Giriş


 

İki kardeş, birisi Doğu, diğeri Batı. Kaderleri, adlarının mefhumlarında saklı. En tehlikelisi, iki kardeşin durmak bilmeyen savaşı. Edebiyatta, sanatta, tarihte ve intelijansiyada. Asırların padişahları, yıllarca Batı’ya boğun eğdirdi. Batı, karanlığın içinde. Kendi gölgesinden bile korkan! Batı, tek gerçeğin arkasına saklanan mefhum. Tek gerçek, din. Koyu karanlık, baskıcı, kapalı, özgür iradesiz, okuması bile kilise ile sınırlı olan bir yer. Kopuş. Rönesans, reform, milliyetçilik hareketleri, coğrafî keşifler ve daha fazlası. Doğu. Kopuş. Gerileme, sınırları kaybetme, kuralları ve kaideleri zamanla gevşeyen yoksul bir yer. Tekrardan ayağa kalkış denemeleri. Tek gücün ferman olduğunu sanmaları, onları kör bir boşluğa kapattı. O karanlık içerisinde, Batı yükseldi, yükseldi. Sınırlarını aştı, yeniliklere kucak açtı, istibdattan ve dinin arkasına saklanmaktan çıktı. Emekledi, yetiştirdi, çizdirdi ve yazdırdı. Peki bunu nasıl yaptı? Kin, kan ve sömürüyle! Sahici bir sarsıntı, sahte bir dengeden iyidir. Sahici bir sarsıntı, Batı. Sahte bir denge ise Doğu. İki zıt kardeş kindar, düşman, kötüleyen, saldıran ve alçakça birbirlerinin dinlerine tüküren. Ortalarında bir terazi yok. Onları sakinleştirecek bir sihirli değnek bulunmamakta. Asıl mesele, irfan meselesi. Asıl mesele cemiyet ve millet meselesi. Biz irfanımızı, yüzümüzü, Batı’nın kokmuş irfanını taklit etmekle kaybettik. Haklıydı Gökalp, Meriç ve diğerleri. Asırlarımızın kültür mirasını taşımakta zorluk çekiyorduk, artık sendeleyen ihtiyar bir beye dönüştük. Aldanıyoruz. Batıyı taklit, aydınlanmak değildir. Çağdaşlaşmak hiç değildir. İnkılaplar, devrimler, kitabeler, alıntılamakla değil reform hareketleriyle olmalıdır. Bugünün aydınları, Doğu’nun eksikliklerini söylev hâline getirmek, Batı’nın reformlarını, sükûnetini, sanatını tekrar tekrar tanıtmak ve okumak yerine, yeni reformlar ve yeni kitabeler ile mürekkeplerini öğrencilerine ve milletlerine aktarabilirler. ‘‘Yıllarca aç kaldım. Koca bir şehirde yapayalnız… Ama beni isyana sürükleyen açıklıktan çok tek oluşumdu. Aç ve tek olmak. Gurbet ve açlık. Bu şehrin kaldırımlarında bir başka aç Cemil Meriç hiçbir zaman dolaşmamıştır diye düşünürdüm… Ben, düşünen, okuyan ve temsil ettiği, temsil ettiğini sandığı beşerî değerleri lekelemek için aç kalmağa, açlıktan kıvranmağa razı olan adam…’’ (Jurnal, 27.3.1963).  Sözler işitildi, kulaklarda bir ses duyuldu. ‘Aç ve tek olmak. Gurbet ve açlık.’ Aydının sorunu, işte tam da bu! Hakikat bayrağını temsil eden bir et parçasının, Doğu’da yeri budur. İnsanlık tarihi, siyasal bilimler literatürü, sanatçılar, tiyatrocular ve akademisyenler her zaman sorar. ‘Doğu’nun sorunu nedir?’ diye. İşte, Doğu’nun sorunu! Elindekinin değerini, kıymetini ve çamur içerisinde parlayan madenin değerini bulamamak. Onu kirli ve çamurlu bir bölgeden çıkaramamak. Doğu tam da burada kaybetmektedir. Batı ise tam tersi, kazanmaktadır. Çünkü Batı, bugünün çamurunda debelenen Meriçleri, Sancarları ve diğerlerini çıkartıp onları temizlemekte ve Batı’nın ışığının yaratıcısı gibi sunmaktadır. Biz kendi değerlerimizi, tefekkürümüzü, ilmimizi, örf/adet ve geleneklerimizi bıraktığımız gün kaybettik. Kaybedeceğiz. Mesele uzakta değil, bastığımız topraktadır. Mesele, İsmet Özel’in de dediği gibi çanların sustuğu, Yunan bayraklarının asıldığı gündedir. Mesele, ezanları dindirmeye çalışmaktadır. Akademide emekleme devirlerini yaşayan biz gençler, susmayacağız. Korkusuzca yazacağız, okuyacağız ve düşüneceğiz. Hakikat bayraklarını önce hocalarımızdan daha sonra da okuduklarımızdan ve Meriçlerden alarak gelecek nesillere taşıyacağız. Elinizdeki eser, Cemil Meriç’in külliyatının derinliklerinden, Doğu ve Batı sentezlerini sizlere sunmaya ve aktarmayı deneyecektir.

 

Mabetler her çağda sessiz kalmış. Tefekkür Sina’sı metruk bir manastır. Kimin için yaratacaksın? İnsanlar ışığa, hayata, sonsuza düşman. Aydınlanmak için yan, aydınlatmak için değil.

