal ekonomik reçete hazırlar.

 

 

24 Ocak 1980’de Demirel’in azınlık hükümeti Türk ekonomisinde yeni bir dönemi başlatacak reçeteyi açıkladı. Reçete kısa vadede enflasyonu düşürmek, ödeme dengeleri sorununu çözmek, büyümeyi istikrarlı bir şekilde artırmayı hedeflemekteydi. Orta ve uzun vadede ise kamunun iktisadi kaynakları azaltılarak özel sektörün öne çıkarılması, sıkı para ve maliye politikasına başlanılması, real faize geçilmesi ve ithal ikame[1]modelinden ihracata dayanan bir ekonomi modele geçilmesini amaçlamaktaydı. Ayrıca 24 Ocak’ta açıklanan ekonomik istikrar kararlarında Türk Lirası bir kez daha devalüe edilerek 1$ 70 TL oldu.

 

 

Esasen 70’li yıllarda kurulan ve ömrü uzun olmayan pek çok koalisyon hükümetleri Türkiye’nin uyguladığı içe kapanık ekonomi modelinin değişmesi gerektiği konusunda fikirlere sahiptiler. Ancak 70’lerdeki yükselen sol ve öğrenci-işçi hareketleri, sokaktaki anarşi ve koalisyon hükümetlerinin kısa ömürlü oluşu ekonomik reformları tıkamaktaydı. En sonunda Demirel’in dışarıdan destekli azınlık hükümeti ekonomiyi toparlamak ve ekonomiyi liberalleştirmek için kararlar alsa da 24 Ocak Kararları’nın sağlıklı anlamda uygulanmaya başlanması 12 Eylül Darbesi’nden sonra askerlerin idareyi bütünüyle ele alması ile olmuştur.

 

 

1994 Krizi: Çiller’in Faiz İnadı

 

1980 öncesi Türkiye’deki hem idari hem de ekonomik istikrarsızlık 24 Ocak Kararları’nı ve ardından da 12 Eylül askerî darbesini getirdi. 24 Ocak Kararları ile Türkiye, IMF ile anlaşmış, kamuda yeni tasarruf tedbirleri alınmış, Türk Lirası devalüe edilerek ihracat gelirleri kayda değer ölçüde artmış ve ödemeler dengesindeki açık azaltılmıştı. Türkiye’nin 80’li yıllarına Özal ve onun Türkiye’de uyguladığı neo-liberal ekonomi politikaları damga vurmuştu.

 

 

Özal’ın görev sırasındayken ani ölümü sonrası Çankaya’ya Süleyman Demirel geçti. Demirel’den sonrada DYP’ye ve başbakanlık makamına Tansu Çiller seçildi. Çiller başbakanlığa gelir gelmez ilk iş tüm ekonomi kurullarını kendisine bağladı. Ufukta bir yerel seçim vardı ve Çiller’in partisi DYP bu yerel seçimleri en az kayıpla atlatmalıydı. Bunun için Tansu Çiller kamu harcamalarını artırarak ve düşük faizle yatırımın, tüketimin, harcamaların artacağını düşünerek ekonomik büyümeyi artırmak istiyordu. Fakat umulanın aksine popülist kamu harcamaları bütçe açığının artmasına ve bu da doğal olarak faizlerin artmasına neden olmaktaydı. Çözüm olarak Başbakan Çiller, talimat ile faizleri düşürmeye hatta hazinenin borçlanma ihalesi ile tahvil bonolarını iptal etmeye kalkıştı ki bu 1994 Krizi’nin çıkışı açısından sembol hatalardan biri olarak anılacaktı.

 

 

Krize Doğru

 

1989’da sermaye hareketlerinin serbest bırakılması Türk Lirası ve faizleri artırmıştı. Faizlerin artmasıyla yoğun miktarda Türkiye’ye sıcak para girişi yaşandı. Bu sıcak paralar ise iç borçlanmayı artırdı ki 1994 Krizi’nin ana nedenlerinden biri de yüksek iç borçlanmadır. 1988-1993 arasında kamu sektörü borçlanma gereği (KSBG) sürekli artmıştır. 1990’da KSBG’nin GSMH’ye oranı %8 iken 1993’de %12’ye çıkmıştır. İç borç stokunun GSMH’ye oranı da 1990’da %6.2 iken 1993’de %13.3’e ulaşmıştır. Aynı durum dış borç stoku için de geçerlidir. Dış borç/GSMH oranı 1985’de %14.7 iken 1993’de %18.7’dir. 1994 krizi, yurtiçinde makro değişkenlerin birbirini olumsuz etkilemesi ve gelişmiş ekonomilerde durgunluk oluşturmuştu(Aydemir, 2020).

