Dörtnala gelip Uzak Asya’dan
Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan
bu memleket, bizim.

 

Gök Tanrı dinine inanıyorduk. Talas savaşıyla müslüman olduk. 1071’de Malazgirt savaşıyla Anadolu’nun kapıları açıldı bize. Çok at bindiğimiz için çekik gözlüydük. Anadolu’yu zalim ve despot Bizans zulmünden kurtardık. Bu süreçte çekik gözlerimiz yok olmakla kalmadı, pala bıyıklı insanlar türedi. Bazılarımız sarışın, mavi gözlü; bazılarımız ise alabildiğine esmerdik. Enteresandır, kırmızı saçlılar da vardı. Nedense ortada pek çekik gözlü kalmadığı gibi, hiçbirimizin adı da Attila, Bilge, Mete veya Tonyukuk değildi(1923’e kadar). Ama Orta Asya’dan gelmiştik işte.

 

The Forty, İsmail İncelioğlu

 

Akademik tarih öğretisi Türklerin kökeni hakkında aşağı yukarı bunu anlatıyor. Fakat yazımızın amacı resmi tarih ideolojisini eleştirmek veya kökenlerimizi araştırmak değil. Bu yazıda, devşirme dediğimiz insanlardan yalnızca birinin; Mustafa’nın birebir tanıklıkla yazılmış kısa hikayesinden söz edeceğiz.

 

 

Öncelikle devşirme veya dönme dediğimiz zaman aklımıza gelen klasik imajı bir hatırlayalım. Devşirme, özellikle Balkanlarda yaşayan Hıristiyan ailelerden çocukken alınıp müslüman edilerek büyütülen ve gerek Osmanlı ordusuna, gerekse Osmanlı devlet yönetimine hizmet etmek için yetiştirilen kişiye denir. Ha keza savaş esirlerinden de devşirilerek Yeniçeri ocağına alınan veya köle olarak çeşitli ailelere satılan devşirmeler vardır. Dönme ise; daha çok kendi isteğiyle müslüman olan ve hayatının kalan kısmını da buna göre yaşayan kişidir. Köse Mihal (Michael Kosses) bunun için güzel bir örnek. Hayatıyla tam olarak bize anlatılmak istenen adam. Eski bir Bizanslı. Yanlış dine mensup. Türklerle savaşıp, hak dinin İslam olduğunu görüyor. Müslüman oluyor ve Mihal adını alıyor. Artık doğru safta savaşan bir müslüman ve Türk. Tıpkı Cüneyt Arkın ve Fikret Hakan’ın oynadığı Battal Gazi filminde, Battal Gazi ile dövüşüp müslüman olan Hammer Usta gibi.

 

 

Gelin bir de buna alternatif ve birebir tanıklıkla yazılmış bir devşirmenin hayat hikayesini okuyalım. İlgili kişinin adı Türkçe Bilmez Mustafa! Yazan kişi 1802-1803 yılları arasında İstanbul’da bulunmuş olan Alman gezgin Ulrich Jasper Seetzen. Seetzen, Mustafa’yı o dönem sık sık yaptığı İstanbul gezilerinde kendisine eşlik eden Macar tercümanı sayesinde tanıyor. Mustafa, ilginç bir kişilik. Duymaya alıştığımız türden, klasik anlamda ihtida etmiş bir dönme/devşirme değil. Doğrusu hayatı filme çekilse, izlenecek türden bir adam. Aslında Mustafa bu ilginçlikte olan tek kişi de değil, Mustafa’ya benzer birçok ilginç hayat hikayesi tarihin tozlu sayfalarında keşfedilmeyi bekliyor. Hatta bize hiç anlatılmayan tersine devşirme hikayeleri de var. Müslümanken, Hıristiyan olarak karşı tarafa geçen ve gittiği yerlerde yükselen Türk ve Arap kökenli kişiler. Ama biz şimdi kalemi Seetzen’e bırakalım ve Mustafa’nın hikayesini okuyalım:

 