 

Bütün Kur’anları yaksak, bütün camileri yıksak, Avrupalının gözünde Osmanlıyız; Osmanlı, yani İslam. Karanlık, tehlikeli, düşman bir yığın![1]

 

 

İlk Okumalar

 

Hatay’ın tozlu kaldırımlarında oturan bir çocuk. Arkadaşsız, yalnız, kırılgan ve narin. Yokluk, sefalet, fakirlik ve açlık. Rüzgârın esintisinin vurduğu, bu uçurum kenarında bir yazgı. Tek çare, sığınmak. Sığınacak bir liman. Yalnızlığın getirdiği sızıyı, kitaplar ile iyileştirmek. Önce okulda, Fransızca eğitim. Onun için, dilin öneminin ve hükmünün ilk tohumlarının atılışı. Fransızca, onu Batı ile tanıştıran aracı. Edebiyatta, sanatta, akademide, siyasette ve tarihte. Kısacası, dünyevi mürekkeplerin akıtıldığı her yerde. Ayırt etmeden, yarıda bırakmadan, tıpkı bir Fransız asaletinde ondan daha asalet içerisinde bir okuyucu. Bir tefekkür. Yalnızdın, Cemil Meriç. Gurbetin sessizliğini, kitapların ile konuşarak bastırdın. Kimim ben? diye sorar, 1974 yılında. ‘‘Hayatını, Türk irfanına adayan, münzevi ve mütecessis bir fikir işçisi.’’ Okuduklarıyla olgunlaşan, irfana ve ışığa doğru hareket eden Meriç, gözlerini kaybedip bir et parçasına dönüştüğünde de Babil kulesini inşa etmiştir. Paris ve açılamayan gözler. İnsan beyninin yarısı Doğu ise diğer yarısı da Batı’dır der. Üstelik, bu Doğu, Batı’yı beslemiş, Batı’yı şekillendirmiş, etkilemiştir. İlk kimi tanımıştır, Balzac. Onun hakkında yayınladığı makaleler, kendi deyişiyle ‘‘bir manifesto’’. Neden? Çünkü Cemil Meriç’e göre Balzac, edebiyatın ahenk taşını yerleştiren bir isim. Daha sonra, Saint Simon İlk Sosyalist, ilk Sosyolog. Hatay, mesleğe ilk adım atış. Hatay Valiliği, Fransızların elinde. Cemil Meriç’in ilk sosyalist olduğu yıllar. Hükümet, Hatay’ı Fransızların elinden aldığında, ilk yargılamasını geçirir. Suç, Hatay hükümetini devirmek. Türk mahkemelerinin, yargılanan ilk Marksist’i. Oysa, kendi tarifiyle ‘‘daha işçi eline bile eli değmemiş’’. Onun yeri, kütüphane. Yani irfan ve ışık mahzeni. Hayatının çıraklık yıllarını, ona göre elli yaş civarına kadar, düşünce dünyası Batı düşüncesidir. ‘‘Batı düşüncesi ya da Batı’nın bakış açısından dünya düşüncesi.’’ 1960’lardan sonra yeni bir dünya keşfine çıkar. Hint Medeniyeti ve Hint Edebiyatı. Gözlerini kaybeden aydın, tekrardan filizlenerek yazmayı başarabilmiştir. Geriye dönüş, sokağa attığı ilk adımları. ‘‘… Ben yalnızım. Babam hep çatık kaşlı, annem hep mızmız. Kasabanın çocukları hep korkunç. Bol bol dayak yiyor, hep hakarete uğruyorum. Şikâyet edeceğim kimse yok. Mektep bahçesinde çocuklar oynuyor… Ben yine yalnızım ve yabancıyım, yabancı yani düşman. Dilim başka ve gözlüklerim var… Kendimden utanıyorum[2].’’ Geriye dönüş, kitaplara dokunduğu ilk bakışları. İlyas hocasından din dersleri. Kur’an ve hüsn-ü hat hocası. ‘‘Muhasebat-ı Ahlakiye’’ adında bir kitap. İlk kaynak. Sait Efendi, ilk Türkçe hocası. Bulgarluzade Rıza, Menemenlizade Tahir elinde dolaşan kitaplar. ‘Fenn-i Terbiye Dersleri’ni de ilk onda görmektedir.

 

