Psikolojik rahatsızlıklar ve sosyal ilişkilere etkileri hakkında derinlemesine ve açıklayıcı bir yaklaşım.


 

 

Savunma Stratejisi Ne Demek?


Freud savunma stratejilerini engellenme, çatışma gibi olumsuzluklar karşısında kalan bireyin bilinçsiz olarak geliştirdiği benliğini korumaya yönelik savunma araçları olarak tanımlar.Ben bu tanımı kabul etmekle birlikte savunma stratejisi kavramını daha geniş bir anlamda kullanıyorum. Bireyin potansiyel veya aktif tehditlere karşı benliğini ve kendini korumak için sahip olduğu psikolojik mekanizmalar diye özetleyebilirim.

 

Hayat bilinmezlikler ve potansiyel tehditler ile doludur. Tehdit algısı ve bilinmezlik kaygı yaratır ve insan sürekli kaygılanarak hayatta kalamaz. Her birey kendi kendine veya çevresinden öğrendikleriyle veya mizacının etkisiyle kaygı ile başa çıkacak kendine has yollar bulur. Bu yollar bazen verimlidir ve hayat boyu işe yarar. Bazen ise kısa vadede fayda getirse bile uzun vadede zarar vermeye ve daha çok kaygı yaratmaya başlar. Ama beyin alışkın olduğu yolu değiştirmeyi sevmez. Eski stratejiyi terk etmez belirsizlik ve kaygı yaratacağı için bu alışkanlıktan vazgeçmek çok zordur.

 

Evrimsel mirasımız ve biyolojik bir savunma stratejisi olan stresi, somut bir benzetme olarak verebiliriz. Bir tehditle karşılaştığımız veya karşılaşacağımızı düşündüğümüzde strese gireriz. Stres kortizol hormonu salgılatır. Kortizol hormonu acil durumlarda bedeni savaşmaya veya kaçmaya hazırlar. Kalp ritminizi hızlandırır ve size kaçmanız için avantaj sağlar. Eğer bir ayı peşinizdeyse ve olabildiğince hızlı kaçmak zorundaysanız stres hayatınızı kurtarabilir. Ama ayı olmadığı şartlarda sürekli stres halinde olmak beyninize zarar verecektir. Belirli şartlar altında faydalı olduğu halde şartlar değiştiğinde sabit kalan savunma mekanizmaları da uyum yeteneğinize zarar verir. Birkaç psikolojik rahatsızlık üzerinden örnekler vererek bu durumu açıklayalım.

           

Travma Sonrası Stress Bozukluğu


Bu bozukluğu Dsm’e göre kısaca tanımlamak gerekirse:

  • Travma yaratan olayın kabuslarda ve davetsiz anılarda tekrar tekrar yeniden yaşanması.
  • Travma ile ilişkilendirilen uyarıcılardan kaçınma.
  • Duygusal uyuşukluk.
  • Uyku sorunları.
  • Gürültüye tolerans gösterememe ve irkilme durumunda aşırı tepkiyi içeren aşırı uyarılmışlık.

 

Aşağıda Gülhane Tıp Dergisi’nden aldığım travma sonrası stres bozukluğu olgu sunumunun bir bölümünü paylaşacağım:

Hastalık öyküsüne baktığımızda; hasta 1990-1999 yılları arasında birçok silahlı çatışmaya       girmiş, ilk başvurusu 2001 yılında olmuştur. Yapılan değerlendirmede; travmatik olayları         yeniden yaşantılama, insanlara güvenmeme, insanlardan zarar gelebilir tarzında referans   fikirler, kalabalık ortamlara girmekten kaçınma, zaman zaman öfke patlamaları, öz bakımda azalma, sık sık uyku bölünmesi, travmatik olayları hatırlatan durumlar sonrasında terleme,       çarpıntı, sık nefes alma tarzında artmış uyarılmışlık belirtileri, self-medikasyon maksatlı          başlayan alkol kötüye kullanımı tarzında belirti ve bulgular saptanmış ve TSSB olarak değerlendirilmiştir.

