Osmanlı’da akılcılığı savunan Baha Tevfik’in, batı felsefesini bu topraklarda nasıl ele aldığını irdeleyen doyurucu bir metin.
19.yüzyıl, Osmanlı İmparatorluğu’nun birçok alanda kabuğunu değiştirmeye başladığı bir yüzyıldır. Bir önceki yüzyıl içerisinde ağırlıkla askeri alanda görülen değişimler, özellikle 2. Mahmut’un tahta geçmesiyle kendisini diğer alanlarda da göstermeye başlamıştır. 2. Mahmut’tan sonraki padişahların destekleri ve Tanzimat Fermanı’nın ilan edilmesiyle (1839) imparatorluğun tüm hızıyla bir yenileşme sürecine girip Batı’ya yöneliminin arttığı ve dönemin entelektüellerinin yıkılmaya doğru ilerleyen devleti kurtarabilmek umuduyla yürüttüğü çalışmalarının hız kazandığı görülmektedir (Demirtaş, B. 2007: 390; Akgün, M. 2014: 73). 19.yüzyıl’ın ortasından itibaren, dönemin “Lingua Franca’sı” Fransızca başta olmak üzere birçok dilden eserlerin tercüme edilmesi, Avrupa’ya devlet tarafından eğitim görmeleri için yollanan ya da kendi imkanlarıyla çeşitli Avrupa şehirlerinde eğitim alan entelektüellerin Osmanlı topraklarına geri dönmesi ve Osmanlı İmparatorluğunda yaşamakta olan gayrimüslim halkın dönemin şartlarına bağlı olarak zaman geçtikçe kendilerini daha fazla ifade edebilmeye başlamasıyla birlikte söz konusu olan yenileşme çabalarının sosyal hayat üzerindeki etkileri gözle görülür hale gelmiştir (Söğütlü, İ. 2010: 3-5; Sadoğlu, H. 2017: 147). Birinci meşrutiyetin ilan edilmesinden sonra (1876) Avrupa şehirlerinin yaşam biçimlerini, birey ve toplum arasındaki ilişkilerini, felsefi ve bilimsel yeniliklerini bizzat deneyimleyen ve tercüme eserler arayıcılığıyla Batı’nın düşünce yapısından etkilenen Abdullah Cevdet, Ahmet Rıza, Beşir Fuad gibi Osmanlı entelektüellerinin, bu yenileşme çabaları içerisinde kendi fikirlerini çeşitli dergi ve gazete arayıcılığıyla toplumla paylaşmaya başladığı görülmektedir. Bu süreç içerisinde Osmanlı entelektüellerin, metafiziği reddeden, fiziksel ve maddi dünyanın gerçeklerini esas alarak bilimsel faaliyetleri üstün tutan pozitivizm; madde ve kuvvetin veya bir başka tabirle enerjinin (motion) her yerde varlığını sürdürdüğünü ve her olayın arkasında doğal sebeplerin var olduğunu vurgulayan natüralizm; fiziksel maddenin esas olduğu ve varlığı maddenin kendisine indirgeyen materyalizm fikir akımlarından etkilendiği entelektüellerin yazıları ve eserlerinde açıkça görülmektedir (Kahraman, Y. 2011: 345-348).
Bu fikir akımlarından etkilenip yenileşme çabaları içerisinde fikirlerini toplumla paylaşan, Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminde yaşamış ve eserlerinin büyük bir bölümünü II. Meşrutiyet döneminde vermiş olan bir Osmanlı entelektüeli olarak Baha Tevfik (1884-1914), Türk felsefe tarihinde özel bir öneme sahiptir (Ateş, M. 2019: 9). Fakat yapılan literatür araştırmasında Baha Tevfik’in sadece “ahlak” konusundaki düşüncelerini derleyen herhangi bir çalışmayla karşılanmamıştır. Söz konusu noksanlığın kapatılması için bir ön çalışmanın gerekli olduğu düşünülmektedir. Bu bağlamda, bu çalışmanın amacı, Osmanlı’nın son döneminde yaşamış bir entelektüel olarak Baha Tevfik’in felsefe anlayışında ahlak kavramını nasıl ele aldığını kısaca incelemektir. Bu konu alanında yeterince çalışma yapılmadığı görülmekte olup bu çalışmanın sonraki çalışmalara kaynak olması beklenmektir. Bu çalışmada nitel araştırma yöntemi kullanılmış olup çalışma verileri doküman analizi yapılarak elde edilmiştir. Çalışma kapsamında, Baha Tevfik’in eserleri ve konu alanını içeren araştırma kaynakları derinlemesine incelenmiştir.