İlk manzumelerini okuduğu hocası, Ömer Hilmi. Kendisi bir Çerkez. Meriç daha on bir yaşlarında. İlk Fransızca hocası, Mösyö Nikola. Orta üç yaşları, çok okuduğu ve en az on beş sayfa karaladığı yıllar. İlk çeviri, ortaokul yıllarında. Chateaubriand’ın ‘Son İbn-i Saraç’ı. Cemil Meriç, neden bu denli Doğu ve Batı sentezinde önem tutmaktadır. Çünkü şöyle der; ‘‘Türkçe, Arapça, tarih dışında bütün dersler Fransızca okutuluyordu. Memleketin kayıtsız şartsız efendisi Fransızlardı. Fransızca bildiniz mi, önümüz de bütün kapılar açık demekti[3].’’ Şiir ezberlemekten hoşlanmayan ama kompozisyonlarda birinci çıkan bir aydın. Doğu’yu kaderinde, Batı’yı ise okuduklarında tanımış bir aydın. Yorulmayan, bıkmayan ve usanmayan.  Lise bir yıllarında, ‘Legende des Siecles’ini okumuştur. Lise iki yıllarında, Chateaubriand’ın ‘Atala’, ‘Rene’, ve ‘Le Dernier des Abinceragers’ını… Ayrıca, Moliere’den, Corneille’den, Racine’den üç-dört kitabı zorunlu olarak okumuştur.  Ona göre senelerce bir merak üstünde koşturduğu ilk kitap, ‘Rıza Tevfik’in Kamus-u Felsefi’si’. Kaderini tayin edecek olan, İbrahim Ethem’in Terbiye-i İrade başlıklı eserdir. Çünkü disiplin çatısı altında çalışmayı, bu kitaptan öğrenmiştir. ‘Ribot’yu’ çocukken okumuştur. Cemil Meriç, karanlıklarda el yordamı ile yürümeye çalışarak okumuş bu kitabı. Ona göre, ‘‘Sanki ruh dünyasının bütün girdibatlarını ışığa kavuşturacaktı eser[4]…’’ Kagliostro, Nostradamüs, Sör Viyan Kruks ve Nordau, Haeckel, Buchner ile bütün mistisizmlerin bir şarlatanlık olduğunu hatırlamıştır. Lise çağlarını tarif ederken, kendini çevredekilerden üstün gören bir ukala olarak tanımlar. Maddecilikle kısa bir flört yaptığını betimler. Bunu, Marx ve şakirtlerini okuyarak tanımlar. Sosyalizm ile ilk tanışma, Hegel. Üç cilt eline geçmiştir. ‘‘Kapital’i anlamak için dünyayı dolaşmış olmak lazım. Ama Kapital suallerinin kaçta kaçına cevap verecek?[5]’’ Türkçülük, onun için yeni bir arayış. Lise yıllarının ortasında bir tanıklık. İlk temel eser, Yusuf Akçura’nın Türk Yıllığı. Bu kitap yüzünden, etüt hocasından ilk tokadını yemiştir. Türkçülüğünü ise şöyle tanımlar: ‘‘Türkçülüğüm de teorikti, bedbaht bir nazariyeydi Türkçülük, kökü yoktu, zaten Sancak’ta Türk yok gibiydi, Arp çoktu[6]…’’ Kitap onun için bir limandır. Yalnızlığının durgunlaştığı bir liman. Dışarısı karanlık. Tehlikeli ve ıssız. Onun tarifiyle, bir kanat çırpınışıyla Olemp, bir diğer kanat darbesiyle de Himalaya. Çevresindekilerle ayrı bir dil konuşuyor, gördüklerini diğerlerinden daha farklı bir renk tonunda görüyordu. Balzac’ı tanımak. Dört bin karakter ile dört bin kere yaşadım diyor. Balzac romanlarını, Türkçe ’ye kazandırmadıkça, ülkemizde gerçek roman boy atlayamaz diye ekliyor. Ve diğerleri. Adlarını saymayı denediğimizde, Üsküp’ten Bağdat’a yol olabilecek okunmuş bir külliyat. Meriç’in ışığı ve sentezlerinin kaynağı buradan gelmektedir. ‘İlk Okumalar’ bölümünü makaleme eklerken, bir tereddüt içerisindeydim. Lakin, içimden bir ses, ‘korkma dedi’. Külliyatın temeli, sentezin doğruluğu ancak buradan anlaşılabilir.

 

Aydınlık ve Karanlık

 

İki zıt karakter, iki serkeş. Batı, medeniyet ile asırlar sonra tanışmıştır. O tanışıklık, reformist hareketler ve keşifler ile meydana gelmiştir. Doğu, zenginlik içinde. Asrın kültürünü inşa etmekte, edebiyatta ve zanaatta. İki kardeş, yıllarca birbirinden uzak. Osmanlı, kıtalar üstü bir medeniyete sahip ve boyun eğdirme yolunda hız kesmeden ilerlemiş. Sonra ise revizyon. Yani, değişim. Gözden geçirme. Dama taşlarının yerleri değişmiş. Doğu’nun külliyatları yıkılmış, kütüphaneler dağılmış. Çöküş vakti. Genç Osmanlılar tarafından görülen tek çare, yüzümüzü Batı’ya döndürmek. Ne münasebet! ‘‘Türk aydını Tanzimat’tan beri sığınacak ada arayan bir garip sürgün[7].’’ Çabuk verilen kararlar, sahiciliği doğrulanamadan uygulanan hakikatlerdir. Cemil Meriç ise Tanzimat dönemini, bir arayış olarak nitelemektedir. Neden? Çünkü tek çare, herhangi bir limana sarılmak. Bu liman, Batı. Oysa ne fena bir şeydir Batı. Görmez, duymaz, acımaz ve tüm vücudunu ifşa eder. Kendinden olmayanı sömürür. Edebiyatı, sanatı ve bilimi yazgı üzerine kurulan ve derin felsefecilerin esrarları altında çizilen eserlerden oluşur. Kan pompalayan bir organizma gibi protesto salgılar. Doğu ise acil bir kana ihtiyacı olan hasta. Tek çare, Batılılaşmak. ‘‘Tanzimat’tan bu yana Türk aydınının alınyazısı iki kelimede düğümleniyordu: Aldanmak ve aldatmak. Senaryoyu başkası hazırlamıştı, biz sadece birer oyuncuyduk. Nesiller bir ütopyanın kurbanı olmuşlardı… Avrupa’yı tanımak gaflet; Avrupa’yı tanıyan ülkesinden kopuyor. Bu lanet çemberinden nasıl kurtulacağız[8]?’’ Cemil Meriç, tablonun içler acısı yansımasını görüyordu. Çünkü Batı’nın kalleşliğini okumuş, tanımış ve irdelemişti. Cemil Meriç’in meselesi, Batı değildi. Topraklarında nefes aldığımız bu ülkenin, kaderini ve geleneğini tek celsede değiştirmekti. Batı’yı tanımak, onun yüz tutmuş ve kokuşmuş kifayetini almak olmamalıydı. Onun resmettiği tabloları, eğitimi ve askeriyeyi teslim almak olmamalıydı. Asıl olması gereken, yeterli yolları takip altına alarak, kendi geleneğimizin ve sanatımızın ahenk taşlarını tekrardan coşturmaktı. Eğer Cemil Meriç’in Batı’yı nankör bir beden gibi reddettiğini düşünüyorsanız, tekrar düşünmeniz gerekir: ‘‘Elbette ki Avrupa’nın reçetelerini uygulamaya kalkmak büyük bir hamakat; ama hocaların söylediklerinden habersiz olmak daha büyük hamakat[9]’’ Mesele, yüzümüzü ters çevirmek değildir. Ona göre, gerçek hocanın, akademinin kaynağını, okumaktır. Aydın olmak için yanıp tutuşmak, reformist hareketlere girişmek, taklitle değil, kendi kanımızla olmalıdır. Elbette ki geri kalmayacağız, ışığın peşinden koşup gözlerimizi fil dişi kulelerine kadar uzatacağız. Lakin, bu fil dişi kulelerinden faydalanmak ve geri inmek zorundayız. Doğu’yu unutmak, ‘benliğimizi’ unutmak demektir. Topraklarından uzakta kalan bir beden, ruhtan yoksundur. Hem fikren hem de bedenen yoksundur.