 

Yazıda silahlı çatışmalarda bulunmuş bir görevlinin emekli olduktan sonra yaşadığı uyumsuzlukları özetlenmiş. Kendinizi tehlikeli bir bölgede nöbette düşünün. Dikkatinizi bir an kaybederseniz siz dahil birçok arkadaşınız ölebilir. En ufak bir sesi veya ışık kaynağını bile kaçırmamanız hayati önem taşıyor. Bu şartlar altında her şeye dikkat kesilmeniz, insanlara zor güvenmeniz veya seslere karşı aşırı uyarılmanızdan daha doğal bir şey yoktur. Beyniniz ve vücudunuz da bu şartlara uyum sağlar ve bunu kolaylıkla yapmaya başlarsınız. Peki emekli olduktan sonra bu alışkanlığınız birden yok olur mu?

 

Cevap maalesef hayır. Ve bu savunma stratejileri bir alışveriş merkezinde alışveriş yaparken patlayan bir balona çok büyük tepki vermenize hatta aniden siper almanıza neden olabilir. İzlediğim bir Youtube videosunda Ankara’da yoğun patlamaların olduğu dönemde yaşamış ve eğitim nedeniyle Japonya’ya gitmiş bir öğrenci, Japonya’da kutlama sırasında patlayan bir havai fişeğe tepki olarak masanın altına girmeye çalıştığını ancak kendi dışında herkesin normal tepki verdiğini anlatıyordu. İşte bu örneklerin tamamı travma sonrası stres bozukluğunun uyumsuz savunma stratejileriyle nasıl açıklanabileceğini gösteriyor.

           

Disosiyatif Kimlik Bozukluğu


Hepimiz Dövüş Kulübü’nü izlemişizdir. Benzer olarak Kimlik filmini izleyenlerimiz de vardır. Yirmi yıllık bir spoiler vereceğim Dövüş Kulübü filmini izlememişler bir sonraki paragrafa geçebilirler. Tyler ve Jack aynı kişideki iki farklı kimliktir. Benzer filmlerde bu bozukluk genelde şizofreni diye biliniyor. Aslında bu rahatsızlığın adı disosiyatif kimlik bozukluğudur. Şizofreni farklı bir bozukluk ve örnek olarak Akıl Oyunları filmi verilebilir.

 

 

Dsm’e göre disosiyatif kimlik bozukluğu:

  • İki ya da ikiden çok ayrı kişilik durumu ile belirli kimlik bölünmesi. Bu durum kimi kültürlerde cin çarpması yaşantısı olarak tanımlanır. Kimlikte bu bölünme, kendilik duyumunda ve eylemlerini yönetebilirlik algısında sürekliliğin belirgin olarak bozulmasını kapsar.
  • Sıradan bir unutkanlıkla açıklanamayacak bir biçimde, günlük olayları, önemli kişisel bilgileri ya da travmatik olayları anımsarken yineleyici boşluklar olması.
  • Bu belirtiler klinik açıdan belirgin bir sıkıntıya ya da toplumsal, işle ilgili alanlarda ya da önemli diğer işlevsellikle alanlarında işlevsellikte düşmeye neden olur.
  • Bu bozukluk genel kabul gören kültürel ya da dinsel uygulamanın bir bölümü değildir.
  • Bu belirtiler bir maddenin ya da başka bir sağlık durumunun fizyolojiyle ilgili etkenlerine bağlanamaz.

 

Bu sıkıcı tanımlardan sonra Anormal Psikolojide Vaka Çalışmaları isimli kitaptan aldığım ilginç bir vakayı burada özetlemeye çalışayım:

Paula katı ve disiplinli iki ebeveyn ile kırsal bir bölgede büyümüş otuz sekiz yaşında bir anne. Dedesi çocukluğunda sempati duyduğu tek yetişkin figür. Hayatının ilk yıllarında babası kızını tamamen görmezden gelmiş. Sonrasında beş yaş civarında fiziksel bir sevgi göstermeye başladı. Paula’ya kabaca sarılıp öpüyordu. Etrafta kimse yokken ise Paula’yı cinsel olarak taciz ediyordu. Paula nasıl tepki vereceğini bilemiyordu. Babasının yaptıkları hoşuna gitmiyordu ama ondan gelen tek ilgiyi ne olursa olsun kabul ediyordu. Annesi ise kızının elini kaynar suya sokarak veya karanlık bir dolaba kilitleyerek ona ceza veriyordu.

