Bu başlığı görünce belki şaşırdınız, ilk kez böyle bir şey duydunuz belki de daha önceden duymuştunuz. Faşizm denilince akla hemen ”Mussolini”, ”Hitler” gelir ya da Adolf’un fikirlerinin kaynağı Wagner. Esasen bu madalyonun ön yüzüdür. Faşist Devletler ne bunlarla başladı ne de bunlarla son buldu. Aslında Cengiz Han’ın devleti de, Büyük İskender’in devleti de , Roma İmparatorluğu da hatta ve hatta Osmanlı İmparatorluğu da kısmen ya da tamamen bu gelenekten sayılabilir, çünkü tüm bunlarda da ”Devlet” en üst, en kutsaldı.(Şu uyarıyı da yapalım burada ırkçıklıktan falan bahsetmiyoruz, bu devletlere böyle bir ithamda da bulunmamız söz konusu değildir. Biz burada bir sistemden bahsediyoruz.)

Bu devlet anlayışı öyle birdenbire 20. yüzyılda Hitler, Mussolini ya da Franco ile ortaya çıkmadı. Tüm bu insanların ilham kaynağı, fikir babası yüzyıllar öncesinde ortaya koyduğu ”ideal devleti” ile Platon’dur. Mussolininin ”La dottrina del fascismo” ile Platon’un İdeal Devleti arasında gerçekten büyük benzerlikler vardır. Platon’a göre insanlar eksik yaratılmış yaratıklardır; her insanın işlevi , özellikleri vardır. İnsan ruhu da 3 bölümden oluşmaktadır. Soy-meslek , bilgelik isteği ve maddi istek. Her insanda birisi baskındır. İşte tüm bunlar yüzünden zayıf-güçlüye, aptal-zekiye, zengin-köleye muhtaçtır. İnsan bu sebeplerden tek başına yaşayamayacağı için polise-devlete muhtaçtır. Çünkü ancak polisin içinde insanlar tüm bu eksikliklerini giderebilir ve yaşamını sürdürebilir. Polise yani devlete gelecek olursak ;

Devlet ”tektir”, ”biriciktir” her şeyin üstündedir ve kutsaldır.

 

 

Sınırları içindeki tüm insanlar devletin devamı, güçlenmesi için varını yoğunu ortaya koyarak süreki çalışmalıdır. Ne olursa olsun polise zarar gelmemelidir. Yöneticilerin ve askerlerin evlenmesi yasaktır, söz konusu değildir. Ancak kadınlarla birlikte olabilirler, eğer çocuk olursa da o çocuk devletin çocuğu olur. Devlet onu yeteneklerine göre eğitir, hizmete hazırlar. Zeki ise filozof, güçlü ise asker yapar. Köleliği de doğal bir yazgı olarak meşrulaştırmıştır. Köle makinedir, tüm işleri yapacak bir makine, büyük bir iş gücü! Platon sınıfların üstlendikleri rolü benimsemesi, gereğini sürekli yerine getirebilmesi için ”koruyucular sınıfı” oluşturmuştur. Yöneticiler her sınıfa biçilen rolü benimsetebilmesi, siyasal bütünlüğün korunması için yöneticilerin gerektiğinde ”ahlak” dışına çıkabilmeleri meşrulaştırılmıştır. Devlet toplumsal değişime olabildiğince kapatılmalıdır, devleti kendi kendine yeterli dışa kapalı bir model olarak sunar. Yani bu devletin başka devletlerle ilişkileri en alt seviyeye indirilmiştir. Dışa kapatıldığı gibi içe de kapatılmalıdır. Devletin içinde de değişim durdurulmalıdır. Bu da ”devletin bekçilerinin” görevidir. ”Devletin bekçileri kurulmuş düzene aykırı hiç bir yeniliğe fırsat vermeyecektir!”… Devletin başına geçecek kişi ise en zeki ve en bilge olan olmalıdır, bu kişi de filozoftur. Başa geçerse devlet mekanizması sorunsuz bir şekilde işleyecektir.


