Albert Camus’nün ‘‘İnsan, ne ise o olmayı reddeden tek varlıktır.’’ sözünü nasıl yorumlarsınız?


 

Kendini aşmak, değil mi?  Ha, gayemiz o. Evet, evet. Şey çok güzel mesela, insan diyor ya. İnsanın nerede kullanıldığına bakalım. İnsan ol, ne demek? Hani diyoruz ya, insan ol kardeşim. Ne demek bu? Yani insan değil miyim ben, insan bu değil mi? Mesela öküzsün, diyoruz, insan ol. Ben öküz değilim bak, iki kolum, iki bacağım var. Mesela insan kötü değildir, insan suçlu değildir, insan ayıp etmez, insan küfretmez. İnsan bunların hepsini bayağı yapıyor, istatistiksel olarak gösterebiliriz, var bunun kanıtları. Hapisler dolu, bir sürü vaka var, mahkemeler var. İnsan öyle bir şey değil. Dolayısıyla ne oluyor? O, idea tanımından geliyor. Biz bir insan tanımlıyoruz, ideal bir insan. Ona inanmamız lazım. İnsan aslında çok güzel bir canlı da bu hayvanlar yapmıyor, demeye çalışıyoruz yani. Hâlbuki gerçekçi olmak lazım orada biraz… İnsanın ne olduğunu kabul etmek lazım… Zaten Albert Camus’nun dediğini yapanlar, o insanlar; üst insanı tanımlayanlar. İyi olanlar yani, tırnak içerisinde bu arada. O tabi tehlikeli bir şey. İyiyi tanımlamak böyle önemli bir şey, çünkü yol ve yön tanımlıyor. Yön tanımlıyor ama varacağına çok inandığı için faşizme doğru gidiyor yani, çok tehlikeli bir yerde. Ben bunu en çok şeyde görürüm, mesela dilde. Bayılırım. Gramer Naziler dediğimiz, böyle dil düzeltmeleri yapan falan. Böyle biri Facebook’ta bir şey yazmış, o de ayrı lütfen falan, böyle hani. O var şimdi. Sanki yanlış anladı. Ya sen deyi ayrı yazmam gerektiğini anladıysan, cümleyi anlamışsın demektir. Çünkü anlamıyorsan eğer deyi ayrı yazmam gerektiğini söyleyememen lazım. Şunu mu demek istedin, bunu mu demen gerekiyor mesela, değil mi? Onu dese tamam diyeceğim, yani burada ben de dikkat ederim o ayrı konu ama. Çünkü benim neden dikkat ettiğimi de söyleyeyim; onlar ortaokulda bize kazındı. Yani o sınavlara hazırlık… Ben çok sınav çocuğuydum. Dolayısıyla zorla öğretildi bize. Ama şimdi şunu görebiliyorum günümüzde, bu bu kadar böyle bir şey. De/da’da değilim bu arada. Bir sürü şey var, bununla ilgili. O öyle kullanılmaz, onun anlamı o değil, o böyle; bu elitizim aslında, şimdi. Gelelim konuya, şimdi burada şu önemli; Robert Pirsig’in Zen ve Motosiklet Bakım Sanatı’nda söylediği çok güzel bir şey var. Diyor ki bilim, bak bilim dünyada en net tanınmış işlerden biridir. Bilim yapacağız, diyor. Ne yapacağız? Mesela işte, alacağız bir tane vidayı açacağız. Şimdi ben bununla ilgili bir deney tanımlıyorum. Diyorum ki işte, vidanın üzerine şalgam suyu döktüm, vidayı açmaya çalıştım. Sonra test ediyorum, normalde vidayı açarken kontrol grubum var, şalgam dökülmemiş vidayı açıyorum; sonra şalgamlı vidayı açıyorum falan filan, performans arttı mı diye bakıyorum. Böyle makale yazabilir miyim, yazarım, bal gibi de yazarım. Bilimsel olur mu, olur. Niye yazmıyorum? Kim söyledi yazmamamı, kimse söylemedi. Diyor ki burada sezgisel bir şey var. Bunları reddetmememiz lazımmış. Şimdi dil kurallarına gelelim, biraz uzaklaştım. Diyor ki dil kuralları, örf ve âdet kurallarıdır. Yani çatal, bıçağın nereye koyulacağı gibi kurallardır. Yemek yemekle ilgili bir şey söylemez, diyor. Şimdinin bilim kuralları da öyledir. Nasıl makale yazılacağını sana söylemez. Nasıl yazabileceğini söyler. Dolayısıyla o dil kurallarını abartmamamız gerekiyor. Onlar niyetini, dili nasıl kullanacağını göstermez. Kurallar önemlidir, hatalar yapmamak açısından, o kadar yani. Bu arada zaten dilin tarihine baktığımızda, o aşırı inandığımız dil kurallarının nasıl kurulmaya başladığını görmeye başlarız. Şimdi çıkmış, Deli ve Dahi’nin filmini çekmişler. Filmini izlemedim ama bu Oxford’un sözlüğünü yazanların hikâyesi… Şimdi filmde var mı bilmiyorum ama hikâyeden söyleyeceğim. Bir kelime var, yirmi altı tür yazılışı var, İngilizce’de. Bayağı alıyorlar, hepsi yirmi altı tane. Hangisini seçip sözlüğe yazacaklar? Ya diyor ki bizim komşu bunu kullanıyor, bunu yazalım, bence bu olsun. Ya senin o inandığın sözlük kurallarının bir kısmına böyle karar veriliyor. Şimdi bu kurallarda TDK’yı düşünelim, bir sürü TDK karar verdi, değil mi? TDK ne kadar ağırlığı olan bir kurum Türkiye’de? 90’larda TDK yöneticilerinin öyle haberleri falan çıktı ki TDK ne yaptı dil ile ilgili yani? Şu anki kurum yöneticilerine bir şey demiyorum, bu arada. Ama tarihçesinde özellikle benim çocukluğum dönemlerimde hiç iyi performansları yoktu, dil ile ilgili bir şey söylemiyorlardı. Umarım söylerler, yapardık. Bakın Türkçe, ya şeyi bile bırak, herhangi bir alanının gelişmesini istiyorsan, altyapı yaparsın değil mi? Yani Türkçe sözlüğün açık kaynak. Özgür, kamusal versiyonu yok ya. Adamın biri Türkçe sözlüğü TDK’nın sitesinden zorla indiriyor. TDK dava açıp o sözlüğü kapattırıyor. Kamu malı bu ya, halkın sözlüğü… Hayır, diyor, benim. Sen kimsin? Sen zaten benim kurumumsun yani. Bana hizmet vermen lazım. Sözlüğü açman lazım ki ben dil geliştireyim. Şimdi bu kuralcılık, bütün hikâyeyi bozuyor aslında. Kurallar kötü demiyorum bu arada. Yani yanlış anlaşılmasın ama aşırı derecede kurallara bağlı olmak da çok iyi bir şey değil. Dolayısıyla biraz onu rahatlatmak lazım…

