Beyin araştırmalarımızdan öğrendiğimiz bağlantısallık biliminin insanlığa etkileri nelerdir?
Şimdi esasında bağlantısal bütünsellik, bağlantısal bütünlük demeyi de ben daha çok seviyorum, bir bütünlük var, bir de bağlantısallık var. Şimdi bu bağlantısallık bilginin işlenebilmesi bağlantısallığı. Hayat dediğimiz, yaşam dediğimiz şey esasında iç içe geçmiş kodlamalar sistemi ve bu kodlamalar sistemi her bir platformda birbiriyle bağlantısallık üzerinde çalışıyor ve her bir platform bir diğerine geçişkenlik gösteriyor. Bunun yine en güzel analojisi insan sinir sistemi. İnsan sinir sisteminde malumunuz bir sürüngen beyin var, bunun üzerine bir limbik sistem geliyor, bunun üzerine bir korteks geliyor. Fakat şu anda ben seninle konuşurken nefes alıp vermem idare ediliyor. Kalp atışlarım idare ediliyor ve bunu beyin sapı ve diğer ilgili yapılar yürütüyorlar ama bundan korteksin haberi yok. Korteks şu anda bu konuşmayı yapmakla yoğunlaşmış durumda ya da limbik sistem işin içine giriyor, diyor ki: “Burada iki yakışıklı delikanlı var.”, “Bunlar düşman mıdır, dost mudur?”, “Bu konuşmayı nasıl yürüteceksin?” Bu bilgiyi bize üretiyor ve korteks bu biraz daha nitelikli olan bilginin değerlendirmesini ortaya koyuyor yalan yanlış.
Biz bunların hepsiyle toplamda bir bağlantısallık içerisinde yaşıyoruz. Nöronlar bunun kendi bağlantısallığı içerisinde yaşıyorlar. Proteinler bunun kendi bağlantısallığı içerisinde yaşıyorlar. İnsanlar da kendi bağlantısallığı içerisinde yaşıyorlar. Ama burada her bir katmandan diğer bir katmana geçişte esasında o kümenin, kümeyi oluşturan parçaların aritmetik toplamından fazla bir şey üretiliyor. İşte o fazlalık, yaratıcılıktan gelen bir fazlalık. O bir arada olmaktan doğan bağlantısallığın ürettiği bir yaratıcılık. Yaratıcılık derken yanlış anlaşılmasın. Bu bazen kültürel anlamlar yüklendiği için bazı yanlış anlaşılmalara yol açıyor. Buna zeka da diyebiliriz. Yani bütünün kendisi, onu oluşturan parçaların aritmetik toplamından fazla bir şey ve bu fazlalık o bir arada olmaktan doğan bağlantısallığın sonucu olan bilgi işlemenin neticesinde ortaya çıkan zeka ve bunu tanımlamak güç. Bunu ilk fark eden fizikçi Schrödinger. Schrödinger’in 1943’te “What Is Life?” derken kastettiği, orada “What?”, “Bu nedir, hayat nedir?” derken soruduğu şey işte “Bu bütünün aritmetik toplamından fazla olmasını sağlayan o fazlalık nedir?” diye esasında soruyordu. Ve bunu fiziği… Çünkü bu dediğim, konuştuğumuz gibi termodinamiğe aykırı bir şey. Daha sonra bunun üzerine çalışmalar yürütülüyor ve bugüne geliniyor.
Şimdi bağlantısallık, bir bilgi işleme sistemi ve her bilgi işleme sistemi beraberinde var olandan daha üst kategoride yeni bir platform, yeni bir paradigma yaratıyor kuralları kendine ait olan. Sözgelimi protein düzeyinde ayrı bir paradigma var, DNA düzeyinde ayrı bir paradigma var, hücreler düzeyinde ayrı bir paradigma var. Organ sistemleri düzeyinde, organizma düzeyinde… Bu organ beyin diyorsak zihin düzeyinde… Ve toplumsal oluşum düzeyinde… Her bir paradigma esasında aynı bağlantısallık matematiğine göre var ve bu bağlantısallık matematiği, şu anda var olan bilimin yeni katmanı. Malumun bilimsel gelişmeler birbirinin üzerine binmiş soğan katmanları gibi gelişiyor. Şu anda var olan bilimsel katman işte bu bağlantısallık üzerinde gelişmekte olan katman.
