Dünyaca ünlü Rus yazar Dostoyevski Budala isimli eserinde, Prens Mişkin’i anlatıyor. Andre Gide’in deyimiyle Dostoyevski bu romanda peygamberimsi bir karakter yaratmıştır. Aynı zamanda en büyük aşk romanlarından biri olan Budala, dünya edebiyatına Prens Mişkin dışında Nastasya Filipova ve Parfyon Rogojin gibi unutulmaz karakterler kazandırmıştır. Yazımda Dostoyevski’nin bu önemli eserde tarih konusunu nasıl ele aldığını, Tarihle ilgili olayları nasıl anlattığını ve bu anlatılan tarihsel olayların gerçeklerle bağdaşıp, bağdaşmadığını inceleyeceğim.
Dostoyevski okuduğum ilk ve tek kitabından gördüğüm kadarıyla karakterlerine kendi geçmişinden birşeyler eklemeyi tercih eden bir yazar. Konuyu bu açıdan ele alırsak diyebiliriz ki; Dostoyevski her şeyden evvel kendi tarihine yani otobiyografisinden bazı kesitlere bu romanında yer veriyor. Örnek vermek gerekirse, Dostoyevski’nin kendi hayatında yaşadığı idama gidiş, ölümü bekleyiş ve hiç ümidi yokken kurtuluşu Budala’da görebiliyoruz. Bu konudan yola çıkarak, Prens Mişkin’e Rusya’da idamın yasak oluşunu övdürüyor Dostoyevski. Güzel kağıtları, kaliteli kalem takımlarını sevdiğini yine Mişkin üzerinden okuyucuya yansıtıyor. Yazar belli bir takım olaylara da gönderme yapıyor yazıtında, mesela Turgenyev’in tavsiyesiyle okuduğu başyapıt Madam Bovary romanına rastlıyoruz kitabımızın sonlarında doğru.
Şahsi tarihini bir kenara bırakacak olursak, Dostoyevski tarih konusunu ve kitabı yazdığı dönemde ki sosyopolitik ortamı kitabında sık sık kullanıyor. Yarattığı hayali karakterleri ve hayali olayları o dönemin gerçek Rusya’sına oturtuyor. Şüphesiz bazı olaylar ve durumların isteyerek veya istemeyerek yanlış bildirildiği olsa da, Dostoyevski’nin tarihi kullanarak yarattığı dünyaya güçlü bir arkaplan kazandırdığını söyleyebiliriz. Bu arkaplan sayesinde okuyucu, gerçek dünyaya ait bir çok bilgi edinebiliyor. Bu bilgiler arasında yukarıda da belirttiğimiz gibi gerçek ya da gerçekdışı olanlar var, fakat bizzat yanlış yazılanlar dipnotlar vasıtasıyla bildirildiği için, keşfedilecek muhteşem bir arkaplan ortaya çıkıyor okuyucu için. Mesela yaralı Garibaldi’ye yaptığı başarılı ameliyatla 1862 yılında tüm dünyaya ün salan Fransız cerrah Nelat August, hiç Rusya’da bulunmamış olmasına rağmen roman karakterlerinden General Ivolgin’i tedavi etmek için bizzat serbest geçiş izni alıp Sivastopol’de bulunması. Veya 12.yy’da Rusya’da yaşanan bir yamyamlık hadisesinin Osmanlı-Rus savaşlarından birinde yaşanan Kars Kalesi kuşatmasıyla ilişkilendirilmesi. Bütün bunlar okuyucuya dönem Rusya’sının nasıl bir yer olduğunu, tarihi arkaplanıyla birlikte veriyor. Bu durumda ortaya koyuyor ki, Dostoyevski tarih kavramını yazılarına sağlam temeller kurabilmek için kullanmıştır.