 

Elimizi Avrupa’ya uzatmak yerine, sadece gözlemci olmalıyız. Okuyan, takip eden ve bir kısa ömür tadına varan. Yoksa bu hikâyede tehlike başrolde oynamaktadır. ‘‘Aydın batan bir gemidedir. Ufukta rüyaların en muhteşemi: Avrupa. Servetin, şöhretin, şehvetin daveti. Azgın iştihaları vardı intelijansiyanın ve bu masal hazineleri kendisini bekliyordu. Avrupalı dostları lütufkardılar. Karşılık olarak biraz ‘ihanet’ istiyorlardı sadece[10].’’ Cemil Meriç, tehlike ve ihanet olarak görüyordu. Neydi Batı’nın ihaneti? Sana benliğini unutturmak, toprağın madeninden seni yoksun bırakmak. Kültürden, irfandan ve cemiyetinden. Türk gencinin gözlerini kör bir karanlığa boğmak. Bazen tatlı bazen serttir, Meriç’in dili. Ortaokulda başladı yazmaya. İlk eleştirisinde anlamıştı, aklına her geleni yazmanın, yazmak olmadığını. Doğu ile Batı arasında kompozisyon köprüsü kurmaya çalıştı. Milletlerarası edebiyat ve kültür irfanının sınırlarını arşınladı. Doğu ve Batı’nın eserlerini korkusuzca eleştirdi. Ne acayip şey! Ayna karşısına geçmek, her aydının ve entelektüelitin işi değildir. Ayna, korkusuzların bakabileceği bir maddedir. Oysa Meriç’in bedeni, bir ayna olmuştur. Doğu ve Batı arasında ki diğer köprüyü kurmak isteyen isim, Abdullah Cevdet’tir. Doktora göre, ‘‘Medeniyet Avrupa medeniyetidir’’ diyor. Cemil Meriç, Abdullah Cevdet için ‘‘Bir kelimeyle İslamiyet’i Batılılaştırmak istiyordu’’ demiştir. Cemil Meriç, dönemin Batı rollerine de sert bir biçimde karşılık veriyordu. Tekrarlamak gerekirsek, bir insan beyninin yarısı Doğu’dur diğer yarısı Batı’dır. İdeolojiler, iç karışıklıklar, propagandalar ve en tehlikelisi kendi aydınlarımızı Batı rüyası içerisinde görmek, en tehlikelisidir. Cemil Meriç’e göre, Doğu’yu Batı ile zenginleştirmek gerekir, ama ilk önceliğimiz Doğu’nun kitabelerini ve risale nurlarını hazmetmek. Kendi benliğini tanımayan uygarlıklar, başkalarına uşaklık ederler. Cemil Meriç’in meselesi de buydu. O ise medeniyetler beşiğinde, iki köprüyü oluşturabilecek külliyata çoktan varmıştı. Cemil Meriç’e göre Batı, kopyaların ustalarından oluşmaktadır. Neden? Çünkü, Doğu’nun ışığından feyz alınmıştır. Evet, kendi hareketleri, okumaları ve ilim akademileri ile arşa ayak basmışlardır. Batı ona göre, uyanık bir tilkidir. Sinsice hareket eder, gelir, yerleşir, izler ve ülkesine tekrar ayak basar. Doğu’nun hatası da burada başlamaktadır. Çünkü Doğu, yerleştiği anda ülkesini unutmuştur. Tanzimat aydınları ve diğerleri, Avrupa’ya ayak basmalarındaki sebepleri unutmuşlardır. Geriye dönmek ve öğrendiklerini tekrarlamak değildir, çağdaşlaşmak. İzlenen yolun takipçisi olup feyz almaktır. Oysa Batı, Doğu irfanının ve Asya’nın devamıdır, Meriç’e göre. ‘‘Batı’nın tecessüsünü kamçılayan ve şuurundaki Doğu imajını besleyen iki ana kitap vardır Meriç’e göre, birincisi 18. Asrın ilk yıllarında basılan Galland’ın Binbir Gece tercümesi, diğeri Harbelot’un ‘muhteşem bir abide olan Doğu Kütüphanesi[11]’’ Batı karanlığından kurtulması için tek çaresi bulunmaktaydı. O çare, Arapça öğrenmesiydi. Çünkü Arapça, dönemin mabetlerinin ve eşsiz müzelerinin anahtar kapısıydı. Arapça öğrenmeyen, Doğu’nun anahtarına ulaşamazdı.