Baha Tevfik ve Ahlak Anlayışı
İzmir’de doğan ve öğretim yıllarının ilk yıllarını bu şehirde geçiren Baha Tevfik, İstanbul’daki Mülkiye Mektebi’ne kaydolduktan sonra okuduğu dönem boyunca iki gazete çıkarmıştır. Çağın siyasi, felsefi, kültürel vb. faaliyetlerini yakından takip eden Baha Tevfik, gazetelerdeki yazılarını dönemin atmosferine göre şekillendirmiştir. İzmir’e döndükten sonra yazılarına devam eden düşünür, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki ekonomik ve toplumsal çalkantıları bizzat gözlemleyip sorunların kökeni ve çözümüne yönelik onlarca makale ve değerlendirme yazısı kaleme almıştır. Tanzimat’tan beri iki âlem arasında (Doğu ve Batı) aynı derecede bağlı kalmaya çalışan Türk düşünürleri arasında ilk defa Baha Tevfik yalnız bir cepheli bilgisi ile bütün dikkatini Batı’ya çevirmiştir (Ülken, H. Z. 2013: 330-331).
Bilim ve felsefe alanında Avrupa’yı rehber kabul eden Baha Tevfik, bir Osmanlı vatandaşı olarak, çöküşe giden devletin kurumlarını ve toplumunu evrimci-materyalist bir anlayış çerçevesinde derinlemesine irdelemiştir. Bu bağlamda, Avrupa’daki yeni modern bilim anlayışını ve ortaya çıkmış farklı ekolleri yakından takip eden Baha Tevfik, döneminin siyasi, ilmi, dini, felsefi ve güncel meseleleriyle ilgili olarak Avrupa’da üretilen düşünceleri Osmanlı okurlarına çeşitli yayınlar vasıtasıyla aktarmış, bazen de orijinal denebilecek görüşler ortaya koymuştur (Saygın, T. 2016: 265-276; Ateş, M. 2019: 9). Pozitivizm, Natüralizm ve Materyalizm doktrinlerini temel almış bir dünya görüşüne sahip olan Baha Tevfik (Ateş, M. 2017: 344), bu fikir akımlarının savunuculuğunu yapmış olup yaşadığı dönem içerisinde Osmanlı İmparatorluğunda materyalizmi tanıtan isimlerin başında gelmektedir (Saygın, T. 2016: 276). Baha Tevfik, eserlerinde yaşadığı dönemin toplumunu ve imparatorluğun son döneminde bulunduğu durumu eleştirirken, aynı zamanda, etkilendiği fikir akımları doğrultusunda bireyin, toplumun ve imparatorluğun içerisinde bulunduğu durumdan nasıl kurtulabileceği üzerine siyasetten dine birçok konuda kendi fikirlerini ifade etmiş ve savunmuştur. Baha Tevfik’in yaptığı eleştirilerin odak noktalarından biri ahlak kavramı olup bu konu üzerine yapmış olduğu eleştiriler, düşünürün çeşitli eserlerinde büyük bir yer kaplamaktadır.
Baha Tevfik’e göre ahlak, memleketin kurtarıcısı olarak gördüğü ferdin gerçek dayanağı olup iyiyi kötüyü ayırt etmekten çok, iyi olduğu kesinlik kazanan davranışların icra edilmesi ve kötülüğü apaçık ortada olan davranışların icra edilmemesiyle ilgilidir (Tevfik, B. 2016b: 300). Ahlaki dayanıklılığa sahip olmayan ve ahlaki bir terbiyeden geçmeyen milletlerdeki bireylerin sadece çağ dışı kalmayacaklarını, aynı zamanda büyük bir enkaz altında kalacaklarını söyleyen Baha Tevfik, bu gerçeğin insanlık tarihi boyunca birçok kez tecrübe edildiğini çeşitli örnekler vererek göstermektedir (Tevfik, B. 2017: 25). Davranışın iyi ya da kötü olduğunu belirleyen şeyin ahlak adı altında ayrı bir bilim dalı olmadığını ifade eden Baha Tevfik, ahlak adı altında bir bilimin mevcudiyetinin iddia edilmesinin mümkün olmadığını çünkü bilim olabilmesi için bilinen, apaçık sebepler ve kanunlar bulup gösterilmesi gerektiğini vurgulamaktadır (Tevfik, B. 2014: 270-271). Bu bağlamda, bireylerin birbirinden tamamen farklı olduğuna dikkat çeken düşünür; kalıtım, eğitim, öğretim yeteneği, yaş vb. faktörlerin bireylerin farklılaşmasında önem arz ettiğini ve bunun sonucunda ise bireylerin birbirlerinden farklı düşünüp çeşitli eylemler gerçekleştirebildiğini söylemiştir (Tevfik, B. 2016a: 179-180). Böylece, ortak bir ahlak kanununun ya da kanunlarının mümkün olmadığına işaret etmektedir. H. Z. Ülken “Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi” adlı eserinde Baha Tevfik’in bu yaklaşımına dikkat çekip kendisinin Nietzsche’den etkilendiğini ifade etmektedir (2013: 333-337).