 

1990-94 arasındaki Körfez Krizi ile hükümetler dövizi baskılayarak iç politikada talebi canlandıracak bir genişlemeci maliye politikasına gitmişti. Bu dönemde Güneydoğu ve Doğu Anadolu’da terör faaliyetlerinin artması sonucunda savunmaya aktarılan pay, KİT’lerin açıkları, ücretler artmış ve popülist politikalar sonucunda bütçenin dengesi bozulmuştur.1980’li yıllarda kamu kesiminin borçlanma gereksinimi GSMH’nin %4-5’ini oluştururken; bu oran 1991-1993 yıllarında %10-12 bandına ulaştı (Köylüoğlu, 2019).

 

Ülkede artan enflasyon ve siyasal belirsizlik nedeniyle doğrudan yatırmaların yerini faiz ile sıcak para girişleri almış, böylelikle ekonomide önce kısa vadeli bir canlanma ardından ise sermaye çıkışları bir krize neden olmuştur.

 

1993’de Tansu Çiller’in başbakanlığında kurulan yeni hükümet Türk Lirasındaki faizlerin çok yüksek olduğunu neden göstererek yurt dışından döviz cinsi borçlandı. Alınan borç ile iç borçların ödemesi finanse edildi. Böylece 1993 yılı ile kamu açıklarının dış borçla kapatılmaması ilkesinin terk edilmesiyle birlikte, kamu kesiminin 1980’lerde yüzde 4 olan borçlanma ihtiyacı 1994 yılına gelindiğinde GSMH’nin yüzde 17’sine çıkmıştır(Aktaş, 2000).

 

1993’ün sonlarına doğru gelen sıcak paranın bir kısmının borsaya kayarak kamunun faiz yükünün azaltılması amaçlanarak piyasaya para sürülmüş. Fakat hem faiz hem döviz kurlarının beklentisi artığından dolayı rekor bir cari açık oluşmuştur. 1994’ün Ocak ayı ile Nisan ayları arasında Türk Lirası, Amerikan Doları karşısında yaklaşık %160 değer kaybetti.  Ocak 1994’te döviz kuru 19.000 TL/$, Merkez Bankası rezervleri 7 milyar dolar iken, 5 Nisan 1994 kararları noktasında döviz kuru 38.000 TL/$, rezervler ise yaklaşık 3 milyar dolara kadar düşmüştür. Enflasyon oranı (TÜFE) %106’ya fırlamış, toplam net sermaye çıkışı 4 milyar doları aşmış, hazine bonosu faizleri %400’lere ulaşmıştır(Aydemir, 2020).Böylelikle alınan dış borçların maliyetleri artmış ve Türk Lirasında kalanların birikimleri eridiğinden dolayı dövize olan talep artmıştır.

 

Bundan sonra Türkiye’de çok ciddi bir sermaye çıkışı yaşanırken, Uluslararası Derecelendirme Kuruluşları Türkiye’nin kredi notunu düşürdüler. Nihayetinde yerel seçimlerden sonra ekonomik dengeleri yeniden sağlayabilmek ve ülkedeki istikrarı yeninden sağlayabilmek için DYP-SHP koalisyon hükümeti tarafından 5 Nisan’da bir dizi kararlar açıklandı.

 

Acı Reçete: 5 Nisan Kararları

Video-1: https://www.youtube.com/watch?v=8xC8q55svlI (Başbakan Tansu Çiller 5 Nisan Kararlarını Açıklıyor)

 

Genel olarak 5 Nisan Kararları kısa ve orta vadede enflasyonu düşürmeyi, döviz kurlarında ve malî piyasalarda istikrarı sağlamayı amaçlamıştır. Bu kapsamda başta akaryakıt ve diğer önemli kalemlerde vergi artışları ve ek vergi getirilmesi, bazı Kamu İktisadı Teşebbüslerinin kapatılması, bazı KİT’lerin de özelleştirilmesi ve IMF ile 14 aylığına 742 milyon $ hacminde yeni bir stand-by anlaşması yapılmasına karar verilmiştir. Ayrıca Tansu Çiller, başbakan olduğunda talimatla indirdiği %90’lık mevduat faizlerini, TL’deki değer kaybını azaltmak ve dövizdeki yükselişi frenlemek için yine talimat ile %400’lere kadar yükseltmek zorunda kalmıştır.

