Entelektüelin kendisine ve topluma yönelik görevleri nelerdir?


 


Şimdi bence özellikle, öncelikle entelektüel nedir, kimdir belki onu açıklamak lazım. Nerede yetişir, hangi iklimin meyvesidir bu kişi; ona bir bakmak lazım. Avrupa’da farklı, Osmanlı’da farklı tanımları var. Tabii o “münevver” dediğimiz kişi Batılı “entelektüel”e tam tekabül ediyor mu, o ayrı bir mesele.

 

Birden fazla yabancı dil konuşan insan belki “entelijansiya” olarak tanımlanırken; bu coğrafyada müzikten, musikiden ve edebiyattan anlayan kişi belki münevver, tenvir eden. Nur saçan, ışık saçan, yani “aydın” tanımı. Bu aydın tipinin hem dış hem iç şartları var ortaya çıkabilmesi için bence. Dış şartlar toplumsal yapı ile alakalı, yaşam biçimi ile alakalı, o yaşam biçimi bu aydın tipini çıkarmaya müsait mi, bununla alakalı mevzular. Bunu birazcık daha şey yaparsak, birazcık daha böyle hani örneklendirerek ifade edersek; her bitki her iklimde yetişmediği gibi, örneğin Karadeniz ikliminde kaktüsün yetişmemesi gibi, bir bitkinin yetiştirilmesi dış şartlara bağlı. O dış şartın, o iklim şartlarının oluşmasına, vücut bulmasına bağlı. Bu entelektüel dediğimiz nitelikli düşünür/zümre ise böyle bir şarta gereksinim duyar öncelikle. Türkiye’de bu şartlar ne kadar mevcuttur, var olan şartlar ne kadar erozyona uğramıştır; ayrı bir tartışma konusu.

 

Bir de bu kavramın kendi içinde birtakım gerekli şartları söz konusu. Bu kişinin hamuru ile alakalı bir şeydir. Adının önünde “Profesör” olması ile alakalı bir şey değildir örneğin. İlla ki üniversite bitirmiş olmakla ya da üniversite okumuş olmakla ya da çok kitap okumuş olmakla alakalı bir şey değildir. Sanırım kişinin kendi işletim sistemi ile bir anlamıyla yine örneklendirecek olursak alakalı bir şey. Kişinin hamuru bu işe, bu samimi düşünceye ne kadar müsait? Bu hamur ile ne kadar özgün fikirler ortaya çıkarabiliyor? Kendine has, kendini de inşa eden, bu süreç içerisinde, ne kadar fikirler ortaya çıkarabiliyor?

 

Şimdi bunu, entelektüeli bu şekilde tamamladıktan sonra karşımıza, bu iç tanımlamayı da yaptıktan sonra, başka bir özellik daha çıkmakta. O da: samimi düşünme. “Samimi düşünme”den kastım da düşünen kişinin samimiyeti. Herhangi bir şeyi ispatlamak için, onaylamak için, onun varlığını doğrulamak için değil de çırılçıplak düşünme aslında. Çünkü bu düşünmenin çırılçıplaklığı bence önemli bir husus. Düşünmek çırılçıplak bir eylem. Düşünen kişi de çırılçıplak düşünmeli. Ne demektir bu? Bizi biz yapan taa aile hayatımızdan başlayan ailedeki değerler, oturuşumuz kalkışımız, bizi şekillendiren kültür, gerek aile kültürü olsun gerek toplumun yaşama biçimi olsun, hep bir şeyler ekler bize, bir aksesuar ekler bize, üstünüze başımıza. Düşünme süreci o yalınlığı yakalayabilmek için belki bu aksesuarların belli bir süreliğine kapı dışarısında bırakılmayı gerektiriyor. Belli bir süre diyorum, bazıları eğer o aksesuarların gereksizliğine inanıyorsa çöpe de atabilir. Bu kişinin içindeki devrimsel bir süreçtir ama, çalkantılı bir süreçtir. Toplumun ona yüklediği dinî değerleri çöpe atabilir ya da atmaya korkabilir. “Şu an için dursun.” der, “Bir bakalım.” der. Ama düşünme süreci içerisinde en azından bunlar hâlâ varlığını sürdürüyorlarsa, belli bir süre duvarların ötesine taşınmalı ve belli bir süre o düşünme zeminin ötesinde yer almalı. Birazcık orada durmalı. Gerekirse tekrar içeri alırız. Dolayısıyla bu yalıtılmışlıkla, bu çırılçıplak hâl ile düşünebilenler ve samimiyetle düşünebilenler, uygun şartları da haiz ise, dış şartları da bulunduruyorlarsa önleri açıktır, diyebiliriz.