 

En kıymetli eserler ve şaheserlerin yattığı kütüphaneler, Arapça ile açılabilmekteydi. ‘‘Nitekim on ikinci yüzyıla gelindiğinde, ‘Avrupa karanlıklardan kurtulmak için Arapça öğrenmek zorundadır. Yalnız İbn Sina, İbn Rüşd ve El- Biruni gibi İslam dâhilerini okumak için değil, eski medeniyetlerin fikir hazinelerinden bütünüyle, cihan kültürünün tek varisidir o devirlerde. Elbette ki İslam, kendinden önceki irfanı zenginleştirmiş, Kur’an ve Hadislerin gümrah meşalesiyle aydınlatmış, kendi dehasının menşurundan geçirerek cürufundan temizlemiş, bunu yaparken de her değere saygı göstermiş ve asırların emanetini bütün haşmetiyle gelecek nesillere aktarmıştır… İnsanlık için yeni bir düşünce odağı olan İslam, Doğu’da ve Batı’da kendinden önce gelen bütün kültür mirasını bu yoldan özümser[12]…’’ Cemil Meriç’e göre de İslam’ın ve Kur’an’ın önemi burada yatmaktadır. Çünkü, Doğu, Arapça ile zenginleşen, eserlerini Arapça ile yazan ve Kur’an’ın ışığında ilimlere yolculuk eden bir bölgeydi. Batı ise tam tersiydi. Batı, dinin koyu karanlığının gölgelerinde yaşayan, mabetlerini ve eserlerini kilise haricinde basmayan ve halkı afyonlayan bir bölgeydi. Cemil Meriç’e göre, Batı’nın üniversiteleri ise kiliseden oluşmaktaydı. Çünkü kilise, Batı’nın eğitim verebileceği, okuma ve yazmanın olduğu tek eğitim yuvasıydı. Doğu olmadan Batı varlığını sürdüremezdi. Işığını ve eserlerinin kaynakçasını Doğu sayesinde kazanmıştır. Cemil Meriç, Batı’nın Marx’ı ancak Doğu’nun İbn-i Haldun’un düşünceleriyle var olabilir ve bütünleşebilir demektedir. Çünkü, Marx’ın dünyasının yanında İbn-i Haldun’un dünyası da var demiştir. Bu yüzden sorunlara ışık tutabilmek için, Kapital’in yanın da Mukaddime de okutulmak zorundadır. İki düşman kardeş, iki düşünce adamı. Batı ve eğitim, yani kilise. Cemil Meriç’e göre Batı, eğitimi ve kiliseyi hep hor görmüştür. Kilise, hakikati bile hor görmüş ve şüphe ile yaklaşmıştır. Kaynağı, ruhun derinliklerindedir, der. Bu irade gücü ise Kur’an Mesihlerdedir. Yani büyük dinde. Oysa Batı, asırlardan beri madde yanlısı. Tek varis madde ve kilise. Cemil Meriç sormaktadır, peki kilise bu karanlıkta hâlâ asırlardan beri nasıl ayakta durabilmektedir. Cevap belli! Gelenek. ‘‘Çünkü gelenek en eski bilgeliğin remzi hâlâ onun elinde. Kilise kendi kendini temizleyemez. Vaftiz etmek, evlendirmek, defnetmek, siyaset yapmak yetiyor ona.’’ Çözüm, silkinmek. Nasıl bir silkiniş? Ancak, laik bir dünya reformistliği ile silkelenebilir. ‘‘Avrupa’nın içinde bocaladığı felaket, Kilise’nin temsil ettiği Din ile Üniversite’nin temsil ettiği İlim arasındaki bu çatışmadan doğuyor… İstesek de istemesek de Musa ile İsa’nın ayak izlerinden gidiyoruz[13].’’ Meriç ne Doğu’nun ne de Batı’nın silahşor bir kalemiydi. O sadece hakikatleri öğrenmek için yanıp tutuşan bir entelektüelitti. Sebebi, yapmış olduğu sentezin altında yatmaktadır. Sadece Doğu ve Batı’nın eksikliklerini yazarak oluşturmuş bir sentez değildir bu. Sentez, Doğu ve Batı’nın okumaları, eserleri ve tarihçeleri ile yapılmıştır. Eksiklikleri, tıpkı bir ayna gibi ‘pürüzsüz’ göstermektedir. Ayna’nın kudreti, bilgededir. Bilge ise Meriç’in külliyatıdır.

 

Edouard Schure de[14], Cemil Meriç’in düşüncelerinde ufuklar açmış bir yazar. Çok sevdiği kitaplarından bir tanesi ‘Doğu Mabetleri’. Yazar, doğuya yaptığı bir yolculukta, insanoğlunun geçmişine ve geleceğine bir göz atmak istedi, insanoğlunun geçmişine ve geleceğine yani kısaca hayatın sırlarına. Bu işi üç ayrı yoldan yapmaya çalışmış, Mısır’ın gökleri altında Menfis ve Teb’de, Büyük Ehram’ın önünde, kutsal İsis’in ve kadimler kadimi Ebulhevl’in huzurunda, çölün aydınlığı ve haşmeti içinde Ezeli Ruh’un, Ruh-u Cihanın, bütün varlıklarla, onların istihalelerini halk eden yaratıcı Kelam’ın, konuşan remizleri ile karşılaşmıştır. Yazar, kutsal topraklarda dolaşmış, acının ve ölümün sırlarının ahenklerine dokunmuş ve Doğu’nun külliyatlarında gezinmiştir. Sonunda ağzından bir cümle fışkırıyor: ‘‘Ex Oriente Lux’’. Yani, ‘‘Işık Doğu’dan Gelir.’’ Cemil Meriç’ göre, bugünün yeryüzüne hâkim olan beyaz ırkın istikameti tam tersinedir. Doğu’dan Batı’ya doğru yürüyor beyaz ırk. ‘‘Üç asırdır medeniyet, Atlantik Okyanusu’nu aşarak Amerika’ya geçti. Ne var ki dünyanın beyni hep Avrupa[15].’’ Meriç, şikayetçi. Dünya, Avrupa etrafında döndükçe Meriç’in içi sızlıyor. Gerçekleri göremeyen ve mabetlerine dokunamayan kör bir halk. Oysa bu halk arasında aç bir Cemil Meriç. Gözlerini kaybetmiş, düşünen ve tefekkürünü korkusuzca savunun hakikat arayıcısı. Cemil Meriç, Doğu mabetlerinin bazıları ziyaretçisiz diyor. Bazıları artık hiç konuşmuyor. Ama zaman zaman hepsi de konuşmuş. ‘‘İlimle irade el ele vermiş ve çeşitli dinlerin müminlerine ezeli ilhamının manasını kavrayacak bir idrak kazandırmıştır… Yalnız gönülden gelen ilhamlar hakiki ilhamlardır…’’