“Padişah, kasırdan bakarak birliklerin talimlerini izleme olanağına sahip. Biz buralarda dolaşmaktayken, az önce sözünü ettiğim Macar dönmesi (Türkler din değiştirip müslüman olanlara dönme derler) yanımıza geldi. Şimdiki adı Mustafa. İlk zamanlarda Türkçeyi öğrenmekte zorlandığı için, arkadaşları ona “Türkçe Bilmez Mustafa” adını takmışlar. Günümüzde de hala onu bu adıyla tanıyorlar. Anlattığına göre, anası babası Alman kökenliymiş ve kendisi Macaristan’da Waisen kentinden 5 saat mesafede bulunan bir köyde dünyaya gelmiş, asıl adı da Anton’muş. Son savaş sırasında Wurmser yönetimindeki süvari birliğinde Fransızlara karşı çarpışırken esir düşmüş ve Paris dışında uzak bir yere götürülmüş.

Bir süre sonra esaretten kurtulunca, attan düşerek göğsünden yaralandığı için savaş malulü sayıldığından, Bukovina’daki bir garnizona gönderilmiş ama bu tayininden hiç memnun kalmamış, bir göğüs kemiğinin kırık oluşunu öne sürerek ordudan istifa etmeye karar vermiş fakat istifasının sürekli reddedilmesinden ötürü öfkelenip komutanının karşısına çıkmış ve kılıcını iki parça edip ayaklarının dibine fırlatmış. Bunun cezası olarak, sıra halinde dizilmiş 300 asker arasından, 3 kez geçmesi ve askerlerin ellerindeki ince söğüt dallarıyla kendisine vurması emredilmiş. Bu cezanın uygulanmasından sonra kendini toparlayınca, sınırı geçip Moldavya’da Chetin veya Cheltin adındaki yere gitmiş ve orada Müslüman olup Mustafa adını almış.

Yaklaşık 3 yıl önce oradan Levent Çiftliği’ndeki nizami birliğine gönderilmiş. Memleketlisi Süleyman Ağa’da burada görev yapıyormuş. Mustafa, süvari birliğine vasıfsız er olarak alınmış. Önce mangabaşı olmuş, sonra da başçavuşluğa terfi etmiş ve bu rütbeyle Üsküdar’a gelmiş. Daha yüksek rütbelere atanması henüz mümkün olmamış. Muhtemelen de olmayacaktır, çünkü içkiye fazla zaafı var. Ama zaten bu eğilime tüm dönmelerde rastlanıyor. Aslında Türk askerleri arasında olmaktan da hiç memnun değil. Türklerin kaba ve barbar bir halk olduğunu söylüyor. Onların arasında bulunmaktan çok yakındı ve bir Avrupalı hükümdarın ordusunda vasıfsız asker olmayı, burada subay olmaya yeğlediğini söyledi. “Buradan kesinlikle gitmeliyim, canım pahasına da olsa…Eğer tasarladıklarımı gerçekleştirebilirsem, yakında Fransa’da olacağım. Fransa elçisini, buraya getiren gemilerden biri henüz burada.

Sanırım, Çanakkale’de bu gemide arama yapmazlar. Bu gemi, benim bu uğursuz ülkeden kaçabilmem için en uygun fırsat. Fakat asıl zor olan tanınmadan bu gemiye ulaşabilmek. Ama bakalım, bir çaresini bulacağım elbet… Ne yazık ki kendi vatanıma dönmem mümkün değil!”

 

Seetzen’in anlattıklarına göre Mustafa pek bizim bildiğimiz devşirmelerden/dönmelerden değil. Anladığımız kadarıyla ortada bir “hak yolunu bulma” gibisinden bir ihtida durumu yok. Her şey son derece rasyonel, son derece basit. Seetzen kitabında Mustafa’nın başka hikayelerinden de bahsediyor. Bunlardan da sonraki yazılarımızda bahsedeceğiz. Şimdilik, Mustafa’nın soyunun devam edip etmediğini ve soyu devam ediyorsa; torunlarının kendilerini Orta Asya’nın hangi bölgesinden, Oğuz boylarının hangi kolundan saydıklarını tartışabiliriz!