Baha Tevfik’in Felsefe Mecmuasının 2.sayısında yazdığı “Memleketimizde Ahlak ve Etkenleri” adlı makalesinde vurguladığı:
“…Büyük bir cehalet ve ihtiras içinde debelenen bazılarına karşı vicdanımızdan kopan samimi ve içten çığlığı yükseltmek ve vatanı, “kamu menfaati”nin kaynağı olan bu biçare ve öksüz memleketimizi kurtarmak istiyoruz…”
-(Tevfik, B. 2016b: 300)
ifadesinden de anlaşılacağı üzere kendisinin “ahlak” konusuna derin bir anlam yüklediği görülmektedir. Memleketin ilerleme yolunda büyük bir süratle ilerlemediğini söyleyen düşünürlerin, geri kalmışlığın sebepleri üzerine çok şeyler zikrettiğine atıfta bulunan Baha Tevfik, Osmanlı toplumunun çağı yakalayamayıp geri kalmasındaki en mühim sebebin “ahlaki bozukluk” olduğunu iddia etmektedir (Tevfik, B. 2017: 25). Yalancılık, dolandırıcılık, göz boyamak gibi faaliyetlerin az çok medenileşmiş birçok şehirde hatırı sayılır derecede dikkat çektiğini de vurgulayan düşünür, toplumdaki söz konusu ahlaki bozulmanın hem siyasi hem de ekonomi alanlarına da yayıldığını ve çoğu ahlaksız eylemin “normalleştirildiğine” dikkat çekmektedir (s. 26-27). Bu bağlamda, Osmanlı toplum yapısındaki ahlaki bozukluğun ne derece bir hale büründüğünü, Felsefe Mecmuasındaki makalesinde, şu sözlerle göstermektedir:
“Bütün Avrupa, bütün medeniyet alemi, bütün bilimler ve disiplinler, zekâ ve ciddiyet, hatta bütün eserler ahlakı nefse hakimiyetle tayin ve tarif ederken bizim kırk yıllık yazarlarımız, ana-baba nasihatlarımız, mahalle dedikodularımız bile ciddiyet, metanet, soğukkanlılık gibi özellikleri yüceltirken birkaç ay içinde matbuatımızın çoğu düzeni, bozuk bir ahenk içinde “garez, intikam, vahşilik” diye barbar bağırdılar…kısacası düşünmeden yapılan bütün hareketleri tavsiye ettiler…”
-(Tevfik, B. 2016b: 301-302)
Hislerle hareket edenlerin aklıyla hareket edenlere karşı daima mağlup olduğunu, öfke ve kin gibi hislerin geçici olduğunu, pek çabuk son bulduğunu ve bir millet (özellikle Osmanlı toplumu gibi çağın gereksinimlerini karşılayamayan) için kurtarıcı olmadığını söyleyen düşünür, bu gerçekleri görmeyip memlekette ahlak öncüsü olmaya kalkışan devlet adamlarını sertçe eleştirmektedir (s. 302). Baha Tevfik, daha sonra, Osmanlı toplumunda yaşadığı dönemdeki ahlakın ölmek üzere olduğunu ve bu gerçeğin, ahlaki çöküşün durdurulmasına yönelik harcanan çabaların gittikçe artmasıyla kanıtlandığını ifade ederek (Tevfik, B. 2014: 270), düşüncelerinin doğruluğuna işaret etmektedir.