 

Krizin Sonuçları

 

  • Türkiye 1994 yılında %5,5 küçüldü.
  • Türk Lirası hatalı ekonomik politikalar ve devalüasyon ile başta Amerikan Doları olmak üzere pek çok yabancı paraya karşı ciddi değer kaybetti.
  • 1993 yılında %71 olan enflasyon 1994’ün sonunda üç haneye çıkarak %126 oldu.
  • İşsizlik %7,6’dan %10,5’e yükseldi.
  • Kişi başına düşen millî gelir 3000 $’dan 2184 $’a düşmüştür.

 

2001 Krizi

 

2001 Krizi, etkileri bakımından Türkiye’nin yaşadığı en derin krizdir. Krizin çıkışı Millî Güvenlik Konseyi esnasında Başbakan ile Cumhurbaşkanı arasında anayasa kitapçığı meselesi gibi gözükse de aslında krizin gelişi aşama aşama oluşmuştu. 2001Krizini daha iyi anlayabilmek için öncellikle 1999 Marmara Depremi ve yine 1999 yılında IMF ile imzalanan stand-by anlaşmasına bakmakta fayda var.

 

Marmara Depremi

 

 

17 Ağustos 1999’da meydana gelen Marmara Depremi’nin büyüklüğü 7,4 olarak açıklanmış ve deprem sürecinde 17.479 kişinin hayatını kaybettiği duyurulmuştu. Fakat 1999 depremini diğer depremlerden ayıran en önemli etken Türkiye’nin üretim merkezinin zarar alması sonucunda daralmakta olan Türk ekonominsin zora sokması olarak özetlenebilir. TÜSİAD’ın Marmara Depremi’nin Türkiye için yarattığı doğrudan maliyetler hesabına göre kayıp 17 milyar dolar olmuştur. Bu miktar DPT’ye göre 15-19 milyar dolar arasında, Dünya Bankası’na göre ise 12-17 milyar dolar civarındadır (Erdoğan Kotil, 2007, s. 739).

 

IMF ile Yeni Stand-By

 

 

Türkiye’de 90’ların sonlarına doğru enflasyon giderek artmaktaydı ve 1999 yılının sonunda Marmara Depremi ve giderilemeyen ekonomik sorunlardan dolayı Türk ekonomisi %6,4 küçülmüştü. Bu gidişatı durdurmak için IMF ile önce bir Yakın İzleme Anlaşması imzalanmış, ardından da 1999’da bu anlaşma yeni bir stand-by’a dönüştürülmüştü.

 

2000 yılında IMF destekli yeni bir program başlatıldı. Programa göre; üç yıl içerisinde enflasyon tek haneye düşürülmesi ve üç yıl boyunca %5 büyüme hedeflenmekteydi. Ayrıca programın başarılı olması için hükümet yeni özelleştirmelere yeşil ışık yakacak ve bankacılıktan kamuya, sanayiden tarıma pek çok önemli düzenlemeler yapacaktı. Böylelikle IMF’den yaklaşık 10,4 milyar $’lık bir borç alınacaktı.

 

Bu program piyasalarda olumlu karşılında ve 2000’li yılların ilk yarısı Türk ekonomisi için bir balayı gibi geçti. Öyle ki devletin hazine faizi bonosu (%131,5’ten %38,5’e) ve mevduat faizleri (%35,58) yıllar sonra düşüşe geçmişti. Türk Lirası değerlenmeye başlamıştı. Hükümet özelleştirme hamlesiyle kasaya 2 milyar dolardan fazla gelir elde etmeyi başarmıştı. Fakat balayı uzun sürmedi. Yılın dördüncü çeyreğine doğru IMF ile sorunlar yaşanmaya başlandı ve piyasaların buna tepkisi olarak 7 milyar dolara yakın bir para Türkiye’den çıktı. TL sahipleri de birikimlerini korumak için hızla dövize hücum etti ve Türkiye’de çok süratli bir dolarizasyon yaşandı. Faizler ise süratle artıyordu. Türkiye 2000 yılını bir aylık mevduat faizi olarak %86,35’le kapatıyordu. Böylelikle uygulanmaya çalışılan istikrar programı hedeflenen oranları tutturmak bir yana yeni bir krizin çıkışına neden olmuştu.