Dostoyevski Budala’da tarihle ilgili olayları, karakterlerin konuşmalarında ve tarih olgusunu belirterek anlatıyor. Örneğin bir efsaneden bahsederken bunun bir efsane olduğunu hissettiriyor okuyucuya. Yukarıda bahsedilen yamyamlık hadisesinin karakterler tarafından tamamen kabul görmeyişi, ve yamyamlık hadisesini anlatan Lebedev karakterinin yalancılık ve hayalcilikle suçlanması, anlatılan olayın bir efsane olabileceği ihtimalini güçlendiriyor. Öte yandan, General Ivolgin’in Napolyon’la olan ilişkisindeki anlatım tarzı, Napolyon’un Rusya’yı işgal ettiğini ve bunun bir hayal ya da efsane olmadığını, düpedüz bir gerçek olduğunu gösteriyor. Yazar önce gerçek olanı koyuyor okuyucunun önüne, Napolyon’un Rusya’yı işgali gibi. Ardından General Ivolgin’e çocuk yaşta Napolyon’un yardımcılarından birisi olduğunu anlattırıyor, ve bunun roman içerisinde bir gerçek ya da yalan olduğunu karakterler arasında bir polemik olarak bırakıyor. Bu polemikten yola çıkarak başka tarihsel karakterlere, tarihsel olaylara değiniyor. Napoleon’un yardımcıları, eşi, o dönemin diğer siyasi liderleri ve bütün bunlar arasında geçen, Dos toyevski’nin yarattığı hayali diyaloglar…
Yazımın ilerleyen bölümlerinde, romanda geçen belli başlı tarihi olayların gerçeklerle bağdaşıp, bağdaşmadığını Büyük Larousse ve kitabımızın arkasında yer alan dipnotlar ile karşılaştırarak ele alacağım. Bağdaşanların ne şekilde ve ne amaçla kullanıldığını, gerçekdışı olanların ise neden değiştirildiğini incelemeye çalışacağım.
Kars Kalesi Kuşatması
Romanımızın iki yerinde geçen Kars kuşatması, Dostoyevski tarafından ölüme giden bir yol gibi betimlenmiş. Ardalyon Aleksandroviç s.149’da göğsündeki kurşunların Kars kuşatmasından kalma olduğunu iddia eder. Kırım savaşı sırasında Ruslar’ın kafkas cephesinde Kars kalesini kuşatıp şartlı olarak teslim almaları, ve süren mücadele Dostoyevski tarafından ustalıkla kullanılmış, ve gerçeğe aykırı önemli bir iddiası yok. Tabii ki, Lebedev’in anlattığı yamyamlık hikayelerinin Kars kuşatmasında da yaşandığı iddialarını saymazsak. Ancak bu yamyamlık hikayesinin Kars kalesi kuşatması esnasında yaşanan büyük kıtlıkla ve açlıkla alakasız olması imkansız. Kimbilir belki de gerçekten böyle bir durum yaşanmıştır.
Kırım Savaşı
Dostoyevski s.208’de bir kez daha daha Kırım savaşından bahsediyor. Görebildiğim kadarıyla Kırım savaşı dönem Rusya’sını ve Dostoyevski’yi oldukça etkilemiş, zira romanın önemli bir bölümünde daha karşımıza çıkan bu büyük savaş, bu sefer farklı bir cephesinden farklı bir hikaye sunuyor okuyucuya.
Afanasiy İvanoviç oynadıkları pöti-jö esnasında yaptığı itirafta kendisi gibi asker olan bir başka arkadaşına ettiği ihanetten ve bu ihanet karşısında deliye dönen arkadaşının Kafkasya cephesine tayinini isteyip, Kırım’da Türkler tarafından vurularak öldürülmesinden bahseder. Rusya’nın İngiliz, Fransız ve Osmanlı kuvvetlerine yenik düştüğü bu savaşın yarattığı etki, gösteriyor ki dönem insanlarının belleklerinde önemli bir yer tutuyordu.
IV.Henri ve Papa Greguvar arasındaki anlaşmazlık
Nastasya Filipova Parfyon s.262’de Rogojin’e Romalı papalardan birinin imparatora kızdığını ve imparatorun yalın ayak, başı kabak, sarayın önünde diz çöküp üç gün papa kendisini bağışlayana dek öylece beklediğini anlatır. Rogojin karakterinin Nastasya’ya karşı işlediği bir hata sonucunda dilediği affın kabul edilmesi için yaptığı baskı sonucunda dinlemek zorunda kaldığı bu hikaye bir gerçek. Immanuel Wallerstein’in Hakikat, Özürlüler ve Tazminatlar isimli makalesinin girişinde yer verdiği bu olay, affetme yetkisine sahip olanın suçlu üzerinde ki sonsuz yetkisini vurgulamak maksadıyla yazılmış olabilir.