Baha Tevfik’in ahlak konusundaki düşüncelerinde vicdan kavramı büyük bir önem arz etmektedir. Baha Tevfik’e göre vicdan; bireyin kalıtımsal durumu, aldığı eğitimler, öğrenim becerisi, yaş ve bedensel özelliklerinden etkilenmekte olup duygularla birlikte şekillenmektedir. Eğitim ve terbiyenin vicdan üzerindeki etkileri üzerine değinen Baha Tevfik, yetersiz eğitim-öğretim görmüş toplulukların vicdanlarının karanlık olduğunu ifade eder. Vicdanın bireyden bireye değişiklik gösterdiğini söyleyen düşünür, birey ve toplum ahlakının güçlendirilmesinde deneyimlerin önemine sıkça değinmektedir. Söz konusu sorunun çözümünde ise toplumda öne çıkan entelektüellerin (aydınların) önemine dikkat çekmektedir (Tevfik, B. 2016a: 182-188). Burada, Baha Tevfik’in materyalist tarafının ağırlığı hissedilmektedir. Çünkü, kendisine göre deneyimlerin sonuçlarına göre şekillenen bir determinist ilişki söz konusu olup bireyin iç ve dış dünyasındaki olgulara göre değişkenlik göstermektedir. Bir başka ifadeyle, I. Kant’ın vurgulamış olduğu metafizik bir kavram olarak “ahlak”, Baha Tevfik için geçersizdir diyebiliriz. Onun için ahlak kavramı, iç ve dış dünyanın, deneyimler yoluyla, algılanma biçimiyle doğrudan ilişkili olup “göksel” ya da “ulu” bir varlığın emri altında değildir. Ahlak tamamen bireyin kendisine aittir yani maddesel, somut bir yapıya sahiptir (Anay, H. 2010: 153-154).
Baha Tevfik’in felsefe dünyasında “ahlak” ve “vicdan” terimlerinin ne anlama geldiği ve nasıl bir ikili ilişkiye sahip olduklarını vurguladıktan itibaren dönemindeki problemlerin çözümü için düşünürün neler önerdiği, konunun daha iyi anlaşılabilmesi için büyük bir önem arz etmektedir. Baha Tevfik, ahlak kavramını tamamen reddetmemekle beraber toplumda ciddi bir ahlak oluşturmak için bilim sahasının genişletilmesi ve insanlardaki nefis hakimiyetini kuvvetinin arttırılıp geliştirilmesi gerektiğini öne sürmüştür. Bu bağlamda, esas olarak görülmektedir ki, Baha Tevfik’in ahlak felsefesinde nefis (irade) terbiyesinin yeri oldukça önemlidir. Çünkü ona göre, bir memleketin muhafızı, kurtarıcısı, önderi nasıl ki hükümetten ziyade millet, milletten ziyade fert ise, ferdin gerçek dayanağı da ahlakın kendisidir (Tevfik, B. 2016b: 300-301). Bu bağlamda, Baha Tevfik’in Osmanlı toplum yapısındaki ahlaki bozulmanın çözümü için önerdiği:
“…Vatandaşların vazifesi bu acı hakikati (ahlaki yozlaşma) gizlemek ve onu telaffuzdan korkmak değil, bilakis açmak, münakaşa etmek ve tedavisine çalışmaktır. İçinde bulunduğumuz asrın içtimaiyatındaki (toplumu) bireyin ehemmiyeti, ancak ahlaki metanet ve daha doğrusu irade terbiyesi, teşebbüs, azim ve fütursuzluk gibi hasais-i ahrarane (özgürce nitelikler) ile tezahür eder (görünür)…”
ifadelerinin ahlak konusunda altını çizmiş olduğu sorunların hem bireysel hem de toplumsal boyuttaki çözümü için dikkate değer olduğu söylenebilir.
Baha Tevfik’in Aristippos ve Epiküros’dan başlattığı “ahlak” felsefesinin tarihsel gelişimine bakıldığında, “ahlak” (moral) alanda eserler çıkaran filozofların ahlak esasları iyi ve kötünün ayırt edilmesiyle ilgili olduğu görülmektedir (Tevfik, B. 2014: 269). Fakat Avrupa’da bu ahlak anlayışlarının modasının geçtiğini ifade Baha Tevfik, insanların iyi olduğuna kesin hüküm verilen eylemleri gerçekleştirip kötü olduğu anlaşılan eylemlerden uzak durabilmeleri ancak iradenin terbiyesiyle mümkündür diyerek bireyin eğitim ve terbiyesindeki öneme yeniden işaret etmektedir. Çünkü ona göre ahlak, insanda nefis (irade) hakimiyetini temin etmeye çalışmalıdır ve Baha Tevfik’e göre iradenin terbiyesi, modern zaman ahlak anlayışının son ve en yeni temsilcisidir (s. 269-270).