 

Üstünlük Avrupa’nın

 

Cemil Meriç’e göre, Doğu’yu küstürdük. Narin bir çocuğun zekasını, hakaretlerle yonttuk. Kendi benliğine çekilmiş. Oradan bizleri izliyor. Tam teşkil okumalar yapamadan, Batı’nın üstünlüğünü kabul ettik. Mustafa Şekip Bey, çevresindekilere Bergsonizm’i anlattı. Çevresindekiler ona, hayranlıkla aldandı. Oysa Bergsonizm’i ne kadar derinden okuyabilmişti Mustafa Şekip. Sadece, Ziya Gökalp’e saldıracak kadar bilgindi. Tek mesele, dergiler arası çatışma tufanı. İlim, araştırma ve derinden okumadan eser yok. Doktor, İslam’ı Avrupalılaştırmak istedi. Cenazesi bile kılınamayacak duruma geldi. Cemil Meriç, tekrar düşünmeye başlıyor. ‘Avrupa’nın üstünlüğü coğrafî sebeplerinden mi kaynaklıdır’ diyor? Toprakları daha mı bereketli diye soruyor. Hayır! Diyor. Mesele, Avrupa’nın zamanla din ve devlet işlerini birbirlerinden ayırması. Karanlığın içerisinde ve çamurda gizlenen aydınlanmayı, Batı’nın ortaya çıkartıp temizlemesi. Meriç: ‘‘Eğer Hristiyanlık dünyevi ilerlemeye sebep olsaydı, Papalık devletinin, Avrupa’nın en geri değil, en ileri devleti olması gerekirdi. O halde ‘Avrupa’nın üstünlüğü’, akdemiyetinin eseri. Başka bir söyleşiyle geriliğimizin sebebi. ‘‘Adalet ve hürriyet esası üzerine kurulan tazimat ve tensikatdan müstentiç maarif ve fünunda Avrupalıların terakki ve tekaddümü[16].’’

 

Cemil Meriç, bizlere tekrar hatırlatıyor: Avrupa’nın üstünlüğü ne toprak ne kültür ne de kilise. Avrupa’nın üstünlüğü, kapitalizme geçiş. Doğu’nun irfanı, kapitalizm karşısında ezilmiştir. Bugün içinde kapitalizm, kütüphaneleri yağmalamıştır. Asırlardan beri güçlenen ve gittikçe yinelenen kapitalizm, entelektüeli ve irfanı susturmuştur. Doğu ise geç kalmıştır. Bu geç kalış ise Tanzimat gibi bir vesvese ile sonuçlandırılmıştır. Tekrarlar ile dünyaya açılma olamaz. Sonuç ise berbat. Paris ve Milano’nun kokuşmuş ve eskimiş kıyafetlerini Beyoğlu’nda giyerek ‘çağdaşlaşmak’ olmaz. Olmamalı! Sonuç vahim! ‘‘Asırlık bir faciayı üç kelimeye hapsetmiş: ‘‘Uşaklaşmayı uygarlaşmak sanmak.’’ Cemil Meriç’ e göre Doğu, Batı medeniyetlerinin altında kişiliklerini kaybetmişlerdir. Batı’nın tek bir amacı vardır, illüzyonist bir büyüleme ile toplumları benliğinden koparmak ve onları baştan yaratmak. Oysa diyor, asıl aydın, bilmelidir. Bilmek ise kıyaslamak demektir. Doğu aydını bilmeli ve kıyaslamalı. Kendisini bilmeyen aydın, Batı ile Doğu’yu nasıl kıyaslayabilir? Biz kimiz? Meriç’e göre, bizim müfekkiremiz, ahlâkî, siyasî ve içtimai inançlarımız, tamamı ile dinimizden geliyor. Diyor ki, ona karşı çok saygılı olmak zorundayız. Dinsizlik, fikri bir üstünlük alameti değildir. ‘‘Başka bir kavmin, tahakkümü altına giren bir kavim, arazisini değil, mevzuat ve an’anatını kaybettiğinden dolayı istiklalini kaybeder[17].’’ Yirmi birinci yüzyıldayız, yirmi bir yüzyıldır ağzımızda tek kelam: ‘Eşitlik, hürriyet’. Görmüyoruz, duymuyoruz ve okumuyoruz. Gerçek sandığımız münakaşalar, birer reklam propagandası. Filmler, diziler, dergiler ve moda şölenleri. Sen bir oyundasın, farkında değil misin? Çık! Kokuşmuş karanlığından, çık sultan-ı yegahından. Sen bir asrın çocuğusun, keşfet, oku ve tanı. Lakin tek ettiğimiz kelam: ‘Hürriyet.’ Oysa ne garip şey insanoğlu. Bastığı topraklar, hürriyetin anayurdu! Hürriyet kavramını bir de Cemil Meriç’ten dinleyelim: ‘‘Demek ki İslamiyet’in temel mefhumu: Eşitlik. Bu bir amaç değil, bir hak. Hürriyet, eşitliğin bir başka adı veya görünüşü. Sınıf kabul etmeyen, imtiyaz tanımayan bir dinde kimin kime karşı hürriyeti? Batı, hürriyeti, bir hata işleme hakkı olarak tarif ediyor. Müslüman’ın böyle bir hakkı yoktur. Çünkü o ebedi hakikatin, yegâne hakikatin, cihanşümül hakikatin emrindedir… Evet, İslamiyet bir kanun ve nizam hakimiyetidir. Batı’nın gerçekleştirmeğe çalıştığı eşitliği çoktan fethetmiştir. Fikir hürriyetini, insanı insana saldırtan bir tecavüz silahı olarak değil, bir ikaz, bir irşat vasıtası olarak kabul etmiştir[18].’’ Farkında değil misin? Elindeki altın madenin. Bir kelam ki eşitliğin tanrıçası. Meriç’in isyanı, farkındalığın tam olarak aydınlatılamamasıdır. En kötüsü de gözlerin kör bakmasıdır. Meriç ise gözleri et bir parçasından ibaret olduğu hâlde irfanın ışığını görebilmektedir. Oysa biz? Gözlerimiz dipdiri bir organ parçası hâlindeyken bile görememekteyiz. Yazık! Cemil Meriç’e göre, İslam, insanı parçalamaz. İslam, amelle taçlanan ilim. Batı ise bundan yoksun. Fakir. Cemil Meriç’e göre, Batı’da bu kelam bulunmamakta. Batı, bu kültürden uzak. İrfan bir mevhibedir, ona göre. Cemil Meriç’in en çok değindiği husus ise, aydınların dini ‘izm’ den ibaret olmasıdır. Oysa ‘izm’ler ne fena bir meseledir. İnsana deli gömleği giydirmekten ibarettir. 

