Günümüzün tüketim kültürü ve ekonomik alışkanlıklarına retrospektif bir pencereden bakan, aydınlatıcı bir metin.


 

Tarih boyunca var olagelen takas ve en basit şekilleriyle ticaret, modern devlet ve toplumların yükselişi ile çarpıcı bir değişim göstermiştir. Maddi hayatımızın en önemli etken unsuru olan iktisadın geçirdiği bu süreç her dönem geniş çapta tartışmalara sebep olmuş, sosyal ve siyasi krizlerin çıkış noktası olmuştur. Tarihsel açıdan bakıldığında ekonomilerin son iki yüzyılda nispi bir zenginlik yarattığı ve bunun sosyal krizleri önlediğini söylemek mümkün. Fakat 21. yüzyılın ilk çeyreğinde yeniden tartışılmaya başlanan sosyal adalet, vahşi kapitalizm, gelir adaletsizliği gibi sorunların fikri altyapısını anlamak için klasik dönem iktisat tartışmalarının üzerine yeniden düşünmemiz gerekiyor.

 

 

Kapitalizmin ortaya çıkışını sadece Adam Smith ve İngiltere’de ortaya çıkan Sanayi Devrimi ile değerlendirmek, durumu basite indirgemek olur. İlk önce Batı Avrupa’da ve daha sonra dünyanın büyük bir kısmında ortaya çıkan kapitalist sistem, birkaç yüzyılda oldukça yavaş bir şekilde ortaya çıkmıştır. Braudel’in bu pre-kapitalist dönemdeki sürecin ilk adımında, “Ancien Régime” asırları olarak adlandırılan 14. ve 18. yüzyıllar arasındaki mübadele biçimlerini, pazar ve panayırları, hatta 17. yüzyıldan sonra borsalarında dahil olması ile bu eksik iktisadi sistemi itici güç olarak tanımlaması önemli bir tespittir. Teşebbüs, müteşebbis, teşvik ve ilerlemenin aktığı bu sınırlı fakat hayati bölgenin ilk durağı İtalya’nın şehir devletleridir. Bunun peşi sıra Belçika ve Hollanda’nın dahil olduğu Batı Avrupa ve gerçek bir değişim geçirdiği son durağı olan İngiltere gelir.

 

 

Kapitalizmin yönü ve doğrultusu üzerine pek çok farklı alandan çalışmalar yapıldı. Tarih, iktisat ve sosyolojinin en sevdiği konulardan biri olan kapitalizmin doğumunu analiz etme çalışmalarının hepsinin başlangıç noktası olan İngiltere ve onun içinde bulunduğu siyasi durumu ben de ele almak zorundayım. Fakat buhar, kömür ve makineleşme üzerinden Sanayi Devrimi’ne klasik bir değerlendirme yapmak yerine sanayi devrimine karşı yaşanan sosyal tepkiler ve Adam Smith’in gölgesinde kalmış çağdaşları üzerinden alternatif bir bakış açısının daha uygun olduğu görüşündeyim.

 

 

Adam Smith iktisadın kurucu babası olarak her zaman derin değerlendirmelere konu olmuş önemli bir başlangıç noktasıdır. Bugün toplum sözleşmemizin vazgeçilmez unsuru olarak gördüğümüz bazı değerlerin tartışmalarının ilk adımını atan kişidir. Özellikle Adam Smith’in öncülüğünde Değer Teorileri, 19. yüzyılda iktisat teorisyenlerinin en çok üstünde durduğu konulardan birisi olmuştur. Smith, mübadele değerini, yani fiyatı üç bileşen ile açıklıyordu; rant, ücret ve kar.

 

 

Smith’in bu teorisi ilerleyen süreçte farklı çevreler tarafından farklı perspektiflerden kabul edilmişti. Aristokratlar rant, kapitalistler kar kısmında hemfikir olmakta, işçilerin payına ise ücret kısmı üzerinde yoğunlaşmak kalmıştı. Özellikle 19. yüzyıl İngiltere’sinin fikri ortamı bu sahiplenmeleri anlamamıza çok yardımcı olacaktır. Özellikle ilk yarısı aristokrasi ve kapitalistler arasında bir güç arenasına dönen 19. yüzyıl birçok değerli iktisatçı çıkarmıştır. Genellikle belli çıkar grupları tarafından desteklenen bu kişiler bir anlamda kamuoyu oluşturmak görevini üstleniyorlardı. Malthus ve Ricardo bu akımın en popüler temsilcileri idi. Nüfus teorisi ile de tanıdığımız Malthus, genellikle toprak sahibi sınıfın tutarlı bir savunucusu oldu.