 

Yeni nesil bunun silahını buldu, nasıl çözüleceğini. Trollemeyle çözüyorlar. Şunu yapıyor; bakıyor, bu insanlar çok fazla bununla uğraşıyor, oradan trollemeyle başlıyor. Trolleme ne yapar? Trollemenin iyi yanından bahsediyorum bu arada. Ne yapar biliyor musun? Seni kendi enerjinle yener. Aikidoya benzer trollemek. Yani sen bunlarla uğraşıyorsun ya, ufak ufak hatalar var, reklamcılar yapmaya başladı. Reklam metninin arasına senin ilgini çeksin diye, ufak gramer hataları döşüyorlar ve gerçekten de algılanma oranını, konuşulma oranını böyle yüzlerce kat arttırabiliyor. O, bu trollemelerle aslında bunlar rahatlayacak biraz. Dil, önemli ama onunla bir yere ulaşmaya çalışıyoruz. Biraz hikâye burada yani… Ne için? Aracı amaçsallaştırmaz, problemine falan gidiyor orada. Ben sorudan bayağı uzaklaştım. Camus’dan girmiştik, değil mi? Evet. İnsan böyle, insan kendini üst konumlamaya çalışan bir canlıdır aslında. Bu da ben demekten başlıyor, yani ben ve doğadan başlıyor. Sen kendini doğanın bir parçası olarak göremiyorsun. Bu doğa, diyorsun; bu ben, diyorsun ve ayırtıyorsun. Ayırdığın anda zaten Camus’nun dediği problem gerçekleşiyor. Çünkü o zaman, benim konumum ne ve ben doğadan ayrı ilerleyebiliyorum artık. Bu da dolayısıyla Doğu ve Batı toplumumun temel şeylerinden birisi… Doğu toplumu tam öyle değil aslında temelleri. Çok eskidir ama yine de Camus’nun dediği doğru, genel anlamında.