Tavsiyeler


 

 

Miró’yu severim. Bir ara çok popüler olduğu için Türkiye’de dalga geçilirdi ama gerçek tuvalde görünce farklı oluyor. Düşünüyorum kimi söylesem diye… Mondrian’ı severim. Klasiklerden… Tabii Rembrandt’ı seviyorum, yani o ışık çok iyi bir ışık. En bilinenlerden aklıma bu üçü geldi. Evet bunları seviyorum. Ama çok fazla ressam var yani. Çok iyi bir resim takipçisi değilim ben aslında.

 

Az müzik dinliyorum. Bir ara çok dinliyordum. Artık pek dinleyemiyorum. Çok fazla müzik var. Gençken Pink Floyd’a çok hasta olurdum. Galiba kötümser olmama onlar neden oldu. Şimdi artık onu da pek dinleyemiyorum. Yenilerden mesela Massive Attack’ın bazı işlerini, yeni derken o da yeni değil ama, Massive Attack’ın bazı işlerini severim. Yine gençken Cure severdim, Deep Purple falan severdim ama artık onları da çok az dinliyorum. Bazen elektronik müzik, işte Massive Attack’ta olduğu gibi, hoşuma gidiyor. Ama şey çok değişik… Yani bazen arabesk bir şeyi de dinleyebiliyorum. Sonra klasik müzik de dinleyebiliyorum. Yani tipik bir postmodern şeye dönüştüm müzik anlamında. Bateri materi çaldığım için o Chick Corealar, Steve Gaddler onları da bazen dinliyorum ama müzik olarak sevdiğim için değil, genellikle sadece bir enstrümantalist olarak dinliyorum.

 

Milan Kundera’yı çok severim ben aslında. Bu tür sorular çok tehlikeli tabii. Şimdi böyle sorunlara yol açıyor yani, sanki şey gibi oluyor “Adam 3 tane kitap okumuş!” hani. Mesela Fountainhead’le Zen ve Motosiklet Bakım Sanatı benim için özel bir kitap. Ben onu defalarca okudum. Yani severim hakikaten. Ama bu şey demek değil “Dünyadaki en iyi kitap budur.” demek değil. Ben çok seviyorum. Yani veya ne bileyim Milan Kunderaları ben lisede okudum, bütün hepsini. Hatta üzerine lise bitirme tezi yazmıştım Fransızca edebiyat dersinde. Yani şimdi okusam farklı görebilirim belki, o kadar iyi değildi ama Kundera ve Zen ve Motosiklet Bakım Sanatı aslında birbirine yakındır. O tür romanları seviyorum yani içinde düşünce de var. Yani bölünür roman. Yani bir anlattığı hikaye vardır ama hikayenin aslında bir önemi yoktur. Orada Kundera veya Pirsig küçük denemelere girer ve hayatı anlatır. Mesela aynı şekilde Robert Musil var. Hayatı boyunca yazmaya çalıştığı bir roman var Niteliksiz Adam. Okudun mu? Ben de birinci kitabı bitirmeye çalışıyorum. Modern romanın en önemli örneklerinden biri sayılıyor. Hayatını harcıyor ve bitiremiyor romanı. Üç cilt. Üçüncü cildi sonra karısı notlardan derleyip yayınlıyor. Hayatı boyunca hiçbir ün kazanmıyor. Başarısızlık ve yokluk içinde yaşıyorlar aile olarak. Sırf adam bu romanı tamamlasın diye. O da öyle mesela yine o ekole yakın. Yani bir roman var, bir hikaye var ama aslında Robert Musil’in denemelerini okuyorsunuz. O tür romanları severim. Yani o üçünü söyleyebilirim şimdilik. Ama isterseniz başka da söyleyebilirim. Milan Kundera’dan da Ölümsüzlük. Aslında en iyi kitabıdır. Genelde Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği bilinir ama son büyük romanı Ölümsüzlük’tü. 90’larda çıkmıştı ve hayret ediyorum, o zaman “imagoloji” diye bir kavram türetmişti. İnternet yoktu. “İmaj Dünyası” yani “İmgeler Dünyası” ve gerçeğin yerini imaja bıraktığından bahsediyordu. Şimdi bugün yaşıyoruz onu. Ama mesela Kundera artık out of trend, yani trend değil artık. Böyle bir şeyde kimse Kundera demez. Çok eskide kaldı o çünkü yani. Bugüne çok bağlı değil ama ben önemli bir romancı olduğunu düşünüyorum. Görüşürüz.