İsmet Özel’i anlatmak ve anlamlandırmak.


 

İsmet Özel altmışlı yılların, toplumsala ilişkin iddiası kalmamış, içe dönmüş, pesimist ve dünyaya karşı pes etmiş bir şiir ortamının içine doğmuştur. Turgut Uyar, Edip Cansever, Cemal Süreya gibi şairlerin arasında halkı ve hayatı; duyarlı insanın halk ve hayat karşısındaki durumunu İsmet Özel gibi “dile getiren” yoktur. 1

Çok yönlü çağrışımlara açık, kelimenin bağımsız, kimliğini araştıran, bunu yaparken de insanın fert olarak yerini ve anlamını tespit etmeyi amaçlayan ve varoluş üzerine temellenmiş bir şiir kurma çabasına girişmiştir. O günlerde Türkiye’yi özellikle düşünce alanında kuşatan siyasi ve toplumsal hareketlilik Özel’i derinden etkilemiştir. Topluma karşı duyduğu sorumluluğu ile sanatçı kimliğini iki farklı algılama alanı olarak düşünmüştür. Bundan ötürü, daha ilk şiirlerini yazdığı yıllarda siyasi faaliyetler içinde olmasına rağmen bu davranışlarının izleri yazdıklarına yansımaz.

Özel, henüz çocuk yaşında hayatını çekip çeviren büyüklere, desteklerine karşılık severek hizmet etmiştir fakat bu durum asla itaat pozisyonunda cereyan etmemiştir. Bu yetişme tarzı, onun gelecekte dünyaya ve şiire olan bakış açısına yansımış ve önemli ölçüde etkilemiştir. Belki de bu durum, gelecekte şu sözleri ifade etmesine neden olacaktı: “Geçene kadar ayıya dayı dememek için o köprüden geçmeyeceğim. İşimi köprüsüz yoluna koymanın imkânına tâlibim.’’ Bu duyguya ve algılayışa sahip olmasında nelerin tam olarak olarak etkili olduğunu kendisi dahi bilememiştir.

Özel, hiçbir şairi taklit yoluyla kendi şiirini oluşturmamış, yalnızca neyi yazdığını ön plana çıkarmaksızın yazmanın önemine inanarak şiir yazmıştır. Ona göre şiir: ‘’Dil aracılığı ile dilin anlatım olanaklarının aşılmasıdır’’. Şairin kendinden kopan ancak aynı zamanda halkı kapsayan noktalara temas eden şiir ona göre gerçek şiirdir.  “Şiir başkaldırının sesidir ve şair aykırı olan kimsedir.” Şair bu görüşün savunuculuğunu üstlenen tarzda şiirler kaleme almıştır.

 

 

Özel’in, insanın kendi doğruları ile dış dünyanın doğruları arasındaki uyumsuzluk durumunu yaşadığı zaman şiire başvuracağını söylemesi, onun mistik bir sanat anlayışına sahip olduğunu yansıtmaktadır. Çünkü bu uyumsuzluk bizi varoluşa yönelik durumlara, bu durumlar ise mistik değerlendirmeler yapmamıza sebep olacaktır. Şair, “şiirimin konusu, teması yoktur der.’’  Çünkü şiirinde mistik ve varoluşsal ifadelerdeki katmanlı anlam yapısından kaynaklanan değerlendirmeleri okuyucularına bırakmaktadır.

Yazara göre sanat hep aslı aramaktı ve sanatçılar için “Ben neyim?” sorusu temel soru olarak alındığı takdirde aslı arama diye bir şeyin söz konusu alabileceğini savunur. Bu soruyu sorması ise Özel’i varoluşçuluk sınıfına koymuştur. Bu sınıfın gerekliliği, ince eleyip sık dokuyan bir ifade ediş biçimine sürüklemiştir Özel’i.

