Disiplinlerarası bir hayatınız olmuş, bu serüven sizi nasıl etkiledir?


 

Bu şeyde bir hata var; disiplinlerarası dediğinde, disiplinlerin var olduğunu iddia ediyorsun. Şimdi oradan başlıyor problem. Disiplinin var olduğunu iddia eden kim, ne zaman çıktı? 20. yüzyıl problemi aslında bu. Tabii 19. yüzyılda vs. geliyor teorisi belki ama pratikte 20. yüzyılda diyorlar ki uzmanlara ihtiyacımız var, uzmanlar yapacağız, bir şeyler olacak. Bu uzmanlar konularını bilecekler ve öyle ilerleyecek, deniyor. Ve bu gerçekten de işe yarıyor birçok konuda. Çünkü karmaşık problemleri çözmemiz için uzmanlara ihtiyacımız oluyor. Ama insan böyle bir şey değil aslına baktığında. Yani insan bu yapıya uymak zorunda değil, zaten ilk sorguladığımız şey o oluyor; disiplinler var mı, bunlar nasıl tanımlandı, kim bu kuralları koydu, yani mühendis nedir, doktor nedir? Bu topraklar biraz bu sorgulamaya uygun yerler. Mesela Türkiye’ye baktığınızda şeydir, uzmanlıklar o kadar değerli değildir bizde. Neredeyse herkes her mesleği yapabilir durumdadır. Genel olarak böyledir. Bir uzmanlığa çok fazla değer verilmez. Ben bu toplumda büyüdüğüm için bu yansımayı sormaya başladım kendime. Çünkü yalan yanlış bir kabul vardı ve uzmanlık diye gösterilen şeylerde gerçekten ciddi bir eğitim içermiyordu. Yani uzman biriyle konuştuğun zaman, işte efendim şu metotları izledik, bu kaynakları okuduk vs. gibi bir şey yoktu çok fazla. Biraz da şeyden kaynaklanıyor, neden uzmanlaşırsın? Dışarıdan bir motivasyon gelmesi lazım, tabi kendi içinde de olabilir bu. Bir şeye âşık olabilirsin ve onun üzerine çok uzun süre gidebilirsin, o ayrı. Ama genelde çevremdeki insanlar, ya ekmek parası kazanmak için ya da birileri ona, böyle bir uzmanlık var dediği için oraya gidiyordur.

 

Bende böyle bir şey olmadığı için, ben daha gezinerek ilerledim. Mesela bu gezinmenin gücü nereden geliyor? Çünkü çok fazla insan istiyor bunu yani, bir sürü insan diyor ki ben sanat yapmak istiyorum ama işte imkânım yok, diyorlar. Bu çok öyle bir konu değil, yani ben de tabii ki bu arada aileden zengin doğmuş ve rahat değilim, annem sağ olsun, iyi şartlarda okuttu beni ama o kadar daha fazlası yok, çoğu okulu da kendim kazandım, girdim. Sanırım yarım bırakmaktan korkmadığım için oldu. Yani ana fark orada oluştu. Bir şey yaptık. Çünkü yarımı da biri tanımlıyor ya diyor ki sana işte dört yıllık eğitimin var, üniversitede, başladın bitir hatta bir sene bile kaybetme aman, diyor, hayatta çok önemli bir sene kayıp. Ben bunlara pek inanmadım. Çünkü şeyi çok seven biriyim: Birisi bana bir sıfat vermiyorsa, bir unvan vermiyorsa bir şey kalmıyor mu? Yani unvanı atınca ne kaldı, beni çok ilgilendiriyor. Seni kimse tanımıyor, bir topluluğa girdin, bambaşka bir yere gittin, kimse unvanını bilmiyor, unvanın onlar için anlamlı değil, hiçbir şeymişsin.

 