Saralı Muhammed
Prens ve Rogojin s.279’da prensin kriz anında hissettiklerini tartışırken, Rogojin prensin hallerini İslam peygamberi Muhammed’in hastalığına benzetiyor. Batıda yaygın olan bir kanıya göre, İslam peygamberi Muhammed bir sara hastasıydı. Ve bu hastalık sırasında girdiği krizlerde titrer, bayılır ve sayıklama nöbetleri geçirirdi. Rogojin’in anlattığı hikayeye göre Muhammed yine bir sara krizi esnasınsa Tanrı’nın katına yükselmiş, yükselirken de hemen yanıbaşındaki su dolu testiyi devirmiş. Tanrı’nın katından indiğinde ise devrilten testinin suyunun dökülmediği görülmüş. Rogojin, suyun bile tam anlamıyla boşalamadığı bu an için göğe yükselip Tanrı’yı ziyaret ettiğini söylüyor Muhammed’in.
Amerikan içsavaşı ve Liberaller
Yevgeniy Pavloviç s.351’de Proudhon’un da üzerinde durduğu, güçlünün hakkı sorunu üzerine bir takım yorumlarda bulunur ve ekler. Amerikan içsavaşında da en ilerici liberallerin bile çoğu çiftlik sahiplerinden yana tavır alırken şöyle düşünüyorlardı: “zenci zencidir, beyaz ırkan aşağıdır, dolayısıyla güçlü olan beyazdır gücün hakkı da beyazdadır”. Dipnotlardan öğrendiğim kadarıyla Dostoyevski burada, Yevgeniy Pavloviç’in ağzından kendi siyasi görüşlerini dile getirmiştir. Devrimci Zor’un anarşi ve ahlaksal bozulma olduğunu savunmuştur.
Thomas Malthus(1766–1834)
Lebedev, s.439’da Thomas Malthus’tan bahsediyor. Ve onu insanlığın dostu diye nitelendiriyor. Dipnotlarda görülüyor ki, Thomas Malthus yoksulluğun sebebini insanların kontrolsüz çoğalmalarına bağlıyor ve “nüfustaki fazlalığı emdiği için” savaşların, salgın hastalıkların yararlı olduğunu düşünüyor. Ve bu fikirlerin gerçekleşebilmesi için insanlık dışı yöntemler öneriyordu.
Din Adamlarının Zenginliği
Lebedev s.442’de 12.yy’da din adamlarının halktan tam 60 kat daha büyük refah seviyesinde yaşadığını iddia eder. Roman kurgusuna göre de doğruluğu şüpheli olan bu iddiayla alakalı herhangi bir kaynakla karşılaşamadım. Ancak ortaçağda üretimin kilisenin elinde olduğu gerçeği düşünüldüğünde 60 kat olmasa dahi, din adamlarının halktan daha rahat bir şekilde yaşadığı oldukça tutarlı bir bilgi gibi duruyor.
Holbein’in İsa tablosu
Dostoyevski Budala’ya başladığı yıllarda Basel Müzesi’nde Hans Holbein’in 1522’de yaptığı “Hazreti İsa’nın Cesedi” tablosunu görme fırsatı elde etmiş ve çok etkilenmişti. Tablo İsa’yı gerçek bir ceset gibi, üstelik işkence ve eziyet görmüş bir ceset gibi gösteriyordu. Dostoyevski bu durumdan çok etkilenmişti ve bu resmin Parfyon Rogojin’in evinde yer almasını sağlayarak, Ippolit’in etkileyici itirafının önemli bir parçasını oluşturdu. Ippolit’in itirafları, yaygın İsa anlatısının tam aksineydi. Çarmıha gerilip öldürülmüş olmasına rağmen İsa’nın yüzünün ve vücudunun güzel göründüğü ve güzel koktuğunu duyduğunu anlatıyor Ippolit, ta ki Rogojin’in evinde ki o tabloyu görene kadar.