 

 

1815’te İngiltere Parlamentosu’nda yaşanan Tahıl Yasası sorunu gibi durumlarda toprak sahipleri adına entelektüel temelleri oluşturmuştur. Tahıl Yasası sorunu ise toprak sahiplerinin İngiliz Parlamentosu’nda tahıl ürünlerine gümrük vergileri koyulması için yaptıkları baskıydı. Diğer tarafta kapitalistler ise bu gümrük duvarlarına karşıydı çünkü tahıl emekçilerin temel besin kaynağı idi, fiyatlarının yüksek olması işçi ücretlerini artırıyor, karı düşürüyordu. Sonuç olarak 1815’te toprak sahiplerinin kazandığı bu mücadele, 1846’da kapitalistlerin mutlak galibiyeti ile sonuçlanmıştır. Malthus’un diğer tezleri ise işçilere geçimlik hakları dışında daha fazla ücret verilmemesi ve bunun doğuracağı negatif sonuçlar üzerinedir. Nüfusun geometrik artığı fakat gıdaların aritmetik artığı ve nüfusun dünya için dayanılmaz bir noktaya geleceğini yine ilk dile getiren kişidir. Madalyonun diğer ucunda ise kendisini Adam Smith’in takipçisi olarak gören, dönemin en önemli iktisatçılarından olan Ricardo vardır. Malthus ile kişisel olarak yakın arkadaş olmalarına rağmen entelektüel olarak düşmanlardı. Kapitalist sınıfın nüfus alanı içinde yazan Ricardo, bu alanda en başarılılardan biri idi. Ricardo’nun günümüze ulaşan en önemli çalışmaları ise Rant Teorisi ve Ticarette Karşılıklılık Teorisi’dir. Değeri sermaye üzerinden gören Ricardo sermayenin değer üretmede birinci öncelik olduğunu savunmuştur. Bugün serbest ticaret ve sermaye üzerine oluşan birçok fikrin de öncüsü olmuştur.

 

 

Adam Smith’in oluşturduğu değer teorisinin üçüncü bileşenini ise savunan nüfuzlu insanlar yoktu. 19. yüzyıl İngiltere’sinde işçilerin hali içler acısı idi. İşçiler artık uzmanlaşmadan yoksun bir biçimde üretimin mekanik bir parçası olmuş. Geçimlik ücretlerin kazanılması için ailelerde çocuk ve kadınlar -hatta hamile kadınlar- bile fabrikalarda kötü şartlarda çalışıyordu. Bu durum bazı sosyal patlamalara yol açtı. 18. yüzyılın sonuna ve 19. yüzyılın başında ortaya çıkan Luddite Ayaklanmaları yeni fabrika düzenine karşı başlamış, işçilerin makine kırma eylemleri ancak 1813’te bastırılabilmişti. 1830’da ise İngiltere’yi dehşete düşüren bir dizi isyan ve ayaklanma başlamış, sonuç yine şiddetle bastırılması olmuştu.  Sonraki süreç Karl Marx ve ardıllarının başlattığı sol hareketler olarak devam etti.

 

 

Günümüz dünyası için bu fikri kampların karşılıklarını net bir şekilde belirtmek çok güç. Ama şu bir gerçek ki 19. yüzyıl İngiltere’sinden bugüne yaşanan gelişmeler bu üç grup arasında kısmi bir denge yarattı. Tüketim toplumlarının oluşması ve süreç içinde işçilerin kazandığı bazı haklar, en azından gelişmiş ülkelerde refah toplumları oluşturdu. Oluşan refah toplumlarının talepleri de birçok nedenle farklılaştı. Özellikle son birkaç on yılda kitle iletişim araçları ve toplumun tüketici gücünü fark etmesi ile bu üç odak arasındaki pozisyonlar da ilk duruma göre ciddi bir kırılma yaşadı. Bugün daha duyarlı ve reaksiyoner bir topluma sahibiz. Kitle iletişim araçları ve toplumsal sağduyunun getirdiği bu dönüşüm, toplumun geniş tabanının da sürece katılımcı olması dolayısı ile umut verici. Uzun vadede ise devletlerin sağlamakta yetersiz kaldığı, kapitalizmin en önemli tamamlayıcı parçası olan kontrol ve dengeyi sağlayacak gibi görünüyor.

 

 

 

hasan yiğit aydın


 

Kaynakça:

  • Hunt, E. Kay, and Mark Lautzenheiser. “İktisadi Düşünce Tarihi (Çev. Vedat Ulvi Aslan).” Phoenix Yayın Evi: Ankara (2011).
  • Acemoğlu, Daron, and James A. Robinson. Ulusların düşüşü: güç, zenginlik ve yoksulluğun kökenleri. Doğan Kitap, 2015.
  • Braudel, Fernand, and Mustafa Özel. Maddi Medeniyet ve Kapitalizm. Ağaç, 1991.