 

On beş yaşında babası Paula’yı saçlarından sürükleyerek yatak odasına getirmiş ve onu yatağa bağlamıştı. Defalarca tokatladıktan sonra ise onu cinsel ilişkiye zorlamıştı. Yirmi yaşına kadar bu fizisek ve cinsel istismar devam etmişti.

 

Paula bir uzmana gittiğinde uyku ve duygudurum problemleri vardı. Sık sık intihar tehdidini dillendirdi. Şiddetli bağ ağrıları ve nefes problemleri de vardı. Hafıza problemleri çekiyordu. Bazen saatler boyunca neler olduğunu hatırlamıyordu.

 

Devam eden seanslarda Paula’nın birden çok kişiliği ortaya çıktı. Bu kişiliklerden biri korkmuş bir kız çocuğuydu. Ve biri de özellikle taciz edildiği zaman ortaya çıkan Sherry’di. Paula’ya tecavüze uğradığı o günü anlatmasını istediğinde tam hatırlayamamıştı. Psikologu uzanmasını ve rahatlamasını istediğinde Sherry ortaya çıktı ve “ O hatırlamıyor, orada değildi. Ben ordaydım.” Dedi.

 

Küçük yaşlarından itibaren en güvenilir olması gereken kişilerden tarafından istismara uğramış Paula, yaşadığı yoğun hisleri kaldıramamış ve bu olayları kendi farkında olmadığı bir kişilik olan Sherry’e yüklemişti. Ve bu savunma stratejisini ilerleyen zamanlarda da kullanmıştı. Ne zaman tehdit edici ve nahoş bir durumla karşılaşsa tüm farkındalığını kapatıp başka bir benliğe geçiyordu. Bu bilinçteki parçalanma diyebileceğimiz savunma stratejisi Paula’yı bir nebze korusa bir zamanla daha da şiddetlenmiş ve Paula’nın değişimler üzerindeki farkındalığı git gide azalmıştı.

 

Paula stresli ve nahoş olayları bastırarak veya başka kişiliklerine yükleyerek çözdüğü için hayatta karşısına çıkan sorunları çözebilme yetisi gelişmemişti. Eski kullanışsız mekanizma yerine yeni etkili mekanizmalara ihtiyacı vardı.

           

Bağımlı Kişilik Bozukluğu


Dsm’e göre bağımlı kişilik bozukluğu:

Aşağıdakilerden 5’i ya da daha çoğu ile belirli, erken erişkinlikte başlayan ve değişik bağlamlarda ortaya çıkan, toplum içinde çekingenlik, yetersizlik duyguları ve olumsuz değerlendirilimeye aşırı duyarlılık ile giden yaygın örüntü:

  • Başkalarında çok öğüt veya destek almadıkça gündelik kararları vermede güçlük.
  • Yaşamının önemli alanlarının bir çoğunda sorumluluğu başkasının almasına ihityaç duyma.
  • Desteğini yitireceği ya da kabul görmeyeceği korkusuyla başkalarından ayrışan fikirlerini belirtmekte zorluk çekme.
  • Kendi başına projelere başlama veya işleri kendi halletmekte zorluk çekme.
  • Başkalarından bakım veya destek görmek adına nahoş şeyler yapmaya gönüllü olacak kadar ileri gitmek.
  • Kendine bakamayacağına dair abartılı korkuları nedeniyle yalnız kaldığında rahatsız ve çaresiz hissetme.
  • Yakın bir ilişki sonrası bakım ve destek ihtiyacı sebebiyle hemen başka bir ilişki arama.
  • Kendi kendine bakma durumunda kalacağına dair korkulara gerçekçi olmayan biçimde kafa yorma.

