Sinemanın ilham için dayandığı öz kaynak sizin için neresi?


 

 

Ben sevmediğim soruları değiştiriyorum. “Değiştirme” derken… Geçenlerde Onur Ünlü söyledi bunu yani “Sinemanın ontolojisi hiç düşünülmüyor.” dedi. Tam olarak o ne demek istedi anlamıyorum, yani bilemiyorum ama ben de aynı yere geleceğim. Şu hiç konuşulmuyor: “Ne bu sinema? Sinema niye yapılıyor, nedir?” Mekanizmayı anlamak önemli. Sürekli ürünlere bakarak bir yere varamazsın aslında. Yani ilham kaynağına bağlanacağını düşünüyorum.

 

Sinema çok garip bir şey değil mi sizce de? Yani yıllardır ben bunu düşünürüm, birtakım şeyler olur gibi oluyor, birileri toplanıyor, bir şey olur gibi yapıyorlar. Bir alet var elinde, sen de bunu çekiyorsun. Sonra bunları bir araya getiriyorsun, kurguluyorsun. Sonra da gösteriyorsun. Dolayısıyla şimdi dört aşama oluyor galiba yani: Planlama, performans, kurgu, gösterim. O kadar komplike bir mecra ki bunların her aşaması başlı başına bir problem. Basitleştirirsek; ne çekeceksin, kimlerle, nasıl çekeceksin, nasıl biraraya getireceksin, nasıl göstereceksin? Şimdi “Nasıl göstereceksin?” kısmı mesela unutulur, üzerinde çok durulmayan bir şeydir. “Efendim film çek.”, “Bana da bir film çeksene.”, “Niye film çekmiyorsun?” Siz onu yazdınız mı bilmiyorum. “Niye film çekmiyorsun?” Aslında bu sorular çok manalı değil. Çünkü film çekmek önemli değil. Yani çekebiliriz burada biz şimdi, üçümüz sizle oturup bir uzun metraj çekebiliriz aslında, çekemez miyiz? Çekebiliriz. Burada üç kişi birbirimizi öldürmeye çalışırız falan. Bunun bir önemi yok. Total olarak, bütün olarak o mekanizmayı anlamak gerekiyor. Dolayısıyla şimdi pahalı bir oyun alanı bu. İnsanları bulacaksın, saatlerini denk getireceksin, biraraya getireceksin; üç ay, beş ay, bir yıl senaryosunun üzerinde çalışacaksın, çekeceksin günlerce, biraraya getireceksin… Bütün bunları harika bir şekilde yaptıktan sonra bir de üstüne bunu satacaksın, yani duyuracaksın insanlara. İnsanlar belli saatlerde para verecekler, senin filmini görmek için oraya gelecekler. Şimdi bunu böyle düşünürsen çocuk gibi aslında yani çocuksu bir düşünceyle bunun ne kadar zor olduğunu anlayabilirsin. Zorluk, “Bu yapılamaz, korkunç bir şey.” anlamında değil. Bu mekanizmayı anlamak gerekiyor. Böyle bir şeyi evet üçümüz yapabiliriz ama bunun aslında hiçbir anlamı yoktur çünkü son süreç eksik kalıyor. Yani biz bunu göstereceğiz desek evet gideriz bir sinemayla anlaşırız, eşi dostu toplarız zorla, cebren ve hile ile bunu gösterebiliriz veya işte Youtube’a koyarız, işte 2500 kişi izler falan filan. Dolayısıyla cevap şu: Önce bu sistemi anlamak gerekiyor. Bu sistemi anlayınca da şunu düşünmek gerekiyor, tersten gelirsek: Bir insan niye sinemaya gider? Niye sinemaya gidiyoruz, niye film izliyoruz? Film izlemek en büyük vakit geçirme araçlarından biriydi yakın zamana kadar. Şimdi değil. Yerini başka şeyler aldı; oyun aldı, internet aldı. Kitap okumak zaten çok gerilerde kaldı ama oyun ve internet geçmiş görünüyor. Soru hakikaten şu, yani ilham konusuna gelirsek, bir insanı ne evden çıkarıp sinemaya götürür? Var mı cevabınız? Bir merak, arzu, tutku, ilgi tamam ama aslında hala nasılını açıklamıyor. Yani soruya cevap verirsem aslında ilhamla çok ilgisi yok olayın.  Hani o ilham meselesi oturuyorum ben ve bir ilham geliyor falan filan. Her şeyin bir filmi olur, o konuda bir problem yok. Yani her türlü saçmalığın filmi yapılabilir, iyi olur kötü olur ayrı mesele ama yapılabilir. Soru sen bunun sinema olmasını istiyorsan o zaman gösterilmesi lazım. “Çektim ben evde…” veya “Yapmıştım efendim, 30 sinemada girdi, 850 kişi seyretti.” Buna sinema demek… Yani adlandırmak zorunda olduğumuz için buna sinema diyebiliriz ama ben sinemadan artık pek hoşlanmıyorum o anlamda. Şöyle çok seviyorum ama çok az film beni evden çıkıp sinemaya gitmeye ikna edebilir ve bu durumda olan sadece ben değilim.

