Güncel toplum psikolojisi üzerine kaleme alınmış, bizi bize anlatan samimi bir metin.
Son yıllarda insanlar tükettikleri çoğu şeyde vasat özellikler olmasına alıştırıldı. İnternet tabanlı sosyal platformlarda zaten kötü kalitede içerikler sunuluyor. Bundan dolayıdır ki dünya çapında üretilen şeylerde, yazılan yazılarda, çekilen filmlerde kalite düşüşü yaşanıyor. Peki, kalite göreceli midir? Ya da kalite nedir?
“Kalite, kısaca, beklentileri aşmak demektir. Bu tanımıyla da insanlığın, sürekli gelişmenin bir ifadesini içerir.”
Kalite kısaca tanımıyla temelde bu anlama gelmektedir, sürekli gelişmek, sürekli iyileştirmek. Peki, izlediğimiz, dinlediğimiz, okuduğumuz ya da basit bir tabirle tükettiğimiz şeylerde herhangi bir gelişme, iyileşme var mı? Cevap ‘yok’ ise, neden? Bunu aslında insanların kendini geliştirmemesine, okumamasına, bilgileri güvenilir kaynaklardan değil de kolayına geldiği gibi x bir yerden almasına, popüler kültür ve öğelerinin çok fazla topluma nüfuz etmesine bağlayabiliriz.
Peki, neden insanlar kendilerini geliştirmekten kaçıyor? Neden sosyal medyaya kendilerini gömüp saatlerce vakit geçirmek, başkalarının yaptıkları şeyleri izlemek, bilgilenmek değil de sadece boş vakit geçirip eğlenmek hoşumuza gidiyor ve bu suratımıza vurulduğu zaman inkâra başvuruyoruz? Cevap basit; çünkü daha kolayımıza geliyor. Bir şeyler üretmek, bilimsel makaleler okumak, kafa yorup bilgilendirici bir içerik için uğraşmak daha zor geliyor. Sonuç olarak da bize verilen vasat veya vasat altı özellikteki içerikleri tüketiyoruz. Bir süre sonra da bu bize normal geliyor. Olması gereken buymuş gibi.
Psikolojik Savunma Mekanizmaları
‘’İnsan zihninin ilkel ego savunma mekanizması, beynin kaldıramayacağı kadar fazla stres üreten tüm gerçekleri reddeder. Buna inkâr denir.’’ – Dan Brown
Vasata alışmamızın, bununla yetinmemizin bir nedeni de çevre baskısı. İnsanların tepkilerinden, alay edilmekten korktuğumuz için farklı kelimeler kullanmaktan, bilimsel bir makaleden bahsetmekten, felsefeden, sanat tarihinden, psikolojiden konuşmaktan ister istemez kaçınıyoruz. Peki, neden çevremizdeki insanlar yanlarında eğer kendini geliştirmeye çabalayan, farklı şeyleri öğrenmek için çalışan insan gördükleri zaman bunlarla alay ediyor? Bunun benim nezdimde iki sebebi var. İnsanın psikolojik savunma mekanizmaları. Sigmund Freud, kişinin küçük yaşlardan itibaren kendi benliğini korumak, sorunlar, iç ve dış çatışmalardan en az etkilenmek için çeşitli şekillerde kendini rahatlatmaya çalışan savunma mekanizmaları geliştirdiğini ileri sürmüştür.
Bunlardan biri psikopatolojide paranoya ile beraber adı geçen ‘’narsistik’’ bir savunma mekanizması; yansıtma. Yansıtma mekanizması, insanın, kendi kusurlarını ve aykırılıklarını başkalarına ve eşyanın tabiatına bağlaması ve yansıtmasıdır.
Kişi kendi eksikliklerinin ve yenilgilerinin sorumluluğunu ya da suçunu başkalarına yükler. Her türlü sorumluluk ve fatura, kendi dışındaki kişilere, yöneticilere, sisteme, dış güçlere ve düşmanlara yüklenir. Başarısızlıklarının ve gayret göstermeyişlerinin nedenini açıklarken: “Eğer x imkân olsa veya verilse bizler dünyaya meydan okuruz ve işlerimizi herkesten daha iyi yaparız” ifadelerine bol miktarda yer verirler. Dolayısıyla, bu istekleri yerine getirilmediği için istenilen düzeyde çalışmadıklarını veya sistemin değişmesini ve baharın gelmesini beklediklerini sıkça belirtirler. Sonuç olarak bu insanlar masumdurlar ve günahsızdırlar. Her şeyin sistemden, dış güçlerden veya yöneticilerden kaynaklanmakta olduğu kanaati zihinlere yerleşmiştir. Başarısız öğrenci “hakkının yendiğini” söyler; gol atamayan futbolcu “arkadaşlarının iyi pas vermediğini” iddia eder.
