Avrupa Bilim Sanat Akademisi’ne seçilmiş biri olarak, ülkemizdeki akademik yapıyı ve üniversitelerin kalitesini nasıl değerlendiriyorsunuz?


 

Çeşitli sınıflamalar var biliyorsun, sıralamalar var. Ülkemiz ekonomik olarak değerlendirildiğinde dünyadaki ülkeler arasında elinde bulundurduğu maddi güç açısından 19. sırada malumunuz. Bunu ana parametre olarak bir an için aldığımızı düşünüp sıralamayı buna göre yaparsak ve yayın sayısını bir diğer kıstas olarak ele aldığımızda tıp alanında dünyada yerimiz 15-16.’lık. Beyin cerrahisi alanında yerimiz 6 ile 8. sırada. Yani ekonomik pozisyonumuzdan daha ileri, belirgin, daha iyi bir pozisyonda. Plastik cerrahide biraz daha iyi beşincilik altıncılık düzeyinde. Tabii ki akademiyi sadece yayın sayısına indirgemek doğru bir şey değil. Yayın kalitesi açısından ölçtüğümüzde, yani dünyada “citation”ların sayısına göre bizim akademimizin, Türk akademisinin bilim dünyasındaki yeri %0.8. %1’in altında bu parametreye göre. Şimdi yine ülkemiz dünyadaki tüm dönen, var olan paranın %0.9’unu elinde tutuyor.Elinizde tuttuğunuz bu para gücüyle bilim dünyasına yaptığınız katkı arasında büyük bir paralellik var. Güney Kore mesela toplam dünyadaki maddi gücün, para gücünün yaklaşık %4-4.2 ‘ini tutuyor. Dünya bilimine katkısı da yüzde 4-4.2 civarında. Onunla paralel. Bundan aşağı yukarı 7-8 sene önce ülkemizin dünyadaki bu payı %2’ler civarındaydı. Şimdi %0.8’de. Yani bir şekilde bu akademik yapımızın yeniden bir yapılanmaya ihtiyaç gösterdiğini bize gösteriyor.

 

Burada işe çok temelden başlamak lazım. Yani yaşam hakkında var olan herhangi bir bilgiyi yekten, peşinen, önyargıyla kabullenmemek ve her şeyin sorgulanabileceğini yine baştan kabul etmek gerek. Bu kültürel yapıyla çok yakından ilişkili bir şey. Çünkü bütün bu değerler, kültürün bütün değerleri, sanki dibinden birbiriyle ilişkili hidrolik kurallarına göre çalışan yapılar gibi. Yani bir ülkenin sineması çok iyi, sporu çok kötü, ekonomisi çok kötü, bankacılığı çok kötü olamaz. Geçici bir süre olsa bile kişisel katkılarla ancak bu elde edilebilir. Bir süre sonra o da diğerlerinin ayarına, er ya da geç bir dengeye ulaşacaktır. Bu nedenle Türkiye’de bilimi ekonomiden, sinemayı bankacılıktan ayrı düşünmemek lazım yani bütün bu parametreler kültürün, o coğrafyadaki insanlığın ortak değerleridir. Akademi de ortak değerlerden bir tanesi. Bu nedenle Türkiye’de nasıl ki birçok alanda yeniden koşmaya, yeniden bir farklılaşmaya ihtiyacımız varsa akademide de buna ihtiyaç var. Ama akademide en önemli şey liyakat. Akademinin temeli liyakat ve insanların birbirine olan güveni. Bu güvenin var olduğu yerlerde, bu liyakat ilkesinin ön planda olduğu yerlerde bilim ve sanat kendiliğinden gelişiyor zaten. Uygarlık bulutu onu çağırana gidiyor. O uygarlık bulutu, onu ulaşabilmek için çaba gösterene gidiyor. O yüzden dünya üzerine bu uygarlık bulutu, çekilen bir şey uygarlık. Bizim bu liyakate ve insanların birbirine güvendiği bir akademik düzene ihtiyacımız var. Temel bu. Ama bunun üstüne bir şey söyleyeyim, akademinin daha iyiye gidebilmesi için bir enstitüleşme lazım. Artık eskisi gibi disiplinlerin kendi başına başat hale gelmesi dönemi, malumunuz artık böyle bir şey yok ve belirli konularda enstitülerin oluşup, o konuda multidisipliner yaklaşımın gerçekleşmesi lazım. Dolayısıyla enstitüleşme akademik yapının iyileştirilmesi için gerekli kurumsallaşma metotlarından bir tanesi.

 

 

Bir diğeri PhD. Bilim doktorası bir ülkede bilimin gelişmesi için en önemli temel kriter. Yani bilimi yaşam amacı olarak, profesyonel yaşam amacı olarak seçmiş insanların sayısının arttırılması ve onun uygun şekilde eğitiminin verilmesi ya da bu eğitimler veriliyorsa hak edenlerin oraya gönderilmesi. Dönmeyebilirler. Ben öğrencilerimi yurt dışına gönderiyorum. Her yıl 40 öğrenciyi yurt dışına %100 burslu olarak gönderiyoruz ve USMLE’ye sokuyorum. Bilimde coğrafî sınır yoktur. Bilimde zihinsel domainler vardır. Hangi alanda araştırma yapıyorsanız artık sizin vatanınız odur. Bilimde coğrafî sınırlar silikleşir. Bana bazen diyorlar ki: “Ya öğrencilerinin neden şuraya buraya gitmesini teşvik ediyorsun?” Çünkü çoğu zaman gidenler kalanlardan bu ülkeye daha çok yararlı oluyor da o yüzden. Çünkü bilimde coğrafî sınır yok. Neyse endüstrileşme birinci kural. İkinci kural PhD eğitim.