F.P.Gaaz(1780–1853)
Ippolit iç yakıcı itirafında mahkum dostu bir doktordan bahseder. Onlarca kişiyi göz kırpmadan öldürmüş mahkumların dahi saygıyla andığı bu doktor, dipnotlarda da belirtildiği üzere Dostoyevski’nin Sibirya sürgününde ismini duymuş olduğu F.P.Gaaz’dır. Gerçekten de yaşadığı dönemde Moskova hapishanelerinde büyük ün kazanmış bir doktordur Gaaz.
Yerli Malı Lasener
Yevgeniy Pavloviç s.491’de Prens’le tartışırken prensin kendisini yerli malı Lasener’lerden sakınması gerektiğini söyler. Aşşağılayıcı bir sıfat olarak kullandığı Lasener, 1800–1836 yılları arasında yaşamış ve Paris’te acımasız cinayetleriyle tanınmış ünlü bir katildir. Bu bölümden görebildiğim kadarıyla Lasener ismi dönem Rusya’sında hakaret olarak kullanılan tarihi bir isimdi.
Sevinçli Sabaha Dek Rahat Uyu, Aziz Cenazem
General Ivolgin s.571’de Lebedev’in yalanlarından yakınırken, Lebedev’in bacağını Moskova’da bir mezarlığa gömdürdüğünden ve o mezarlığın taşına, “Sevinçli Sabaha Dek Rahat Uyu, Aziz Cenazem” yazdırdığını iddia ettiğini anlatır. Bu bahsedilen söz aslında tarihçi N.M.Karamzin’in mezar kitabesinde yer almaktadır Dostoyevski bu ünlü tarihçiye atıfta bulunmak istemiştir.
Napolyon
Dostoyevski General Ivolgin karakteri üzerinden Napolyon’un Rusya işgali üzerine güzel şeyler yazmıştır Budala’da. Dostoyevski’nin kurgusuna göre General İvolgin Napolyon’a henüz çocuk yaştayken kamerpaj olmuştur. Napolyon’un sarayında Rus’luğundan ödün vermeden yaşayan bu asil çocuk, zamanla Napolyon’un zayıflayışını, çöküşünü ve çaresizliğini görecektir. Napolyon’un yardımcıları Baron de Bazankur, Davu ve Memlük Rustan gerçek karakterlerdir. Ancak Kremlin sarayının içerisinde geçen kurgu sahneler gerçekten ilginçtir. Örneğin Napolyon çaresizlikten özür dilemeye dahi razıdır. Nihayetinde yardımcısı Davu ona mezhebini değiştirmesini ve Rus köylülerine toprak dağıtarak bu işin içinden sıyrılması gerektiğini söyler. Napolyon bunu kabul edecekken, çocuk yaştaki Ivolgin’in sözleriyle bundan vazgeçer. Ve kaybetmeye doğru yola çıkar. Bu bölümde Dostoyevski gerçek ile rüyayı çok güzel harmanlamıştır. Napolyon’a eşi Jozefin’e mektup yazdırırken, Jozefin’den çoktan ayrılmış olduğunu unutmuştur örneğin…
İki Ölüm: Glebov ve Osterman
Prens ve veremli Ippolit s.600’de sohbet etmekteyken, Ippolit şanlı bir ölüm olduğu gerekçesiyle Stepan Glebov’dan bahseder. Glebov, gerçekte Çar Petro’nun ilk eşi Yevdokya’nın sevgilisidir. Ağır işkencelerden geçirildikten sonra kazığa oturtularak öldürülmüştür. Stepan Glebov’un kazığa oturtulduktan sonra, soğukta kürküne sarınarak on beş saat boyunca can cekişerek büyük bir ruh yüceliği içinde öldüğünden bahseder Prens Mişkin romanda. Öte yandan, Ippolit Glebov ölümüne alternatif olarak Osterman’ı ortaya atmıştır. Osterman gerçeklere bakacak olduğumuzda, Petro döneminin ünlü diplomatlarından biridir. Ancak yaşamının sonunu Beryozov sürgününde tamamlamak zorunda kalmıştır.