Bak şöyle söyleyeyim; İsa’dan 400 sene önce Aristo çıkıyor ve diyor ki 10 kilogramlık demir ile 1 kilogramlık demirin ikisini aynı anda yere atsan 10 kilogramlık demir daha hızlı yere düşer ve bu 2000 sene böyle kabul ediliyor. Çünkü bilimsel yöntemimiz tümdengelim. Tümdengelim ne demek? Doğru olduğuna inanılan bir kavramın her olgu için geçerli olduğunu kabullenişten kaynaklanan bir şey tümdengelim. Aristo 10 kilogramlık demirin 1 kilogramlık demirden daha çabuk yere düşeceğini söylediği için, Aristo gibi birisi, insanlık İsa’dan 400 sene öncesinden İsa’dan 1600 sene sonrasına kadar 2000 yıl buna böyle inanıyor. Ta ki Galileo’ya kadar… Galileo çıkıyor Pizza’ya ve gerçekten de bunu deniyor. Denediği zaman bakıyor ki ikisi de aynı anda yere çarpıyor. Ve diyor ki Aristo yanılabilir. Aristo yanılıyor olabilir. Ve ben diyor yaptığım deneyle görüyorum ki 1 kilogramlık demir ile 10 kilogram demir aynı anda yere çarpıyor. Bu yavaş yavaş deneyciliğin ve bugünkü biliminin temeli olan bu deneme yanılma yöntemini oluşturuyor. Yani hipotez, hipotezin ortaya konulması, bunun yeteri kadar denenmesi, yeteri kadar denendikten sonra genelleştirilebilmesi ve ilk yanılgıyı ortaya koyan olgu ile de var olan hipotezin yanlışlanması metodolojisi. Dolayısıyla biz bugüne kadar hep tümdengelim ve tümevarım yöntemleri ile akıl yürüttük. Bilim hep böyle çalıştı. Şu anda da öyle. Şimdi artık bağlantısallık üzerine bir akıl yürütme gelişmekte. Tümdengelimin matematiği ayrı, tümevarımın matematiği ayrı, bağlantısallığın matematiği ayrı.
Bu; yeni bir bilim demek, yeni bir metodoloji demek, yeni bir üslup demek. Beraberinde bu bilim yeni hukuk, yeni ekonomi, yeni bir anlayış, insanların birbirine bakış açısında bir farklılaşma, dolayısıyla yeni bir yaşam anlayışı getirecek. Bu hemen olmayabilir ama bağlantısallık metodolojisi tümdengelim, tümevarımdan sonra üçüncü yeni bilimsel metodoloji olduğuna ben inanıyorum. Bunu görüyorum. Bunun da en iyi ana hücresi insan beyni çünkü nöronların birbiriyle olan etkileşimi esasında yaşamın içindeki bağlantısallığın en güzel modeli ve beyin çalışmalarının yavaş yavaş bu bağlantısallık üzerine oturması, yaşamın ne olduğunu daha net anlayabilmemiz için bize yeni bir model oluşturmaya başladı. Bu son 4-5 senede olan bir şey. Sinirbilimciler ve yapay zekacılar bunun farkındalar. Bundan en çok rahatsız olanlar ekonomistler ve hukukçular. Çünkü hukuksal anlayış, şu anda var olan hukuk anlayışı insanı yaşama karşı koruyan hukuk anlayışı. Halbuki bağlantısallıkla birlikte bütünü insana karşı koruyan bir hukuk anlayışı gelecek. Yani biz şu anda tek bir yaprağın çıkarını ormana karşı koruyan bir hukuk anlayışı içerisindeyiz. Yaprakların eşitliği ilkesi içerisinde.
Halbuki biz ormanın çıkarını yaprağa karşı korumak zorundayız çünkü yapraklar gelip geçer.
Bu yeni bir hukuk. Yani bu bağlantısallık denen bilgi işleme sistemi bizim bilimsel anlayışımız açısından önemli.