 

Gerçeği görmek, hakikatli bir vicdan aramaktan geçer. Görmeyenler ise Montesquieu’yü kütüphanelerinde barındırır. Oysa biz Türklere, Montesquieu bir hakarettir. Montesquieu, Doğu için despotizmden bahseder. Meriç ise cevap verir: Montesquieu düşünmez ki despotizmin atası, İngiltere ve Fransa’dır. Devam eder Montesquieu: ‘‘Türkler dünyanın en çirkin insanları idi. Karıları da kendileri gibi kaknemdi. Rum dilberlerini görünce akılları başlarından gitti. Başladılar kız kaçırmaya. Zaten ezelden beri hayduttular vs.’’ ‘‘Türkler eşek olacak öbür dünyada. Yahudileri sırtlarında cehenneme taşıyacaklar. Bütün kavimlerin en cahili… Türkiye’de tebaanın servetine, hayatına, haysiyetine kimse aldırış etmez. Anlaşmazlıklar çabucak karara bağlanır. Şöyle ki: Paşa davacıları, dinler, sonra falakaya yatırır herifleri, bir ala döver ve böylece davayı neticelendirir vs.[19]’’ Cemil Meriç tekrar ekler, görün, Batı bizi bu kadar iyi tanır. Batı yazarlarında ciddiyet ve dürüstlük aranamaz. Batı irfanının aşinası olanlar için bu hükümlerin tek orijinal tarafı terbiyesizliktir! Cemil Meriç, tekrar Doğu’nun aydınlarına nutuk çeker. Bizim köksüz ve ufuksuz aydınlarımız da tarihimizi karalamak için Montesquieu’nün coğrafî kaderciliğine sığınırlar. Yazık çok yazık. Hâlâ bütünüyle okuma ve araştırma irfanının içerisinde değiliz. Gerçeği göremememiz, illüzyonist Batı’nın en büyük oyunu. Görmek yerine kandırılıyoruz. Birkaç vesvese ve duyguları okşayacak birkaç dize, bizleri büyülemekten öteye geçirmemektedir. Oysa asırlardır meselemiz nedir diye tartışmak yerine, dönüp aynaya bakamıyoruz. Tek çaremiz, alıntılamak ve hayran kalmak. En kötüsü ise medeniyetler beşiğinde yalnızız. Farkında değiliz.

 

Sonuç

 

Dil sustu, mürekkep şelaleleri hırçın bir vukuu gibi aktı geçti. Bu topraklardan bir Cemil Meriç geçti. Aydındı, yalnızdı ve gurbette açtı. Bir kitap uğruna yirmi dört saat aç kalmayı göze aldı. Oysa aç kalacak kadar okuma tutkunu bu adamı, kaç nesil tanımaktayız. Nesil, Batı tufanı altında eziliyor. Nesil, aynaya ve hakikate bakamayacak kadar kör, duygusuz ve yoksun bir et parçası. Cemil Meriç, on beş yaşında on beş sayfa mürekkep akıtmış bir bilge. Bu bilgeyi, mağarasından çıkartmak gerek. Nesillere okutmak ve yazdırmak gerek. Tek çare, yüzümüzü tekrardan kendimize döndürmek. Kendimizi anlamak. Doğu’nun küskün mabetlerini yeniden ziyaret etmek. Onu temizlemek ve tozlu raflarından çıkararak, narin bir bebek gibi okşamak. Meselemiz, irfan meselesi. Tefekkür için savaşmalı, okumak için yanıp tutuşmalıyız. Sadece Batı’ya düşman olarak değil. Batı’nın zenginliğinin kaynağını Doğu’dan geldiğini bilerek okumalıyız. Onun da tabiriyle, Batı’nın hocalarını okumalı ve irfanımızı inşa etmeliyiz. Ama, tekrardan kendi mabedimize çekilmeliyiz. İrfanın ışığında yanmalı, mabetlerimizin gölgesinde serinlemeliyiz. Gözlerimizdeki bu koyu karanlık gözlükleri bir kenara atmalıyız. Doğu ve Batı köprüsünü ancak okuyarak ve keşfederek fark edebiliriz. Tek çare, ‘Ex Oriente Lux’. Yani, Işık Doğu’dan gelir!