Sonuç olarak, 2.Meşrutiyetin (1908) etkisinin hissedildiği bir dönemde eserler ortaya çıkaran Baha Tevfik’in “ahlak” konusundaki ifadeleri: eleştiriler ve öneriler olarak ikiye ayrılabilir. Baha Tevfik, eserlerinde döneminin ahlak anlayışını eleştirirken dönemin fikir insanlarının toplumu yanlış yönlendirdiğini, toplumu nefis hakimiyeti, muhakeme, itidal çağrısı, menfaati geri plana çekme gibi faydalı yolları gösterecek yerde endişe, hırs, gazap gibi düşünmeden yapılan bütün hareketleri tavsiye ettiklerini ifade etmiştir. Bir medeniyet alemi olarak Avrupa’nın, ahlak kavramını nefis hakimiyetiyle birlikte ele aldığını, Batı eserlerinde böyle tarif edildiğini ve Batı’nın bu konudaki üstünlüğünün sebeplerine değinmiştir. Bu sorunların çözümü için nefis hakimiyetine yani bireyin iradesinin terbiyesine önem verilmesi gerektiğini vurgulamıştır. Ayrıca, medenileşme yolundaki en büyük engel olarak gördüğü toplumdaki “ahlaki bozukluğun” en hızlı şekilde düzeltilmesi için bireylere verilen eğitimlerin yeniden düzenlenmesi gerektiğini önermiştir. Ona göre, nasıl ki devletin temel taşını oluşturan bireylerin kendisi ise bireylerin temel taşı da “ahlakın” kendisidir. Böylece, ahlaklı bireylere sahip bir millet hem ahlaklı yöneticilere hem de ahlaklı bir devlete sahip olmaktadır (Tevfik, B. 2017: 21-23).
deniz devrim karabulut
Kapak Görseli: Nicolás Castell
Kaynakça:
- Ateş, M. (2019), Baha Tevfik’te Din ve Tanrı Problemi, 1.Baskı, Dün Bugün Yarın Yayınları, İstanbul.
- Ateş, M. (2017), Baha Tevfik’in Hayatı, Eserleri ve Felsefi Düşünce Yapısı, Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 17(2), 331-348
- Akgün, M. (2014), Materyalizmin Türkiye’ye Girişi, Elis Yayınları, 3.baskı, Ankara
- Anay H. (2010), Ödev Ahlakının Türk Düşüncesine Girişi ve Baha Tevfik’in Kant Hakkındaki Yazıları, Dini Araştırmalar, 13 (36), 149-160
- Demirtaş, B. (2007), Jön Türkler Bağlamında Osmanlı’da Batılılaşma Hareketleri, U.Ü. Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, 8(13), 389-408
- Kahraman, Y. (2011), Son Dönem Osmanlı Düşüncesinde Felsefi Yapı: Pozitivist Paradigmanın İnşası, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, 4(18), 345-381
- Sadoğlu, H. (2017), Türkiye’de Kültürel Modernleşmenin İdeolojik Kaynakları Üzerine Bir Değerlendirme, ICPESS (International Congress on Politic, Economic and Social Studies), 3, 142-156
- Saygın T. (2016), Baha Tevfik ve Bilimsel Felsefe Olarak Materyalizmin Bir Savunu Denemesi, Felsefe ve Sosyal Bilimler Dergisi, 22, 263-278
- Söğütlü, İ. (2010), Jön Türkler ve Türkiye’nin Batılılaşması, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 11(1), 1-28
- Tevfik, B. (2016a), Bilim ve Edebiyatta Yenileşme (Teccedüd-i İlmi ve Edebi) (sad. Bilal Yurtoğlu ve Büşra Uzunay), 1.baskı, Hiperlink Yayınları, İstanbul, (Orijinal yayın tarihi: İstanbul, 1329/1911)
- Tevfik, B. (2017), Felsefe-i Ferd (sad. Alper Çeker), Altıkırkbeş Yayın, 1.baskı, İstanbul (Orijinal yayın tarihi: 1332/1914).
- Tevfik, B. (2016b), Memleketimizde Ahlak ve Etkenleri, Felsefe Mecmuası (sad. Abdullah Öztop), 1 (2), Çizgi Yayınevi, İstanbul, 300-302, (Orijinal yayın tarihi: İstanbul, 1331/1913)
- Tevfik, B. (2014), Muhtasar Felsefe (sad. Gül Eren ve Ali Tutku), Çizgi Yayınevi, Konya, (Orijinal yayın tarihi: İstanbul, 1331/1913)
- Ülken, H. Z. (2013), Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 16.basım, İstanbul