Ünlü bir hikâye var, isim hafızam sıfır olduğu için isim vermeden anlatacağım. Bir tane âlim, yüzyıllar önce çölde ilerliyor, kütüphanesiyle gidiyor, develer var, kütüphaneyi taşıyorlar. Bir tane oradan harami işte, önlerini kesiyorlar. Diyorlar ki işte, alın eşyalarını! Âlim diyor ki; yapmayın, etmeyin, bunlar benim her şeyim, kütüphanem, yıllarca araştırmam. Kütüphanem giderse ben yok olurum, kütüphanem giderse ben bir hiçim, diyor. Haramiler, sen gerçekten hiç misin, diyor, kütüphane misin sen yani, kütüphane olmayınca hiçsen, zaten hiçbir şey kazanmamışsın, diyor ve kütüphanesine el koyuyorlar. Şimdi hikâye biraz buraya geliyor. Tamam, o doğru, kütüphanenin bir değeri var bu arada, bunu reddetmiyorum ama kütüphanen gittiği zaman, mal varlığın gittiği zaman, unvanların gittiği zaman hiçsen, gerçekten kendine bir yatırım yapmamışsın demektir. Aslında mala, malzemeye başka bir şeye yatırım yapmışsın demektir. Bu çok fazla aklın becerisi… Disiplinlerarası geçebilmemin becerisi de buydu aslında. O yüzden hiçbir unvanı üzerime alamadım. Bu unvanları, diplomayla ya da başka bir şeyle çıkartamadım. Bunları daha çok, gerçekten o işin özünü yapabiliyor muyum tarafında durarak baktım. Bu güçlü bir spekülasyon yaratıyor. Ne oluyor, birileri seninle dalga geçebiliyor, birileri seni yerebiliyor, sen kimsin diyebiliyor. O zaman da özün değerli olmaya başlıyor, yaptığın şeyler değerli olmaya başlıyor, becerebilmen değerli olmaya başlıyor. O alanlara geçerken bu soru sürekli kendimi geliştirmemi sağladı. O mücadelemin hiçbiri kolay olmadı yani. Ben sanat yapmaya karar verip sanat okumaya gittiğimde, işte otuz üç, otuz dört yaşımdaydım ama sanat okumak istediğime karar verdiğimde yirmi üç yaşımdaydım. Yani o on yıl boyunca kafamda, o nasıl bunu yapabilirim? Çünkü olmuyor yani, bir şekilde ne kendime, ne çevremdekilere bunu ispatlayabiliyorum. Dolayısıyla biraz bunlarla uğraşmak o kadar kolay olmadı. Ama zaten bunun şeyi var, tarihe baktığında bu kavramların hepsinin karşılığı var; mesela polimatlar var işte, Da Vinci zamanında her şeyle ilgilenen. Mesela Leonardo da Vinci çok iyi bir örnektir. Dehâ olarak tanımlanır bu şey tarafından, Tony Buzan’ların olduğu Mensa tarafından. Mesela Da Vinci’yi ne ile biliriz; heykelleriyle, resmiyle, dalak ameliyatı yapmıştır, helikopter çizimleri yapmıştır, askerî cihazlar yapmıştır. Mesela fıkra anlatmasıyla ünlüdür. Kendi gibi beş kişiyi omuzlarında taşıyabilir vs. bu çok yönlü bir tarafı var. Tony Buzan bu Dehânın El Kitabı’nda şey yazar mesela der ki; size bir test yapacağım, dehâ mısınız, değil misiniz, böyle hazırlanmış bir kitap. Testi kendine yapmaya başlarsın. Başta bulmacalar vardır, sözel, sayısal beceri; sonra üçüncü, dördüncü sayfada garip sorular gelmeye başlar. Mesela iyi spor yapıyor musunuz, der. Sen dersin ki bunun dehâyla ne ilgisi var? Orada kendine not vereceksindir. Hatta şey der, kardiyovasküler egzersizi ne, bilmiyorsanız bu soruya sıfır cevap verebilirsiniz falan der. Ben böyle hatırlıyorum; on yedi, on sekiz yaşımdaydım. Kardiyovasküler egzersiz o ne falan dediğimi ve kendimi notlamaya devam ettiğimi hatırlıyorum. Mesela bir sayfada şey yazar, iyi yemek yapabiliyor musunuz? Ve onun şeylerine girer, arkadaşlarım her hafta evime yaptığım bir yemeği yemeye gelirler. Kendini notlarsın böyle. İyi müzik yapabiliyor musun, tasarladığın bir enstrüman var mı, kendi şarkıların var mı, seninle ünlenen, başkalarının söylediği şarkılar var mı? Devam eder. Restoranlarda iyi karşılanıyor musun? Efendim işte, cinsel hayatın muhteşem mi? Her şeyi sorar ve kitap bittiğinde şeyi anlarsın, dehâ aslında çok basit bir şekilde pozitif olan her şey. O yüzden şeyi görmeye başlarsın, çevrende dehâ olarak görmediğin ama aslında bir sürü dehâyı görmeye başlarsın. Bir arkadaşım vardır, sokaktaki ilişkilerinde muhteşem başarılıdır. Başka biri çok iyi yemek yapar, başka biri çok iyi müzik yapar. Aslında o dehâ dediğimiz de bunu çok yönlü yapabilen biridir. Çünkü bir şey öğrenme metodunu öğrenmiştir. Bir şey denemekten korkmuyordur. Metot bunun altında gizlidir.

 

20. yüzyılda uzmanlık bunu istemiyor. O ölçümleri koyuyor ve nasıl uzman olacağını söylüyor. 21. yüzyıl diyor ki okey, kendin ol ve bununla ilgili metrikler elimizde yok, nasıl ölçeceksin yani? O yüzden etraf bir sürü iyi ya da kötü, kerameti kendinden menkul insanlarla dolmaya başlıyor ve ölçmek zorlaşmaya başlıyor. Dolayısıyla o disiplinlerarası duruş dediğimiz şey de holistik dediğimiz, yani kalitatif ölçümlere ihtiyacım var; bir insan iyi mi, değil mi, kendini iyi hissediyor mu bu konularda, bunların şeylerine ihtiyaç var. Biraz bunlarla ilgilendim, diyebilirim ama genel olarak herhalde yarım bırakma becerisi ana konuydu benim için.