Nail Çirak

  • [1] Bkz. Cemil Meriç, Jurnal, cilt 1, ‘‘Bütün Kur’anları Yaksak…’’ İletişim Yayınları, 2.Baskı, Eylül 1992, s. 383 vd.
  • [2] Bkz. Cemil Meriç, Bu Ülke, Bütün Eserleri-2, ‘‘Genç Bir Tecessüs’’ İletişim Yayınları, 61. Baskı, 2020, s. 23 vd.
  • [3] Bkz. Cemil Meriç, Bu Ülke, Bütün Eserleri-2, ‘‘Genç Bir Tecessüs’’ İletişim Yayınları, 61. Baskı, 2020, s. 26 vd.
  • [4] Bkz. Cemil Meriç, Jurnal, 18.6.1963)
  • [5] Bkz. Cemil Meriç, Jurnal, 12.10 1963)
  • [6] Bkz. Cemil Meriç, Bu Ülke, Bütün Eserleri-2, ‘‘İmandan Şüpheye, Şüpheden İnkara, İnkardan Maddeciliğe’’ İletişim Yayınları, 61. Baskı, 2020, s. 33 vd.
  • [7] Bkz. Cemil Meriç, Bu Ülke, Bütün Eserleri-2, ‘‘Yunana Kaçış’’ İletişim Yayınları, 61. Baskı, 2020, s. 146 vd.
  • [8] Bkz. Cemil Meriç, Bu Ülke, Bütün Eserleri-2, ‘‘Tefekkür Vuzuhla Başlar, Kurtuluş Şuurla’’ İletişim Yayınları, 61. Baskı, 2020, s. 53 vd.
  • [9] Bkz. Cemil Meriç, bir Facianın Hikayesi, Umran Yayınları, Ankara 1981, s.23)
  • [10] Bkz. Cemil Meriç, Bu Ülke, Bütün Eserleri-2, ‘‘Bir İmparatorluğun Anatomisi’’ İletişim Yayınları, 61. Baskı, 2020, s. 138 vd.
  • [11] Bkz. Cemil Meriç, Işık Doğudan Gelir, Bütün Eserleri-11, ‘’Sunuş’’ İletişim Yayınları, 14.Baskı, 2020, s.14 vd.
  • [12] Bkz. Cemil Meriç, Işık Doğudan Gelir, Bütün Eserleri-11, ‘’Sunuş’’ İletişim Yayınları, 14.Baskı, 2020, s.18 vd.
  • [13] Bkz. Cemil Meriç, Işık Doğudan Gelir, Bütün Eserleri-11, ‘’Doğu Mabetleri’’ İletişim Yayınları, 14.Baskı, 2020, s.188-189-190 vd.
  • [14] Schure, Edouard (1841-1929) Fransız yazar, şair, filozof ve müzikolog. Hayatı ve eserleri için bkz. Kırk Ambar, cilt 2: Lehçe-t ül Hakayık
  • [15] Bkz. Cemil Meriç, Işık Doğudan Gelir, Bütün Eserleri-11, ‘Işık Doğudan Gelir’’ İletişim Yayınları, 14.Baskı, 2020, s.190 vd.
  • [16] Bkz. Cemil Meriç, Ümrandan Uygarlığa, Bütün Eserleri-7, ‘’Avrupa’nın Üstünlüğü’’ İletişim Yayınları, 27.Baskı, 2018, s.57 vd.
  • [17] Bkz. Cemil Meriç, Ümrandan Uygarlığa, Bütün Eserleri-7, ‘’Batı Çıkmazı’’ İletişim Yayınları, 27.Baskı, 2018, s.64 vd.
  • [18] Bkz. Cemil Meriç, Bu Ülke, Bütün Eserleri-2, ‘‘Demokrasi ve İslamiyet’’ İletişim Yayınları, 61. Baskı, 2020, s. 173 vd.
  • [19] Bkz. Cemil Meriç, Bu Ülke, Bütün Eserleri-2, ‘‘Doğu Despotizmi’’ İletişim Yayınları, 61. Baskı, 2020, s. 194 vd.
  • Cemil Meriç, Işık Doğudan Gelir, Bütün Eserleri-2, İletişim Yayınları, 61. Baskı, 2020
  • Cemil Meriç, Ümrandan Uygarlığa, Bütün Eserleri-7, İletişim Yayınları, 27.Baskı, 2018
  • Cemil Meriç, Işık Doğudan Gelir, Bütün Eserleri-11, İletişim Yayınları, 14.Baskı, 2020,
  • Cemil Meriç, Jurnal, Bütün Eserleri-1, İletişim Yayınları, 26.Baskı, 2016,
  • Cemil Meriç, Saint- Simon İlk Sosyolog, İlk Sosyalist, Bütün Eserleri-6, İletişim Yayınları, 20.Baskı, 2017
  • Cemil Meriç, Mağaradakiler, Bütün Eserleri-8, İletişim Yayınları, 28.Baskı, 2017,
  • Cemil Meriç, Sosyoloji Notları, Bütün Eserleri-5, İletişim Yayınları, 18.Baskı, 2016,
  • Cemil Meriç, Bir Dünyanın Eşiğinde, Bütün Eserleri-4, İletişim Yayınları, 20.Baskı, 2018,