 

2001 Devlet Krizi

 

 

1999 yılından itibaren şiddeti giderek artan ekonomik bunalım 2001’in Şubat ayında yapılan MGK görüşmesi esnasında infilak etti. Cumhurbaşkanı Sezer, Başbakan Ecevit’i yolsuzluklara karşı pasif kalmakla ve yolsuzluk yapan kişi ve kurumları denetlememekle suçladı. Görüşmede yaşanan tartışmalar basına şu şekilde sızdı[2]:

  • Sezer: Ben yolsuzlukları ortaya çıkarmaya çalışıyorum, siz beni engellemeye çalışıyorsunuz. Beni küçük düşürüyorsunuz. Kamuoyu önünde beni yıpratmaya çalışıyorsunuz. Ben Cumhurbaşkanıyım, her türlü yetkim var. Anayasa’yı bilmiyorsunuz. Bilene de sormuyorsunuz. Sürekli Anayasa’ya aykırı kararnameler gönderiyorsunuz. (Elindeki Anayasa’yı Ecevit’e doğru iterek) Yolsuzluklarla mücadeleye devam edeceğim.”
  • Ecevit: Bitti mi?
  • Sezer: Hayır, bitmedi. Yargıyı emrinize almışsınız, yasamayı baskı altına aldınız. Yolsuzluk yapanları kayırıyorsunuz. Yolsuzluk yaptığı söylenenler hâlâ kabinede.
  • Hüsamettin Özkan: (Sezer’in cümlesi bitmeden ayağa kalkarak) Nankörlük ediyorsunuz. Bu üç lider sizi Cumhurbaşkanı seçti. Kendinizi ne sanıyorsunuz? Esas hükümetin mücadelesini engelleyen sizsiniz.
  • Ecevit: (Özkan’ın çıkışının ardından ayağa kalkarak) Bu şartlar altında daha fazla çalışamam. (Ve salonu terk etti.)

Video-2: https://www.youtube.com/watch?v=UCy6WMljqCc (MGK Toplantısı sonrası Başbakan Ecevit’in Açıklaması)

 

Tartışma sonrasında MGK salonunu terk eden Başbakan Ecevit, aslında kabinesinin de beklemediği sert bir tonda basın açıklaması yaparak olayın bir devlet krizi olduğunu söyledi. Bu açıklama sonrası döviz ve faizler fırlamış, İstanbul Borsası ardı ardına değer kaybetmiş, yaklaşık iki hafta içinde 7 milyar dolar Türkiye’den çıkmıştı. Merkez Bankası’nda da durumlar iyi değildi. Kriz esnasında Merkez Bankası’ndan 7 milyar dolardan fazla çıkış gerçekleşmiş. Fakat bu da doları frenleyememiştir. Siyasal ve ekonomik belirsizlikler devam ederken Türk Lirası her gün değer kaybetmekteydi. Şubat’ta Amerikan Doları önce 690 bin TL’den 950 bin TL’ye çıkmış, ardından 10 Nisan 2001 tarihinde 1 milyon 285 bin TL’ye çıkarak rekor kırmıştı.

 

 

DSP-MHP-ANAP koalisyon hükümetinden yaşananların sorumlusu olarak farklı açıklamalar gelmekteydi. Kimi bu krizin IMF tarafından çıkarıldığını kimileriyse yabancı devletlerin Türkiye’ye operasyon çektiğini söylemekteydi. Fakat vatandaş için sorumlu net bir şekilde belliydi. 2001 Krizinin en sembol görüntülerinden biri esnafın Başbakanlık önünde yazar kasasını fırlatmasıydı. Hükümetin acil bir şeyler yapması gerekiyordu. Ya mevcut politikalarını devam ettirerek Türkiye iflasa götürülecekti ya da krizin çıkış nedenlerini çözecek sağlam yapısal reformlar hayata geçirilecekti. Ecevit Hükümeti, Türkiye’yi krizden kurtaracak yeni bir kurtarıcı aramak için kolları sıvadı. Aranan kişi Kemal Derviş’ti ve tıpkı 70’li yıllarda bir umut olarak Dünya Bankası’ndan Türkiye’ye gelen Atilla Karaosmanoğlu gibi yine Dünya Bankası’ndan bulunmuştu.

 

Yeni Kurtarıcı Kemal Derviş

 

 

13 Mart 2001 tarihinde DSP-MHP-ANAP koalisyonu Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı olarak Kemal Dervişi atadı. Derviş ilk iş olarak kamuoyunda “15 Günde 15 Yasa” olarak bilinen bankacılık ve finans konularıyla ilgili reformları meclisten geçirmiştir.Türkiye’nin o gün için acil ihtiyacı olan şey, borçlarının döndürülerek uzun vadeli yeni borçlanmaydı. Derviş, Türkiye’nin dış kredi ihtiyacını karşılayabilmek ve kriz sonrası sona eren 1999’daki IMF programını revize ederek yeniden uygulamaya koymak için IMF ile pazarlığa oturdu ve yaklaşık 20 milyar dolarlık bir fon ile Türkiye’ye geri döndü.