İşte Platon’un ideal devleti en anlaşılacak en basit düzeyde bu şekilde. Gerçekten Hitler’in Nazi Almanyası , Mussolini’nin Faşist İtalyası ile Platon’un İdeal Devleti arasında büyük benzeşimler görülmektedir. Devletlerini dışa kapamaları, içerideki baskıcı yönetimleri, tek tip siyasal insan oluşturma çabaları, devlet otoritesini her alanda göstermeleri, devletin kutsallığı, özgürlükleri kısıtlamaları, tüm yurttaşların devletin yücelmesi için çalışması, devletin propagandası, askeriyeye son derece önem vermeleri, tüm bunları yapacak düzeni otoriteyi sağlayacak Kara gömlekliler, Schutzstaffel, Devletin Bekçileri sınıfının oluşturulması verebileceğimiz en bariz örneklerdir.

Benzerlikler tabii ki de bunlarla da sınırlı değil. Detaylı bilgileri Platon’un kendisinden okumanızı öneririm. Dehşete kapılacaksınız. Tüm bunlardan yola çıkarak Platonun – Faşizmin Babası – ilham kaynağı olduğunu söyleyebiliriz. Konu hakkında daha fazla ayrıntıya girerek kafanızı karıştırmak istemiyorum, merak ettiklerinizi sorabilirsiniz veyahut soruların cevabının hepsini Platon’un kendisinde zaten bulacaksınız…

“Her ne kadar kanunların kral işi oldukları apaçıksa da en iyisi kuvveti kanunlara değil bilgili bir krala vermektir.”


Platon’dan:

“Bir gemi düşünelim; bu geminin de hali vakti yerinde, ama gözleri görmeyen, kulakları işitmeyen ve üstelik gemicilikten de bihaber bir sahibi olsun. Sonra, bu geminin kaptanı olmaya çalışan bir dolu tayfa düşünelim. Kaptanlık sanatını bilmeyen ya da biliyorsa nereden bildiğini söylemeyen, hatta kaptanlık sanatı da neymiş diyen tayfalar olsun bunlar. Hepsinin tek isteği geminin dümenine geçmek. Bu yüzden geminin sahibine yalvarıp yakarıyorlar, dümeni bana ver diye. Gemi sahibi birinden birine verecek olsa dümeni, bir diğeri onu gemiden apar topar atmaya ya da öldürmeye kadar vardırıyor işi. İlaçlarla, içkilerle uyuşturuyorlar onu ve gemide ne var ne yoksa çalıp çırpıyorlar. Tıka basa ne buldularsa yiyorlar, kafaları çekiyorlar. Gemiyi de böyle ayyaşlar nasıl yürütürse öyle yürütüyorlar. Bu arada gemi sahibini kandırıp dümeni ele geçiren kimseye de övgüler yağdırmaya başlıyorlar, alkışlıyorlar, “eşşiz kaptan, en büyük gemici,” diye avaz avaz bağırıyorlar. Ama gerçek bir kaptanın, hava durumunu, mevsimleri, yıldızları, rüzgârları ve bunlara benzer şekilde bir geminin yürütülmesi için ne gerekiyorsa hepsini bilen kişi olması gerektiğini düşünmüyorlar bile.10 İşte bir gemide böyle bir karmaşa yaşanıyorsa, o gemide gerçek kaptanın değeri anlaşılmaz. Ona ancak kaçık, işe yaramaz sıfatları yakıştırılır. Böyle bir gemiye benzer devlette, filozofların durumu da gerçek kaptanın durumuna benzer. Gerçek kaptan onurludur, asla yalvarıp yakararak geminin başına geçmek istemez. Bilgisi ve görgüsüyle bu işi yapmak ister. Bu yüzden de gidip de bir gemi sahibinin kapısını çalmaz; aksine gemi sahibinin onun kapısını çalması beklenir, çünkü doktor hastanın değil, hasta doktorun kapısını çalar.”


tolgahan yıldız



Kaynak:

Platon – Devlet