 

 

Varoluşçuluk; insanın varoluşuyla doğal nesnelere özgü varlık türü arasındaki karşıtlığı büyük bir güçle vurgulayan, iradesi ve bilinci olan insanların, irade ve bilinçten yoksun nesneler dünyasına fırlatılmış olduğunu öne süren bir düşünce okuludur. Varoluşun kaynağı yaşamdır. Bu da yaşamı, varoluşun en önemli konularından biri haline getirir. Yaşamak sadece insan için bir muammadır. İnsanlık, başında ve sonunda onu sürekli olarak anlamlandırma faaliyeti içerisine girmektedir. Yani insan bir varoluştur ve ölümüne kadar daima bir ‘’şey’’ olmaktadır. Her tecrübesi, her okuduğu, her yazdığı daima yeni bir olma sürecine girmesine neden olmaktadır. İnsan yaşama gelir gelmez ölecek denli yaşlıdır ve insan olmak yeryüzünde ölümlü olmaktır. Bundan ötürü buraya gelişimiz aslında gitmek içindir, yani ait olmadığımız bir yerde varolmaktayız. Ölümsüzlüğün sırrına vakıf olmaya çabalayan Özel içinse dünyadaki varoluş bir bitiş değil, ait olmadığımız bir yerdeki başlangıcın ifadesidir. Bu konuda şöyle demiştir: “Varoluşçu mekan kategorisi benim asla dünyada evimde olmadığımı ortaya koyar.’’ Özel’in kendini ait hissetmediği mekansal varoluşun sonlanması ise bu dünya açısından ölümle sonuçlanacaktır. Varoluşçukta ölüm teması çok ciddi bir yer kaplamaktadır. İnsan ölümü ölüm olarak kavrama yeteneğine sahip olan tek varlık olması nedeniyle ölümlü olarak adlandırılır. Sadece insan ölür, diğer varlıkların varlığı sona erer yani telef olurlar. ”Ölümün varlığı bizi ya gönüllü biçimde yaşamdan vazgeçmeye ya da yaşamımızı ölümün kaçıramayacağı bir anlam verecek tarzda değiştirmeye zorunlu kılar.”2 Hayata anlamın ölümle kazandırılabileceğini düşünmüş olan Özel, “Yağmurun Kapıları Karanlık’’ şiirinde ölümle güzelleştirilen bir yaşama biçimini dile getirmiş, ölüme ölümlülüğü yakıştırmak istemiştir…

İşte, gökyüzü salıverdim o çılgın kanatları, boğulanları daha da itmek için suya,

Ölüme ölümlülüğü yakıştırabilmek için cesetle bezedim güzel olan her şeyi.

Özel’in edebi anlayışının varoluşçuluk ile kesiştiği bir başka noktaysa modern zihniyet ve şehir hayatının insanın fıtratına ters olması ve bunun sonucu olarak kişinin öz benliğine yabancılaşması konusunda olmuştur. Özel, bir yazısında şehri haz ve servetin merkezi olarak tanımlamıştır. Bu yeni oluşturulan dünyada, şehir insanının sürekli beraber olduğu fakat bir türlü farkına varamadığı değerler vardır. “Bütün bu meselelerin çözümü sağlanınca insan hangi ufuklara ulaşacak?” diye sormuştur İsmet Özel. Oysa “Böyle bir soru sorulmuyor. Amaç refahsa refah niçin? Amaç sıkıntısız bir hayatsa bu hayat ne işimize yarayacak? Yani insanlık bugün önüne mesele olarak koyduğu şeyleri çözüme kavuşturunca nereye gelmiş olacak? Bu kadarının düşünüldüğü yok, çünkü günlük meseleleri başımıza saranlar, bizlerin bu meselelerden başımızı alıp başka şeyler düşünmemizi istemezler.” diyerek şehri ve şehir insanının dünyaya bakış açısını yönlendiren zihniyeti yermiştir. Özel, şehri ve şehri imgeleyen unsurları şiirlerinde sıkça kullanmıştır. Özel’in şiirlerinde olumsuz anlamlarla yüklü olan şehir, içinde yaşadığımız modern hayatın ve düşünüş biçiminin şekli ve sembolü olmuştur. Ona göre “şehrin insanı”; -ki aynı zamanda modern insandır- kayıtsız, sıradan, sahip olduklarıyla mutlu, edilgen, konformist, ortak bir aldanış içinde, varlığını anlamaya yönelmekten kaçınan ve yaşıyormuş gibi yapan ikiyüzlü bir tiptir. Fakat şair bu hayat tarzının karşısına farklı bir seçenek olarak romantik bir yapıyla şehirden kaçmayı ve pastoral hayatı koymamıştır. Böyle bir ütopyanın peşinde değildir. Özel’in modern şehre ve şehrin insanına karşı mesafesi ve zaman zaman kendisini şehirden soyutlaması fiziksel anlamda şehirden kaçış değil sürekli bir bilinçlilik durumu, sürekli bir teyakkuz hâlidir. Bu bilinçlilik ve teyakkuz haliyle ulaşılmaya çalışılan şey varoluşçuğun ana teması olan, diğer insanlarla bir arada yaşayarak -bu felsefenin terimleriyle ifade edecek olursak- eylemleriyle kendisini “gerçekleştiren” insana ulaşmaktır. Oysa kendisini ne kadar özgür zannetse de aslında modern insanın bir kuşatılmışlık, sınırlandırılmışlık ve yapmacıklık içinde olduğunu ifade etmiştir Özel. Böyle yapay ve ilk bakışta zorbalığını hissettirmeyen bir dünya, dışarıdan değil bizatihi içerdendir. Bu kuşatılmışlığa hedef olan birey ise varoluşundaki anlamı kavrayamayan ve kendini “gerçekleştiremeyen” insandır. Şehirle gelen ve medeniyet denen olgunun ise insan üzerindeki etkisini şöyle açıklamaktadır: “Medeniyet insanlara inceliği veriyor karşılığında içtenliği alıyor.’’ Bu durumun ise insanın fıtratına tersliği onun varoluş amacını gerçekleştirememesine sebep olmaktadır.

