Toplumun sırtımıza yüklediği cinsiyet rollerinin etkilerine Woolf’un penceresinden bakmak.


 

Virginia Woolf’un 1928’de yayımlanan Orlando adlı biyografik romanı, romana adını veren hayal ürünü bir yazar/şair olan Orlando’nun 16. yüzyıldan 20. yüzyılın başlarına kadar süren dört asırlık yaşamını ele almaktadır. Ömrünün bir kısmını erkek, bir kısmını kadın olarak geçirdiği sıra dışı öyküsü bir hayli dikkat çekmektedir. Woolf, insanın kutuplaşmış cinsiyet özelliklerine doğuştan sahip olduğu ve bu özelliklerin değişmez ya da biyolojik olduğu görüşünü reddederek kadınlık veya erkeklik özelliklerinin toplum tarafından belirlendiğini ve bireylerin bu kimliklerden birini benimsemeye yönlendirildiğini savunmuştur. Başkahramanı Orlando aracılığıyla toplumsal cinsiyet konusuna dair basmakalıp düşüncelere, cinsiyetleri birbirinden güçlü çizgilerle ayıran fiziksel ve davranışsal özelliklere alternatif olarak androjenlik kavramını sunmuştur. Woolf toplumsal cinsiyet normlarının baskısını bu yapıyla kaldırmayı hedeflemiştir. Androjenlik cinsiyetlere atfedilmiş özelliklerin kesin sınırlarla çizilemediği bir duruma işaret etmektedir.

 

Romanda Orlando elçi olarak gidip yerleştiği İstanbul’da yedi günlük uykudan sonra bir kadın olarak uyanmıştır. Woolf’un androjenlik kavramı açısından yaptığı betimler burada oldukça ilgi çekici ve önemlidir:

 

“Dünya kurulduğundan beri hiçbir insanoğlu ondan daha çekici görünmemişti. Bedeninde bir erkeğin gücüyle bir kadının zarafeti bütünleşmişti.”

 

Androjen görünüşün bu şekilde yüceltilmesi dahası Orlando’nun bu yeni halini hiç yadırgamaması ve onu sakince kabullenip kucaklaması androjenliğin geleneksel cinsiyet kutuplaşmaları karşısında yüceltilmesi fikrine katkıda bulunmuştur. Üstüne üstlük bu dönüşüm Orlando’da hiçbir olumsuz değişikliğe de sebep olmamıştır. Woolf bunu şu şekilde anlatmıştır:

 

“Orlando bir kadın olmuştu bunu yadsımak olanaksız. Ancak başka bir bakımdan eskiden ne ise oydu. Cinsiyet değişimi geleceğini değiştirse de kimliği hiç değişmemişti. Erkek ve kadın Orlando’ların yüzleri portrelerinin de kanıtladığı gibi tümüyle aynıydı.”

 

 Değişim Orlando’ da zihinsel bir aydınlanmaya da yol açmıştır. Tek bedende iki cinsiyetin empati yaparak veya bizzat yaşayarak insanlığın birbirine yüklediği rollerin ne kadar gereksiz ve zorlayıcı olduğunu şöyle ifade etmiştir:

 

“Genç bir erkek olduğu dönemde kadınlardan beklediğini şimdi kendi yapmak zorundaydı. Kadınlar doğuştan itaatkar, iffetli, mis kokulu ve şık değiller. Onlarsız yaşamın zevklerinden hiçbirini tadamayacaklar ve bu güzellikleri ancak bunaltıcı bir disiplinle elde edebilecekler.”

 

 

Toplumsal cinsiyete yönelik kesinlik olgusu roman ilerledikçe ironik bir biçimde bulanıklaşmış ve romanda şu şekilde anlatılmıştır:

 

“Her insanda bir cinsiyetten diğerine bir salınım vardır ve genelde asıl cinsiyet yüzeydekinin tam tersiyken erkek ya da dişi kimliği belirleyen yalnızca giysilerdir. Bizlerin giysileri değil de giysilerin bizleri  giydikleri görüşünü destekleyecek pek çok şey var.”

 

Woolf’a göre androjenlik özgürleştirici ve zenginleştiricidir. Bunu da şöyle ortaya koymuştur:

“Görüldüğü kadarıyla Orlando farklı rolleri oynarken hiç zorlanmamış; çünkü ömürleri boyunca tek giyim tipini seçenlerin akıllarının alamayacağı sıklıkla cinsiyet değiştirmiş üstelik bu hileyle bir taşla iki kuş vurduğundan da kuşku yok hem yaşamdan aldığı zevkler artmış hem de deneyimleri ikiye katlanmış. Pantolonun doğruluğuyla eteğin baştan çıkarıcılığını değiştirerek her iki cinsin sevgisini eşit ölçüde tatmış.”

 

Orlando’nun bütün bu değişimleri yaşarken temelde hep aynı kalmasıyla cinsiyetin belirsiz, değişken ve kurgusal; kişiliğin ise değişmez bir olgu olduğu vurgulanmıştır. Romanda ne anlatıcı ne de Orlando zaman ve cinsiyete dair geleneksel algılarla kısıtlanmıştır. Woolf kutuplaşmış cinsiyet rollerinin insan doğasının özsel bir niteliği olmadığına yönelik güçlü argümanlar öne sürmüştür. Ona göre bizler bu rolleri giysiler gibi üzerimize giyeriz ya da giymeye zorlanırız. Dolayısıyla bunlar bizim değişmez biyolojik parçalarımız değil, daha ziyade üzerimize geçirdiğimiz kalıplardır.

           

Öz olarak insan doğası cinsel olarak kutuplaşmış değil androjen bir yapıya sahiptir. Kadın ve erkek birbirinden fizyolojik anlamda farklı yapıya sahip olmasına rağmen, yaradılışları gereği birbirinin tamamlayıcısıdır.

 

hande gök


 

Kaynakça:

Woolf Virginia, 1994, Orlando: Yaşam Öyküsü, (Çev. Seniha Akar) , İstanbul: Ayrıntı.

Ellis, Havelock, 1933,  The Psychology of Sex, New York: Ray Long & Richard R. Smith.

Akşehir, Mahinur, 2018, Kültür ve Siyasette Feminist Yaklaşımlar, Sayı 14

Atakurt, Zeynep, 2011, Ankara Üniversitesi Dil Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi, Sayı 51