 

Modern Yaşamda Kişilik Bozukluları kitabından aldığım bir vakayı özetlemeye çalışayım:

32 yaşında bir öğretmen olan Sharon iki kız kardeşin küçüğüydü. Babası tüm ailenin sırtını dayadığı güçlü bir figürdü. Neredeyse doğduğundan beri herkes ona “kıymetli bir porselen bebek” muamelesi yapıyordu. Her ihtiyacı daha istemeden karşılanıyordu. Ablası okulda onu her alanda koruyordu. Bazen ödevini yapıyor bazen zorbalara karşı onun hakkını savunuyordu. Bunların karışılığında öğretmenleri ve ailesi  “tatlı ve uslu” biri olarak onu seviyordu.

 

Sharon babasına benzer güçlü bir figür olan Tom ile evlendi. Geleneksel eş rolüne bürünerek hayatına mutlu şekilde devam etti. Tom onunun beceri eksikliğini “şirin” buluyordu. Tom’un ona kızacağını düşündüğü için kendi fikirlerini belirtmiyordu.

 

Ne var ki çok geçmeden Tom onu aciz ve boğucu bulmaya başladı. Kendi arkadaş çevresi olmadığı için tüm boş vakitlerini onla geçirmek istiyordu. Maddi açıdan sıkıntılı oldukları bir dönemde onu çalışmaya zor ikna etti. Ama işten sürekli alıp götürmesi gerektiği için kendi boş vakti kalmıyordu. İlişkilerinde bu tip sorunlar çıkmaya başladı. Tom duygusal olarak uzaklaştı ve Sharon kendini aciz ve çaresiz hissediyordu.

 

Bu örnekte Sharon’ın ailesinden öğrendiklerine dikkat etmek gerekir. Ailesi ona “Başkalarını mutlu edersen özel olursun, seni severler ve sonsuza kadar sana bakarlar.” stratejisini öğretmiştir. O ailesiyle ve diğer insanlarla iyi geçiniyordur bunun getirisi olarak hayatta karşısına çıkacak sorunları başkaları onun için çözmüştür. Ödevlerini yapmamış, kendine kötü davranan insanlara karşı kendi hakkını savunmak zorunda kalmamıştır. Eşiyle bile geleneksel bir eş olarak yemeği yapıp eşini mutlu etmeye çalışması yeterli olmuştur.

 

İşler iyi giderken bu strateji ailesiyle ve eşiyle işine yaramış gibi gözüküyor. Ancak ilişkisinde problemler çıkmaya başladığında, eşi maddi olarak aileye yetemeyip ondan çalışmasını istediğinde Sharon’un stratejileri işe yaramıyor. Ancak kendi başına sorunlara çözüm bulabilecek uyumlu mekanizmalar geliştiremediği için ne yapacağını da bilemiyor.

           

Yazıda anlattığım bakış açısı psikolojik rahatsızlıkları yorumlamanın elbette tek yolu değil. Genetik, çevresel, toplumsal, biyolojik veya bilişsel birçok bakış açısı var ve bunlardan herhangi birine mutlak doğru veya yanlış demek doğru olmaz. Hangi durumda hangi bakış açısı daha uygunsa onu kabul etmek en akılcı yol. Psikolojik rahatsızlıklara deli veya sorunlu insanlar gibi bakmak yerine duruma uygun stratejiler geliştirememiş insanlar olarak bakmanın psikolojik bozukluklardan muzdarip insanlara olan önyargıyı kırma açısından da faydalı olacağını düşünüyorum. Psikolojik rahatsızlığı olan insanlara, toplum olarak bunda utanılacak hiçbir şey olmadığını hissettirmeliyiz, tersini değil.

 

mert üremiş


 

Kaynakça:

Amerikan Psikiyatri Birliği, 2014, Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal Elkitabı, HYB Yayıncılık.

Millon Theodore ve ark., 2019, Modern Yaşamda Kişilik Bozuklukları, İş Bankası Kültür Yayınları.

Oltmanns T. F. Ve ark., 2017, Anormal Psikolojide Vaka Çalışmaları, Nobel Yayınevi

Butcher J. N ve ark., 2013, Anormal Psikoloji, Kaknüs Yayınları