İsmet Özel, daha önce toplumsal olaylardan etkilenerek siyasal bir kimlik olan Komünistliği seçmesiyle varoluşundaki anlamlandırma sürecini 1974’te yazmış olduğu ‘’Amentü’’ şiiriyle İslamcı bir çizgiye çekmiştir. Ancak arayışının getirdiği bu sonuca rağmen sorularından vazgeçmemiş ve varoluşsal söylemlerden ayrılmamıştır. Bu durumu İslamcı bakış açısına sahip olduktan sonra yazdığı “Münacaat’’ şiirinde şu ifadelerle görmekteyiz:

“Şimdi tekrar ne yapsam dedirtme bana ya Rabbi

taşınacak suyu göster, kırılacak odunu

kaldı bu silinmez yaşamak suçu üzerimde

bileyim hangi suyun sakasıyım ya Rabbelalemin

tütmesi gereken ocak nerde?”

Bireyin dünyada bulunuşuna yönelik en önemli sorun olan varoluşa yönelik fikir ve duygular hiçbir zaman sona ermeyecek ve insanlıkça kesin bir kanaat oluşacak şekilde açıklanamayacaktır. Kierkegaard’ın ifade ettiği gibi: ” İnsan; sonsuzluk ile sonlunun, geçici ile kalıcının, özgürlük ile zorunluluğun arasında bir yerde, bu aralığın bir sentezidir.” 

Bana göre yaşamaktan ve varolmaktan anlamamız gereken ise insan oluşumuzdaki fıtrat gereği olması gerekene ulaşmaya çaba etmek, varoluşumuzu anlamsızlaştırmaya yönelen silahlara karşı cephe almak ve yaşamın her alanını kuşatacak şekilde, Özel’in de dediği gibi: “Öyle bilirim ki yaşamak, berrak bir gökte çocuklar aşkına savaşmaktır…’’ felsefesine sahip olmaktır.

 


 

Kaynakça:

– İbrahim Şahin, “İsmet Özel Şiiri: Bir İnşa Süreci“, Kurgan Edebiyat, Sayı 13, 2013, s. 3-9 1

Camus, Albert, Defterler 1 (Çev. Ümit Moran Altan) İst., 2002 s.1862

– “İsmet Özel Hayatı, Şiir ve Poetikası” Ahmet Kaya-Doktora Tez-İsmet Özel Şiirinde Şehir Algısı/Secaattin Tural 

– Ontolojik Çözümleme Yönetimi ve ‘’Kanla Kirlenmiş Evrak’’ Şiiri Üzerine Bir Çözümleme Denemesi/Samet Aza

– Orhan Güdek/İsmet Özel’in ‘’Şiir Okuma Kılavuzu’’(2005)

-İdeoloji’den Din’e: İsmet Özelin 70 Sonrası Şiirlerinde Anlam Arayışı/Nusret Yılmaz Dil ve Edebiyat Araştırmaları, Güz, 2018; (18) 57-80 ISSN: 1308-5069 – E-ISSN: 2149-0651