Şunu söyleyeyim belki biraz fazla oldu ama; 1903’te Cajal, ilk kez nöronal doktrini ortaya koyuyor ve ilk kez bir nöronu çiziyor. Böylelikle biz hep bütünü yapı taşları ile incelemeye başlıyoruz. Neden? Çünkü tümevarım hakim. Deneycilik bize bunu öğretiyor. Yani tek tek 1 kilogram demir ile 10 kilograma bakıyoruz ki olguları inceliyoruz. Ondan sonra işte atom maddenin en küçük yapı taşı diyoruz. Ondan sonra, hep böyle küçük yapı taşlarının peşinde koşuyoruz. Cajal da diyor ki “Beynin en küçük yapı birimi nörondur.” ve 1903’ten bugünlere kadar, hâlâ major olan nöro-science bilimi buna bağlıdır, hep nöron çalışıyoruz. Halbuki nöronların bir arada olması zihin dediğimiz bir başka paradigmayı yaratıyor. Bunu fark ettiğimiz zaman bunun esasında yaşamın içerisindeki üst üste binmiş kodlama sistemleri ile ne kadar benzeştiğini de ortaya koyuyoruz. Sosyolojik olayların değişkenliği ve önceden tahmin edilemezliği, aslında nöronların oluşturduğu düşünce biçimlerinin oluşması matematiği ile aynı ve bu belirsizlik matematiği, ki buna “Bayesian Systems” diyorlar ben de anlamaya çalışıyorum. Bu yeni matematiğin ortaya çıkışına da yol açıyor. İşte insan-beyin projesinde ya da insan-connectome projesinde, bizim de içinde olmaya çalıştığımız, ortaya koyduğumuz veriler bize esasında nöronal bağlantıların yaşamı daha iyi anlayabilmek için daha basit bir analoji ortaya koyabileceğini gösteriyor.
Bağlantısallık kültürünün en önemli öğesi, ki burasının çok mühim olduğuna inanıyorum, yanınızdakini geliştirme üzerine dayalı bir anlayıştır. Yani bu yeni kültürde, kendinizi geliştirmek istiyorsanız yanınızdakini geliştirmekle işe başlamak gerekir. Çünkü bu kendini geliştirmek isteyen bir kişi, yanındakileri geliştirirse matematik olarak sonuçta kendini daha çok geliştirmiş olur. Bu farklı bir kültür. Şimdi 1900’lerin başında bir araştırma yapılıyor. Deniyor ki: “Kendinizi benzersiz hissediyor musunuz?” Bu Amerika’da yapılan bir çalışma ve lise öğrencilerinin aşağı yukarı %14’ü “Evet, ben tabii ki benzersizim.” diyor. Aynı çalışma 2000’li yıllarda, işte bundan birkaç sene önce yapılıyor ve lise öğrencilerinin büyük çoğunluğu, %90’ından fazlası “Elbette ben benzersizim.” diyor. Şimdi bu bizim oluşturduğumuz kültürün esasında yetmezlik alanlarından bir tanesi. Yani bu var olan kültür, dediğim gibi ormanı değil de yaprağı önceleyen kültür, her bir yaprağın kendisini yanındaki yapraktan daha farklıymış gibi görmesine yol açıyor. Tabii ki her bir yaprak yanındakinden farklıdır ama çok da değil ve bütün esas önemli olandır. Ormanın kendisi, yaprağın ya da ağacın kendisinden daha önemli bir canlıdır. Yaprağın bunun bilincinde olması esasında kendisi için de orman için de hayırlı bir şeydir. Bu bağlantısallık kültüründe, ki işte bunun yeni hukuku, yeni ekonomisi, “cryptocurrency”ler falan sen daha iyi biliyorsun, bunlar bu yeni ekonominin ilk ayak sesi. Ama neticede buradaki en önemli şey: Yeni bilim yaprak için değil artık, yeni bilim orman için. Bu sistemde, az önce söylediğim deneyin yapıldığı çocuklarda, lise öğrencilerinde, bu anlayışta yaşam insan için var. Herkes yaşamın kendisi işin var olduğunu düşünüyor. Mesela ben burslar için öğrenciler ile konuşurken, tıp fakültesi adayı öğrencilere konuşurken hepsi bana benim ona ne vereceğimi soruyor. Hiçbiri kendisinin bana ne verebileceğinden bahsetmiyor. Halbuki ben insanlığa ne verebileceğinden bahseden öğrenciyi seçiyorum onların arasından. Benden ne alabileceğini düşünen öğrenciyi aramıyorum ben. Herkes bunu arıyor. “Ormana ne katkı sağlayabilirim?” diyen yaprağın peşindeyim. Bu yeni kültürünün en önemli öğesi, bu yeni kültürde yaşam insan için değil, insan yaşam için. Orman yaprak için değil, yaprağın kendisi orman için ve bu bütün anlayışı değiştiren yeni bir yaşama üslubu.