 

Geçen gün 2001 doğumlu birisiyle konuşuyordum, işte 18 yaşında. Biz, daha yaşlılar, konuşuyoruz böyle aramızda sinema, film yapmak falan filan, bana şey diyorlar “Ya film yapsana!” falan. Çocuk da çok akıllı bir çocuk “Ya sinema çok yavaş.” dedi. Ben de öyle düşünüyorum. Çok yavaş. Bugünün dünyasına cevap verme yeteneğini kaybetmek üzere. Mesela geçenlerde sıkıcı dedim bir filme de millet “Koca yönetmenin dediği lafa bak, bu nasıl sıkıcı!” falan… “Sıkıcı” çok sığ bir yorum gibi geliyor ama aslında düşünülürse değil. Çok yavaş. Yani bugünün dünyası çok daha hızlı artık sinemadan. Gidiyorsunuz 90 dakika 100 dakika boyunca orada oturacaksınız, birisi size bir şeyler gösteriyor. Bu form ölmez hiçbir zaman. Opera nasıl ölmediyse, tiyatro nasıl ölmediyse bu da ölmez ama bugün aslında şekil değiştirmek zorunda kalacak diyorum ben. Bu sanat formu, eğer bu bir sanatsa, yedinci sanat diye çıkmıştı ya, bir dönüşüm geçirmek zorunda ve şu anda onun sancıları yaşanıyor. Çok genç bir sanat zaten. Yüz yıl yeni oldu işte. Öbürlerine göre, bakarsan, çok genç dolayısıyla şu an daha tam ne olacağını bilmiyoruz biz sinemanın, çocukluğunda olduğu için henüz.

 