Biraz üstüne düşüp düşününce bu insanların kendilerini korumak, bilmediği şeyler yüzünden yargılanmamak adına başka insanlara sözlü olarak saldırdığını görebiliriz. Aslında aynada kendilerine söylemek istedikleri şeyleri başkalarına söylerler. Sonuçta kavgada ilk vuruşu yapan kazanır genelde; psikolojide de böyle.
Diğer bir “olgun” savunma mekanizması ise en yaygın olarak kullanılanı; mizah, bir diğer adıyla “şakaya vurma”. Mizah savunma mekanizması, kişide kaygı uyandıran düşüncelerin ciddiye alınmamasıdır. Bir insan bir konudaki yetersizliği ya da beceriksizliği nedeniyle çevrenin kendisini küçük göreceğinden çekinip bir girişimde bulunamaz ya da davranış yapamazsa, çevreden beklediği eleştirileri şakaya vurup kendi kendine yönelterek kaygıdan kurtulabilir. İngilizlerin, “Birçok gerçek şaka ile anlatılır” atasözü bu vakaya ışık tutmaktadır.
Nasreddin Hoca bir gün ata binmek ister. Birkaç kez dener; beceremez. “Hey gidi gençlik hey!” diye içine çeker. Çevreye bakınıp kimsenin olmadığını görünce kendi kendine söylenir: “Atma hoca, ben senin gençliğini de bilirim.”
Mizah ile bilmediği şeyler üzerinden şakalar yaparak onu küçümsemek, elitleştirip yermek, türlü laf oyunlarıyla aşağılamak aslına bakılırsa zekâ isteyen bir iştir. Ama öte yandan, etrafımızda ne kadar anlamadığı her şey ile ya da kendisiyle sürekli dalga geçen biri varsa bilin ki o, etraftaki en kaygılı, en sıkıntılı kişidir.
Anlamadığımız şeyler yüzünden bunları bilen insanları küçümsemek, o şeyleri araştırıp öğrenmekten daha kolay gibi gözükür ama bu şekilde davranarak insan sadece kendini geliştirmediğiyle, ilkelleştirdiğiyle kalır. Bilmediği şeyleri merak edip soran, araştıran, bunlar üzerinden insanları küçümsemeye çalışmayıp öğrenmeye çalışan, vasatlığa alışmayıp her açıdan iyi içerik arayan, kendini geliştirmeye çabalayan insanlar sayesinde toplum biraz da olsa ileri gidebilir. Bunların hepsini yapan insanlar, ne güzel insanlardır. Elit olmak ya da olmaya çabalamak kötü bir şey değildir. Elit olmaktan korkmayın.
karel baki
Kaynakça:
Dünya Gazetesi – 21.11.2003
Sevgili Karel Baki, yazınızı uykudan önce, göz kapaklarımı dinlendirme maksatlı okudum. Ancak, okuma esnasında daha da dirildiklerini fark ettim. Yazınıza, geneli itibariyle katılsam da, ” Her türlü sorumluluk ve fatura, kendi dışındaki kişilere, yöneticilere, sisteme vs. yüklenir. ” cümlesi çok banel bir kişisel gelişim ifadesidir. Prf. Dr. Ali Demirsoy’ ların, İlber Ortay’ ların havlu attığı bir dünyada, ensemiz kararmasın diye biteviye bir mücadele halindeyiz. Lakin, barem ya da esami terimlerini epistemolojik olarak incelediğimizde, duygusal faktörlerin ₺₺₺ silsile halinde sirayeti sonucunda, zombileşen insan soyu, homo economicus yönüyle bukalemun yönü arasında ikircikli bir tutum sergilemesi sonucu ortaya çıkan anomi durumu, bir sorunsala oradan da bir sarmala dönüşüyor. Üstelik, bunu da ” overdose ” vb. plaza diliyle konuşan conconların da yapıyor olması sonucunda, insanda, alıp başını varoşlara gitme hissi peyda oluyor. Sevgiler,…