 

Derviş reformları olarak bilinen süreç Türkiye’de uygulanması gereken yapısal reformlarda önemli bir temel oluşturdu. Kriz sonrası Türkiye’nin bankacılık ve finans sisteminde köklü reformlar yapıldı. Sıkı para ve maliye politikasına dayanan süreçte ekonomik göstergeler olumlu seyretmeye başladı. Bununla birlikte enflasyon ve faizlerde önemli oranlarda düşüşler yaşandı.

 

Başbakan Ecevit’in rahatsızlanması ve hem partisini hem de ülkeyi idare edebilecek kapasitede olup olmadığı konusunda soru işaretleri artmaktaydı. 8 Temmuz 2002’de Hüsamettin Özkan, İsmail Cem ve partinin diğer önemli isimleri DSP’den istifa ettiler. Parti içerisinde istifalar iki hafta boyunca sürdü ve DSP istifalar öncesi TBMM’nin en büyük 1. partisiyken istifalar sonrası 4. parti durumuna düştü. Hükümetin güvenoyu alamayacak seviyeye gelmesi sonrasında koalisyon ortağı MHP’nin lideri Devlet Bahçeli Kasım 2002’de erken seçime gidilmesi çağrısında bulundu. Kemal Derviş, hükümet içerisinde sık sık Bahçeli ile görüş ayrılıkları yaşamaktaydı. Nihayetinde Ağustos 2002’de Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanlığından istifa etti ve DSP’den istifa ederek yeni bir siyasi parti hareketini başlatan İsmail Cem’e partileşme sürecinde kısa bir süre destek verdi. 22 Temmuz 2002’de Yeni Türkiye Partisi kurulmuştu ama partide Kemal Derviş yoktu. Derviş 2002 seçimlerine giderken İsmail Cem’in YTP’si yerine anketlerde ikinci sırada olan Deniz Baykal’ın CHP’sini tercih etmişti.

 

 

3 Kasım 2002 gecesi sandıklar açıldığında koalisyon ortakları DSP, MHP ve ANAP başta olmak üzere 1999 seçimleri sonrası mecliste grubu olan tüm partiler şoktaydı. Halk, yıllar boyu süren krizlerin nedeni olarak eskiyi sandığa gömmüş, yeniye yol açmıştı. 2002 seçimlerinin yıldızı Millî Görüşün içinden Yenilikçi Hareket olarak çıkan ve partileşme sürecinde eski merkez sağ isimleri, liberalleri ve yeni isimleri bünyesine katan Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) olmuştu. AKP seçimlerde oyların %34,28’ini almasına rağmen %10 barajından dolayı TBMM’deki sandalye dağılımının %70’e yakınını kazanmıştı. Seçimlerin ikincisi CHP’ydi. CHP oyların %19,39’unu alarak ana muhalefet görevini üstlendi. 2002 seçimlerinde AKP ve CHP haricinde hiçbir parti meclise giremedi ve 2010’lu yıllara giderken Türkiye’nin kaderi AKP’ye emanet edilmiş oldu.

 

2001 Krizinin Sonuçları

 

  • Kriz öncesi Türkiye’nin GSMH’si 201 milyar dolar iken kriz sonrası 51 milyar dolar azalarak 150 milyar dolara düştü.
  • Kişi başına düşen millî gelirde 3000 dolardan 2250 dolara düştüğünden Türkiye alt-orta gelişmiş ülkeler ligine düştü.
  • 2001 yılında ekonomi yaklaşık %9,5 küçüldü.
  • Kriz döneminde 1$ 1 milyon 770 bin TL’ye çıktı.
  • Özelleştirmelere hız verildi.
  • Yaklaşık 800 bin kişi işsiz kaldı.
  • ÜFE %88,6’ya TÜFE ise %68,5’e çıktı.
  • Kriz döneminde 24 banka battı. Bazı bankalara TMSF el koydu ve bazı bankalar ise birleştirildi.
  • Krizde yükselen faiz ve enflasyon alınan tedbirler sonrası düşüşe geçti.

 

2007-2008 Küresel Krizi

 

 

2000 ile 2006 yılları arasında ABD’de bir para bolluğu yaşanmaktaydı. Bu para bolluğunda kişilere denetimsiz krediler verilmişti. Bunların içerisinde en bilineni ve krizin çıkış kaynaklarından olan mortgage kredileriydi.  2004’ten sonra FED’in enflasyona karşı kademeli faiz artırmasıyla kredilerin birçoğu batık hâle geldi. Kredilerini geri alamayan bankalar evleri bir teminat olarak göstererek sermaye sorununu çözmeye çalışsalar da bu zamanla diğer malî kuruluşların da iflasına neden olmuştur. (İlgilenenler Adam Mckay’ın Mortgage Krizini konu alan The Big Short filmini izleyebilirler.)