 

Burada tabii para önemli bir mevzu. Yaşamak için hayatın kendisi ile çok mücadele etmemek önemli bir mevzu. Ya da sağlık koşulları… Paran vardır ama sağlık koşullarının iyi değildir ama çok iyi bir işletim sistemin vardır, yine bir sürü engel çıkar karşına. Bu önemli bir mesele. Bütün bu şartlar bir araya geldiği zaman uygun zemini yakalamış olmaktayız. Daha sonrası o çırılçıplak düşünme sürecinde yatmakta bence.

 

Entelektüellik mertebeleri var mıdır?



Bu zamanın ispatlayacağı bir şey aslında. Kim derdi ki Sokrates’in zamanında bu adam dünyanın en büyük düşünürü olacak? Çevresindekiler bunu böyle tanımlayamazlardı. Bu zamanla ortaya çıkabilecek bir şey. Peki o büyüklük kendisini nasıl ortaya koyar? Ne kadar uzun süre, belki de, olumlu bir şekilde etki ettiğinle ve ne kadar uzun süre tartışıldığınla alakalı bir şeydir.

 

Rahmetli Durmuş Hoca’nın bize dediği şeylerden bir tanesi: “Filozoflar tartışıldıkça büyür.” Hâlâ ne kadar çok tartışılıyor isen o kadar büyüyorsun demektir. Çünkü kişi, bu düşünen kişi, fikri ortaya koyduktan sonra belki yaşarken belli bir süre ama eğer fikir sağlam ise çok uzun süre bir eleştiri bombardımanına uğrar, maruz kalır. Bütün bunların sonunda hâlâ yapı ayakta ise, hâlâ etkileri son derece fazla ise bu düşüncelerin; o insan rüştünü ispatlamış demektir, o insan büyüklüğünü göstermiş demektir. Dolayısıyla mertebe var mıdır, yok mudur; bu bir zar atmaktır belki de. Biz fikirleri ortaya koyuyoruz. Fikirleri masanın üstüne koyuyoruz, gerisini de çok fazla artık yaşarken belki eleştirilere cevap verme anlamında düşünüyoruz ama sonrasında bilemeyiz.

 

Kitap okumak bunun tam… Yani “Ben çok kitap okuyorum.” bunun tam çözümü değil. Ya da daha önce konuşmanın başında söyledim, belki adının önüne bir title olması, bir profesör olmak filan… “Profesör Hegel” demiyoruz, “Profesör Kant” demiyoruz. Onlar Kant. Zaten yapılan iş büyüdükçe, ortaya konulan fikir incelik kazandıkça, detaylandıkça adının önündeki… Hatta ismin bile ortadan kalkıyor. Sadece soyisminle anılmaya başladı başlıyorsun. Bütün o vasıflar ortadan kalkıyor. Sanırım çırılçıplak düşünmeyi başarabilmişler, isimlerini de çırılçıplaklaştırıyorlar, yani sadece soy ismine indirgeyebiliyorlar. Oradan diyorsun ki sen “Kant. Evet, akıl.” vesaire ya da “Bir dönemin başlangıcı, felsefî olarak başlangıcının en önemli isimleri…” filan diyebiliyorsun, oradan bir yere gidiyorsun. Ama ordinaryus profesör doktor bilmem ne demenin bir anlamı yok, o bilimin büyüklüğü fikrin büyüklüğü ile alakalı bir şey değil. Bir mertebe var mıdır? Tabii ki vardır. Aristo’nun fikri 1000 sene dünya anlayışı 1000 sene etkiledi bir kültürü, bir uygarlığı. Newton’ın fikirleri 300 sene etkiledi bir fikri, bir uygarlığı. Einstein şu anda en gençleri içinde. Kaç yıl diyelim? 60-70 yıl ve etkiliyor hâlâ.

 

Bunların hepsi birer sıçrama. O sıçramayı gerçekleştirebilmek önemli. Belki konuşmanın ilerleyen vakitlerinde yine değiniriz, sağlam bir öykü yazabilmek, çağlara direnen, ayakta kalabilen sağlam bir öykü yazabilmek önemli. Bu öykünün sağlamlığını zaman gösterir. Zamana karşı ne kadar direnirse ancak orada kendi rüştünü ispatlamış olur.