 

Çok önemli bir kural daha var. Herhangi bir akademik yapının, bu ister üniversite olsun, ister anabilim dalı, ister endüstri, ister laboratuvar; devletten bağımsız bir ekonomik altyapısı olması gerekir. En azından objektif bir değer belirler para. Para şu anda var olan en objektif değer. Maalesef. Ama hiç olmazsa neye güveneceğinizi bilirsiniz. Bu sebepten sistemin devletten bağımsız bir ekonomik altyapıya sahip olması önemli bir şeydir. Hiç olmazsa kurumlar bu sayede liyakate göre karar verebilme özerkliğine kavuşabilirler. Ama en baştaki temel gereklilik merak, yaşama önyargısız yaklaşım, bilinen her şeyin günün birinde değişebileceğinin kabulü ve kafaya bir şeye takmak ve esas önemli olanın yanıt değil, yanıt aramak değil soru sormak olduğunu baştan kabullenmek ve güven. Yani yaprak yanındaki yaprağa nasıl güveniyorsa bizim de bu güveni tekrar sağlamamız lazım.


Akademi yanlış yapabileceğiniz yerdir. Akademi dediğiniz yer, okul yani, okul hata yapma özgürlüğünüzün olduğu yerdir. Eğer hata yapacaksanız öğretmeninizin nezaretinde hata yapmanız en iyi yöntemdir.


Esasında tıp eğitimi var olan akademik eğitimin en ileri düzeyde olduğu eğitimdir çünkü usta çırak ilişkisinin mecburen, zorunlu olarak en çok uygulandığı alandır tıp eğitimi. Bu açıdan biraz da şanslı olarak görüyorum tıp eğitimi almış ya da vermekte olanları. Tüm dünyada bunlar Post Truth Era’nın tüm dünya için getirdiği şeyler. Yani Post Truth Era’nın, gerçeklik sonrası dönemin biliyorsunuz en önemli doğru olarak sunulan şeyin gerçek olmaması durumu ve doğru olarak kabul edilen şeylerin ya da doğru olarak sunulan şeylerin gerçeklikle ilişkisizliği.  Ama siz bir şeye yeterince inanırsanız onu gerçekmiş gibi görebilirsiniz ya da gösterebilirsiniz. Bunun kendine ait bir ekonomisi var. Bu ekonomi bir illüzyon üzerine dönen bir ekonomi, gerçeklik üzerine dönen bir ekonomi değil. Bu nedenle değişkenlik göstermesi anlıktır. Çünkü illüzyonlar belirler. Yavaş yavaş bu neoliberal dönem yerini bu bağlantısallıktan doğan ve nereye doğru gideceğini, nereye doğru evirileceğini henüz kestiremediğimiz ama yeni temelli, yeni bir bilimin bize yol göstereceği, yeni bir hukukun buradan doğacağı farklı bir kültüre doğru eviriliyor.

 


Elitizm hakkında fikirleriniz nelerdir?


 

İnsanların belirli alanda diğerlerinden farklılaşması, aynen başlangıçta birbiriyle aynı olan hücre yığınının yani fetusun ilk oluşum anının zaman içerisinde bu hücrenin her birinin uzmanlaşması, farklılaşması gibi bir durum. Ben bu farklılaşmanın çok taraftarıyım. Buna elitizm mi diyelim, ne diyelim bunu sana bırakıyorum. Bazen bazı sözcükler yüklü sözcükler. Yüklü sözcükleri ben kullanmaktan çekiniyorum. Ama insanların belirli bazı alanlarda farklılaşması diyelim, rafineleşmesi, zihninin daha hassasiyet kazanması ve yaptığı işte daha uzmanlaşması; bu çok değerli bir şey. Buna elitizm diyelim mi, yoksa başka bir sözcük mü diyelim buna sen karar ver. Bazen normal, normaldışıyı inkâr edebilmek için bazı sözcükleri yükleyebilir. Normale kulak vermek lâzımdır. Normale kulak vermekte fayda var. Bu elitizm sözcüğünün içinin boşaltılmış olabileceği kaygısıyla söylenmiş bir şeydir ama bunu insanların zihninin rafineleşmesi, yani bu bir bahçıvanın manolya üretimi konusunda uzmanlaşması da elitist tavırdır. Elitist tavır, büyük çoğunluğun yaptığından farklı bir şey yapabilmek cesaretini göstermek demektir. Eğer elitizm dediğin şey buysa ben bunu destekliyorum ama istersen bunu kullanma. Bazı sözcükleri, alerjen olma niteliği kazanmış sözcükleri kullanmamak daha doğru olabilir ama senin elitizmden neyi kastettiğini ben anlıyorum ve senin kastettiğin anlamda elitizmi de destekliyorum.