 

2007 yılında başlayan Mortgage Krizi, 2008 yılında etkisini daha da artırdı ve ABD’de pek çok önemli bankanın devasa borçlarla iflasına neden oldu. ABD’de başlayan kriz artık küresel bir boyuta dönüşmüştü. Başta Euro bölgesi olmak üzere gelişmiş ülkelerde resesyon ve küçülmeler yaşandı.

 

Kriz Türkiye’yi Teğet Mi Geçti?

 

 

2002 seçimleri sonrası tek başına güçlü bir iktidarın gelmesi Türkiye için idari ve ekonomik istikrarın sağlanmasına neden oldu. Hükümetin yeni ekonomi ekibi iki yıl içerisinde enflasyonu tek haneli rakamlara indirmeyi başardı. Türkiye 2008’e kadar yıllık ortalama %6,2 büyüme oranını kaydetti. Fakat 2007 yılında başlayan ve 2008 yılında etkisini göstermeye başlayan küresel kriz Türkiye’nin ekonomik göstergelerinde önce durağanlaşmaya, ardından ise küçülmeye neden oldu. Bu durum Avrupa ülkelerine kıyasla daha sınırlıydı. Türkiye’de kriz özellikle 2009 yılında etkisini göstermeye başladı. O yıl ekonomi %4,7 küçüldü, işsizlik rakamları Şubat 2009’da %16’ları gördü. Sonuç olarak; 2007-2008 Küresel Krizi, AKP’ye 2009 Yerel Seçimlerinde önemli bir seçim yenilgisi yaşattı. AKP ilk girdiği 2002 Seçimleri haricinde ilk kez oy kaybetmiş ve Türkiye’nin önemli büyükşehirlerinden bazıları muhalefete geçmişti.

 

2007-2008 Küresel Krizin Sonuçları

 

  • Kriz Avrupa’ya göre Türkiye’yi daha az etkiledi.
  • Yabancı finansman akışının maliyetlerinin artması ve yavaşlaması sonucunda reel sektörde küçülme yaşandı.
  • Ekonomi kriz döneminde önce durağanlaştı ardından küçüldü.
  • 2 yıl önce yaklaşık %4,7 büyüyen Türk ekonomisi, 2009 yılında %4,7 küçüldü.
  • Türkiye’de işsizlik 2009’da %13,1’le kapandı.
  • Krizin siyasi boyutu açısından AKP, 2009 Yerel Seçimlerinde önemli büyükşehir, il ve ilçelerin bir kısmını muhalefete kaybetti.

 

Sonuç

 

Genç cumhuriyet 1923’te İzmir İktisat Kongresi kararları ile yönünü liberal bir ekonomi olarak deklare ettiyse de 1929 Büyük Buhranından sonra Türkiye ekonomik rotasını devletçiliğe kırdı. 1946’ya gelindiğinde Türkiye tarihinde ilk kez milli para birimi çok değerli olduğundan dolayı TL’nin değerini yabancı para birimleri karşısında düşürerek hızlı bir devalüasyon kararı aldı. Bu karar neticesinde yıllardır cari fazla veren Türkiye ekonomisi cari açığa dönmüş ve enflasyon yükseliş trendine geçmişti. Bu kararların politik yansıması bakımından ele aldığımızda ilk demokratik seçimlerde CHP’nin kendisinden çıkan muhalefet partisi olan Demokrat Parti’ye karşı kaybetmesine neden oldu ve Türkiye’de 1950 ile 1960 arasında DP’li yılların yaşanmasının nedenlerinden biri oldu.

 

1950’den 1970’lerin sonuna kadar ağırlıklı olarak merkez sağ partilerin iktidar olmasıyla Türkiye’de serbest piyasaya doğru evrilen karma bir ekonomi uygulanmıştır. Bu dönemde yaşanan devalüasyonlar ve Petrol Krizleri Türk ekonomisini derinden etkilemiş ve bunun sonucunda ekonomide yeni bir dönemi başlatmak için 1980’de 24 Ocak Kararları olarak bildiğimiz istikrar tedbirleri kararları açıklanmıştır. Fakat şunu da unutmamakta fayda var ki; her ne kadar 24 Ocak Kararları ile birlikte Türk ekonomisi liberal bir modele geçmiş gibi gözükse de 2001 Krizi ve sonrasındaki özelleştirmelere kadar devlet pek çok sektörde çok büyük bir güce sahipti.