Soruna cevap vermiyor, kaçıyor gibi görünüyorum ama başka bir şeye cevap veriyorum. Bugün sinema yapmak isteyen insanların önünde iki yol var. Ya bu sistemi kabul edecekler ve Mars’a gidecekler veya Kültür Bakanlığı’na gidecekler, para alacaklar, çekecekler, bildiğin festival yolunu takip edecekler ya da piyasa işi yapacaklar. Benim aradığım üçüncü bir yol aslında başka bir şekle… Kısmen de bunu başarabildiğimizi düşünüyorum yani “Olmaz Öyle Saçma Şey” bir sinema eseri değil elbette ama başka bir şey. Şimdi bunu duyanlar alevlenirler “Sen ne zannediyorsun yaptığın şeyi?” diye ama başka bir şey bu, başka bir format ve şunu görüyorum, bir sürü yönetmenden daha çok biliniyorum. Bu bir ölçü değildir elbette ama yani ben efendim beş sene önce otuz bin kişinin gittiği bir sanat filmi yapsaydım veya bugün Türk İşi Dondurma gibi bir film yapsaydım düşmanlarım daha mı mutlu olacaktı onu bilmiyorum ama yapmak istediğiniz şey eğer görüntülerle bir şey anlatmaksa ben görüntülerle bir sürü şey anlattım zaten. O açıdan “Efendim Cannes’da yarıştı benim filmim.” çok önemli gelmiyor bana. Var öyle bir sürü, 72 tane ödül almış adam var, Xavier Dolan. Yok, sokağa çık sor kimse bilmiyor. Çok dolaşarak cevap verdim bu soruya ama basit bir cevabı yok bunun. Bir eğlence olarak… Mesela geçen sene en sevdiğim filmlerden biri Mission Imposible 6. Sinema o işte aslında. Tabii yani bağırıp çağıracaklar bana ama çıkışına bakarsan “entartainment”, “eğlencedir” yani bu. Bir eğlence şeklidir, lunaparklarda başlamıştır. Okey sanata da evrilme çabaları gösteriyor ama sonuç olarak şu hiç unutulmamalı: Bu bir kitap okumak değil, bu canlı bir şey. Canlı derken lineer olarak gidiyorsun, belli bir zamanda oturuyorsun, film de önünden geçiyor. Şimdi kitap öyle değildir, durursun, tekrar okursun, başka referanslara gider bakarsın, anlayamazsın, işte bırakırsın, tekrar başlarsın. Sinema öyle değil, bir performans sanatı aslında. Kaydedilmiş performans. Dans, bale gibi de değil. Böyle olunca yüzlerce insanı bir salona toplayıp bir şey gösterdiğin zaman o aslında inanılmaz entelektüel derinlikte bir şey olamıyor. Çünkü neden? O salonu tutman lazım. Bunu geçenlerde şurada iyice fark ettik, Olmaz Öyle Saçma Şey’in canlı şovunu yaptık, salon hıncahınç dolu ve şu hissi alıyorsun: Youtube’da yaptığın şeyi orada yapmamalısın. Çünkü orada birebir karşındalar, kurgu imkanın yok ve herkes eğlenmek istiyor. Bu çok temel bir sorun aslında, yani sorun derken, eğlenmek istiyor insanlar, en entelektüeli de… Entelektüel ve sanat filmi arayışındaki biri bile aslında oraya eğlenmek amacıyla gidiyor ama eğlenmek derken o da entelektüel bir eğlence, bulmaca çözmek gibi. “Aa ne kadar güzel metaforlar kullanmış, aa bak toplumu anlatıyor…” falan filan yani herkesin eğlence anlayışı değişik. Recep İvedik’e giden de düşen adama gülüyor veya işte gaz çıkaran adama gülüyor. Sonuçta eğlenmeye gidiyorsun sinemaya. Şimdi böyle bir mediumda heyecan vermen lazım. Bence en önemli problem burada. Sanat sinemasının da en önemli problemi burada. Sanat sineması diyor ki: “Hayır biz kesinlikle katarsise yanaşmayız.” Lanthimos’taki gibi yani “Yabancılaştıracağız, her şey mekanik. Çünkü biz bir şey anlatmaya çalışıyoruz, entelektüel bir seyirciye hitap ediyoruz.” Yalan aslında bu. Şöyle yalan, sıkılarak yaptığın bir şey çok sıkılıyorum ben ama geliyorum “Aa harikaydı!” diyorum. Şimdi bu dürüst değil. Tamam iyi olabilir, yani sıkıcı bir şey de iyi olabilir ama o yol hiç etkilemiyor kitleleri. Yani yapıyorsun sen orada Cannes, ödül, bilmem ne ama bakıyorsun sokakta “Lanthimos?” haberi yok heriflerin. Lobster’ı duymamış, Nuri Bilge Ceylan’ı duymamış milyonlarca insan var. Şimdi bundan “Yaa anlamıyorlar!” diyip çıkamayız. Bu çok yaygındı bi’ ara “Yapıyorum, anlamıyorlar.” Hayır, yakalaman lazım onları. Yani bir şekilde insanlara sen… Çünkü sinema nedir aslında? Bir iletişimse eğer, ki o konuda da tartışmalar var iletişim midir yoksa güzel sanatlar mıdır, iletişmesi lazım. Sadece Cannes’ın küratörleriyle değil veya festival seçicileriyle değil insanlara bir şey söylemesi lazım, eğlendirmesi lazım, vakit geçirtmesi lazım. Bunun öbür tarafında da, ticari sinemada da formül bu olunca yani olabildiğince çok insanın ilgisini çekmek olunca bu sefer onlar da öbür tarafa gidiyorlar. Diyorlar ki “Allaaah!” işte “Hamaset”, “Vatanseverlik”, “Milliyetçilik”, “Aşk”, “Duygu Sömürüsü” vs. yani hepsini biraraya koyduğun zaman… Türkiye’deki durum o şu an yani. “Yapalım bir çorba…” en kaba komedi bilmem ne onları doldur, yallah tazyik, milyonlarca insan geliyor zaten. Dolayısıyla bir çıkmaz var ortada. Yani bu iki yol, bu festival yolu ve ticari yol bana uymuyor. Hâlâ soruna cevap vermedim ama hayalimi soruyorsun değil mi? Hayalim aslında daha lokal ve kişisel bir sinemanın ilgi çekici hale gelmesi. Mesela Kubrick bile sıkıcıdır çoğu zaman. Birisi yazmış onu “Ya ben 2001’de de çok sıkıldım.” Yani evet sıkıcıdır. Çünkü 1969’da yapıldı o film. 69’un seyircisi için inanılmaz bir deneyimken bugün öyle değil. Eskiyor sinema, çok çabuk eskiyor, romandan çok daha çabuk eskiyor. Benim bildiğim bütün sanatlardan çok çabuk eskiyor. Her şeyi gösterdiği için. Yani gerçekten görüyoruz biz, romandaki gibi kendi hayalimizden kurmuyoruz tekrar onu. Madame Bovary’yi bugün de okuyabilirsin, tavırlar saçma gelir, bazı konuşmalar tuhaf gelebilir ama yine de anlayabilirsin. Kubrick… Şimdiki uzay araçlarına baktığın zaman, dönemi için inanılmaz ilerici olsa da bugün için tabii ki yavaş yavaş bir komediye dönüşmeye başlayacaktır. Onun için bence en büyük günah sıkıcı olmak aslında. Sıkıcı olmayan filmler yapmak lazım.