Bürokrasi nedir? Tdk’ya göre fransızca Bureaucratie kelimesinden güzel Türkçemize geçmiş bir hoş kelime.

 

Anlamı yine Tdk’ya göre:

1. İsim Devlet kurumlarında çalışan üst düzey yöneticiler topluluğu

2. Devlet kurumlarında kırtasiye işlerini öne sürerek işlemleri zorlaştırma, kırtasiyecilik

“Tek çıkar yol, bürokrasiyi ıslah etmek ve kendimizi tabii bir gelişmeye terk etmek.”

– C. Meriç

 

Bizler bugün bu kelimenin daha çok ikinci anlamını kullanıyoruz bürokrasi derken. Bu, devlet işlerini uzattıkça uzatan, vatandaşa “bugün git, yarın gel” diyen sistemin adı. Kentsel dönüşümü yavaşlatan, reformları engelleyen, vatandaşı devlet dairelerinden korkutan bir garip yapı.

 

Şüphesiz ki bürokrasi yeni ortaya çıkmış bir şey değil. Eskiden de vardı. Devlet denilen mekanizmanın ahtapotvari kollarının birbiriyle uyum içerisinde çalışabilmesi ve denetlenebilmesi adına bir onay ve denetim mekanizması sürekli var oldu.

 

Ancak Falih Rıfkı Atay’ın önemli eseri Zeytindağı’nda anlattığı güzel hikaye, Cemal Paşa’nın şahsına münhasır yöntemleriyle ve yaklaşımıyla Ortadoğu çölünde; eli kolu bağlanmış bir Osmanlı Devleti’nin, yine eli kolu sımsıkı sarılmış ve kaos içerisindeki bürokrasisinin nasıl çözülüverdiğini anlatıyor bizlere:

“İş adamı olduğu için, bürokrasiyi ve memur kafasını iyiden iyiye kırmıştır. Bir vakitler ordu müesseselerinde bütün müracaatların 24 saatte halolunması emrolunmuştur. 24 saatte herhangi bir işi bitiremeyen memur, kendi büyüğüne sebebini söylemeye mecbur olduğu gibi, müracaat sahibi, amirin kapısını vurup işinin bitirilmediğini haber verebilirdi.

 

Cemal Paşa

 

Esaslı yollardan biri yapılacaktı. Yolun belli bir zamanda bitmesine lüzum vardı. O zamanlar Lübnan’da oturuyorduk. Cemal Paşa, Şam Valisi Hulusi Bey’e (Eski Nafia Nazırı, mühendis) bu tarzda emir verdi. Hulusi Bey:

– Fennen imkân yoktur, diyor ve bu imkânsızlığı ispat etmek için başmühendisi yola çıkardığını yazıyordu.

Başmühendis Ayin Sofar’a geldi. Koltuğu çanta ve dosya dolu idi. Bu yığınlarca kâğıt ve cetvel, yalnız bir şeye yarayacaktı: Orduya lazım olan yolun ordu için lüzumlu olduğu zamanda yapılamayacağını ispat etmek!

Başmühendisi kumandanın yanına ben götürmüştüm. Kendinden pek emindi. Fakat daha kapıdan girer girmez Cemal Paşa, suratı astı:

– Şimdi koltuğunuzun altında ne varsa, hepsini şu masa üstüne atınız! dedi. Mühendis şaşırdı.

– Hepsini, hepsini, son kâğıda kadar! Ve şimdi karşımda durunuz.

Gözlüklü mühendis, boş kollarıyla dikili kaldı.

– Size yalnız şunu emrediyorum. Bu yolun o tarihte bitmesi için ne kadar paraya, ameleye, kazma ve küreğe ihtiyacınız vardır? Gidip dairelere haber vereceksiniz ve doğru Şam’a hareket edeceksiniz. Yol o tarihte bitmezse, sizi son taşların atıldığı yerde idam ettireceğim.

Başmühendisin idam edilmediğine tabii şüphe etmezsiniz. Yol, saati saatine bitti.

Bugünkü okurlar bu idam sözüne şimdi hayret edeceklerdir. Büyük Harp’te öldürmek, astırmak, vurdurmak sözleri beş lira ceza gibi hafif kıymetler almıştı.

Bir gün Beyrut’ta bir telgrafçının önüne:

– Bir dakika geciktiren, idam olunur! ihtarlı, doğrudan doğruya, yahut transit olarak, bir tomar telgraf yığılmış olduğunu ben görmüştüm.

Bu adamın bin parça edilmesi lazımdı.

İfratlar bırakılırsa, bürokrasiye karşı her türlü şiddet benim hoşuma gider. Bürokrasi bilhassa bizde tembelliği, kararsızlığı, kafasızlığı, kötü niyeti, bilgisizliği meşrulaştırmak demek olmuştur.”

 

Sahi Cemal Paşa, sorunları çok yerinde çözmemiş mi? Sizin de adliyede, nüfus idaresinde, İski’de veya belediyede bir iş için beklerken aklınıza Cemal Paşa tarzı çözümler gelmiyor mu?

 

Sevgilerle…