 

1980’li yıllar tıpkı dünyada olduğu gibi Türkiye’de de neo-liberal politikaların trend olduğu bir dönemdi. Neo-liberal politikaların Türkiye’deki sembol yüzü Turgut Özal ve onun partisi ANAP olduğundan dolayı 80’li yıllar Türkiye için Özal’lı yıllardı. Özal döneminde Türk ekonomisi serbest piyasa modeline geçmeye çalıştı. Bu geçiş biraz da hızlı bir şekilde olduğundan dolayı 80’li yıllara damgasını vuran bir diğer kriz ise Bankerler krizi olmuştu.

 

90’lı yıllara gelindiğinde tek partili iktidarların yerini kısa dönem koalisyon hükümetleri alıyor ve bu koalisyon hükümetleri döneminde yaşanan istikrarsızlıklar ve popülist politikalarla birlikte 90’lı yıllar Türkiye için yüksek enflasyon, yüksek faiz ve hem siyasal hem de finansal açıdan krizler dönemi olarak kayda geçiyordu.

 

2000’li yılların başında Türkiye 1999’da yaşadığı Marmara Depreminin yaralarını sarmaya çalışırken 2001 yılında GSMH’nin dörtte birini düşürecek yeni bir ekonomik kriz ve onun ardından da her şeyi sil baştan yapacak bir seçime gidecekti. Bu seçimlerle birlikte yıllar sonra yeniden güçlü ve tek başına bir iktidar dönemi başlıyor ve yeni iktidarın temel rotalarından biri Avrupa Birliği süreci ile tam anlamıyla serbest piyasa olduğundan dolayı Türkiye’ye 2007-2008 Krizine kadar tabiri caizse sıcak para yağmaktaydı.

 

2007-2008 Krizi döneminde Türk ekonomisi önce durağan sonra da küçülmüşse de 2009 yılına gelindiğinde toparlanma sürecine girilmişti. Özellikle 2010 ve 2011 yılında Avrupa kriz dolayısıyla durağanlaşırken Türkiye’nin ortalama her yıl yaklaşık %10 büyümesi gereksiz bir özgüven getirmiş; Türkiye’yi yöneten iktidar partisi gerek ekonomide gerekse dış politika konusunda bu özgüvenden dolayı hatalı kararlar almaya başlamıştı.

 

Kısacası Türkiye’deki ekonomik krizlerin çıkış gerekçelerinin bir kısmı dış kaynaklı bir kısmı ise içerden kaynaklanmaktadır. Bu krizlerin atlatılması konusunda Türkiye bazen kendi kendine yetebilmiş, bazen de dışarıdan yardıma ihtiyaç duymuştur.

 

Tablolar

 

Tablo-1[3] (Türkiye’de Enflasyon TÜFE / 1985-2010) rakamlar yuvarlanmıştır.

 

Tablo-2 [4] (Türkiye’de İşsizlik / 1990-2010)

 

Sebastien Thibault

EKLENTİLER

[1]İthal edilen ürünleri içeride üretme stratejisi.

[2]https://www.milliyet.com.tr/siyaset/kopruleri-attilar-5289915

[3] Not. Türkiye’de Enflasyon 1985-2018(s. 245-246), Mahfi Eğilmez, 2020, Türkiye Ekonomisi: Remzi Kitabevi.

[4]Not. Türkiye’de Enflasyon 1985-2018(s. 248), Mahfi Eğilmez, 2020, Türkiye Ekonomisi: Remzi Kitabevi.

KAYNAKLAR

  • Gün – Türkiye’nin Ekonomik Krizleri 1. Bölüm: https://www.youtube.com/watch?v=vbb_lHqDsx0&list=WL&index=16&t=1954s
  • Gün – Türkiye’nin Ekonomik Krizleri 2. Bölüm: https://www.youtube.com/watch?v=YM7jM6gJQ0o&list=WL&index=15
  • Alpay, Yalın. ve Alkin, Emre. (2020). Olaylarla Türkiye Ekonomisi: Yirminci Yüzyıl Türkiye Ekonomisi Tarihi, İstanbul: Hümanist Yayınları.
  • Aktaş, C. (2000). 5 Nisan 1994 Ekonomik İstikrar Programı Öncesi ve Sonrası İthalat Fonksiyonu Katsayılarının Değişip Değişmediğinin Belirlenmesi. Süleyman Demirel Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi , 16.
  • Aydemir, İ. S. (2020, Ekim 9). 1994 Krizinde Türkiye. Aralık 15, 2021 tarihinde TESAD: https://www.tesadernegi.org/1994-krizinde-turkiye.html#_ftn2 adresinden alındı
  • Baydur, Ö. K., & Baydur, C. M. (2021, 12 5). Atatürk Ansiklopedisi. 10 29, 2020 tarihinde 1929 Ekonomik Buhranı: https://ataturkansiklopedisi.gov.tr/bilgi/1929-ekonomik-buhrani/ adresinden alındı
  • Boratav, K. (2006). Türkiye İktisat Tarihi: 1908-2005, Ankara: İmge Kitabevi.
  • Coşkun Can Aktan, H. Ş. (2001). Ekonomik Kriz: Nedenler ve Çözüm Önerileri. Yeni Türkiye Dergisi , 1-9.
  • Çelebi, E. (2001). Türkiye’de Devalüasyon Uygulamaları (1923-2000). Doğuş Üniversitesi Dergisi , 55-66.
  • Çetinkaya, S. A.-M. (2003). Devalüasyon ve Türkiye’de Devalüasyon Uygulamaları ve Sonuçları. Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi , 47-63.
  • Duman, E., & Işık, N. (2012). 1929 Ekonomik Buhranı ve 2008 Küresel Krizi’nin Türkiye Ekonomisi Üzerindeki Etkileri. Çankırı Karatekin Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi , 73-101.
  • Durmus, S., & Aydemir, N. K. (2016). Atatürk dönemi Türkiye ekonomisi (1923-1938). Kafkas University. Faculty of Economics and Administrative Sciences. Journal, 7(12), 155.
  • Erdoğan Kotil, F. K. (2007). Körfez Depreminin Ekonomik Etkileri. lnternational Earthquake Symposium Kocaeli 2007 (s. 739). İzmit: Koceali Üniversitesi .
  • Ertuğrul, C., Evren, İ., & Çolak, O. (2010). Küresel mali krizin Türkiye ekonomisine etkileri. Yönetim ve Ekonomi Araştırmaları Dergisi, 8(13), 59-72.
  • Eğilmez, M. (2020). Türkiye Ekonomisi, İstanbul: Remzi Kitabevi.
  • Kazgan, G. (2005). Türkiye Ekonomisinde Krizler: 1929-2001, İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları.
  • Koçtürk, O. M., & Gölalan, M. (2010). 1923-1950 Türkiye ekonomisinin yapısal analizi. Üçüncü Sektör Kooperatifçilik, 45(2), 48-65.
  • Köylüoğlu, B. (2019, Ocak 21). Srtateji & Finans. 1994, 2001 ve 2008 Ekonomik Krizlerinin Karşılaştırması: https://www.stratejivefinans.com/kriz-dinamiklerini-anlamak-1994-2001-ve-2018-ekonomik-krizlerinin-karsilastirilmasi/ adresinden alınmıştır
  • Öz, H. K. (2018). Türkiye Cumhuriyeti’nin Üçüncü Büyük Devalüasyonu 10 Ağustos 1970 Kararları ve Etkileri. Mediterranean Journal of Humanities, VIII/2 (2018), 379, 391.
  • Serkan, T. U. N. A. (1946). Cumhuriyet ekonomisinin ilk devalüasyonu: 7 Eylül 1946. Akdeniz İİBF dergisi, 7(13), 86-121.
  • Seydioğlu, H. (1982). Türkiye’de Sanayileşme ve Dış Ticaret Politikası. Ankara: Turhan Kitapevi.
  • Turan, Z. (2011). Dünyadaki ve Türkiye’deki Krizlerin Ortaya Çıkış Nedenleri ve Ekonomik Kalkınmaya Etkisi. Niğde Üniversitesi İİBF Dergisi , 56-80.
  • Turgut, S. (2001, Temmuz 29). Hürriyet. 12 9, 2021 tarihinde Teknokrata politikacı çelmesi: https://www.hurriyet.com.tr/gundem/teknokrata-politikaci-celmesi-38254608 adresinden alındı
  • Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Terimler Sözlüğü. (tarih yok). 12 6, 2021 tarihinde Devalüasyon:https://www.tcmb.gov.tr/wps/wcm/connect/TR/TCMB+TR/Main+Menu/Banka+Hakkinda/Egitim-Akademik/Terimler+Sozlugu/ adresinden alındı
  • Ünal, S. B. (2021, Mart 20). Flaps Club. Aralık 11, 2021 tarihinde Muhafazakarlığın Türk Siyasetine Yansıması (2. Kısım): https://flaps.club/muhafazakarligin-turk-siyasetine-yansimasi-2-kisim/ adresinden alındı
  • TCMB. (2009a). Enflasyon Raporu 2009-II. http://www.tcmb.gov.tr (14.01.2022).
  • TCMB. (2009b). Enflasyon Raporu 2009-III. http://www.tcmb.gov.tr (15.01.2022).
  • https://www.tcmb.gov.tr/kurlar/kurlar_tr.html