Muhafazakarlık kavramının bu topraklar üzerindeki çarpıcı etkilerini irdeleyen, derinlemesine bir çalışma.
Muhafazakârlık Tanımı ve XIX. Yüzyıl Osmanlı İmparatorluğu’ndan 1960 Türkiye’sine Kadar Muhafazakârlık- Giriş
Türkiye’de halkın kullandığı muhafazakârlık tanımıyla batı terminolojisi içerisindeki muhafazakârlık tanımı pek uyuşmamaktadır. Türkiye toplumunun bir kısmı muhafazakârlığı dincilik olarak algılarken bir kısmı da bütünüyle tutuculuk-gericilik olarak tarif etmektedir. Bu makalemde; Tanıl Bora hocanın metaforuyla Türk Sağının üç halini, muhafazakarlık bileşeni içerisinde partiler ve sosyolojik açıdan yansımasını dört bölümde inceleyeceğiz. Bu bölümler şu şekildedir:
- İlk kısımda muhafazakarlığın, Batı terminolojisi içerisinde kısa bir tarihi ve Osmanlı’nın ıslahat çalışmalarından DP’ye kadar Türk siyasetinde muhafazakarlık konusunu inceleyeceğiz.
- İkinci kısımda DP sonrası sağ siyaset içerisinde; 1960 ila 1980 arasında Adalet Partisi, Milli Görüş Hareketi ve Milliyetçi Hareket Partisi açısından muhafazakarlık ve Türkiye siyasetine yansımaları ele alacağız.
- Üçüncü kısımda 1980 ila 2000’li yıllar arasında; ANAP, DYP, RP ve MHP açısından muhafazakarlık ve Türkiye siyasetine yansımaları inceleyeceğiz
- Son kısımdaysa 2000’li yıllardan günümüze; Fazilet Partisi, Saadet Partisi, HAS Parti, AK Parti, Gelecek Partisi ve DEVA Partisi açısından Türkiye’deki muhafazakar siyasetin değişimini ele alacağız.
Gelin isterseniz yazının ilk bölümünün konusu olan, dünya tarihinin sistematik üç büyük ideolojisinden biri kabul edilen muhafazakârlığı terimsel olarak kısa bir incelemesini yapalım.
Muhafazakârlık
Arapça hfz kökünden türeyen muhafazakarlık adından da anlaşılacağı üzere bir şeyi muhafaza etme ve koruma anlamına gelmektedir diyebiliriz. Korunacak şey ister siyaset ister sanat isterse din vb. olsun. Muhafazakarlık hayatımızın her alanında ve her zaman karşılaşabileceğimiz diri bir reaksiyondur.
Genel olarak muhafazakarlık için değişim karşısında geleneği koruma reaksiyonu diyebiliriz. Bunun yanında radikal değişimlere karşı ılımlı ıslahatların geniş bir süreye yayılarak gerçekleştirilmesi, muhafazakarlığı betimleyen temel kriterlerden birkaçıdır. Muhafazakarlık siyasi tarih arenasına çıkışı itibariyle modernizm sürecine karşıdır. Bilakis modernizm insan aklının bir sonucu olması dolayısıyla muhafazakarlık tarafından eksik ve hatalı olduğunu düşünülmektedir. Bunun pek çok nedeni olmakla birlikte ana nedenler arasında gösterebileceğimiz şey insanın teolojik nedenlerden dolayı yanlışa, hataya eğilimli(günahkar) ve kusurlu yaratılmasıdır. “Halbuki nasıl olurda kudretli ve kusursuz tanrının ilahi kanunları, kusurlu ve günahkar insanlar tarafından değiştirilebilir ki?” düşüncesi muhafazakar paradigmayı üç aşağı beş yukarı özetler doğrultudadır.
Fransız Devrimi ve Aydınlanma Dönemi birlikte pek çok şey değişti. Bunlardan biride dinin gündelik hayata etkisinin yerini modern dinlerin yani ideolojilerin alması oldu. Waterloo Muharebesinde,(1815) Napolyon Bonapart’ın yenilmesinin ardından muhafazakarlık; ilk başta değişen konjonktüre ayak uydurabilmek için sistem içerisinde devrim öncesi var olan düzenin eksikliklerini ıslahat yoluyla onarıp, devam edilmesi yönünde bir tutum izledi.
“Muhafazakarlığın sürekli yenilenmesi itibariyle paradoksal bir reaksiyonerlik biçimi oluşunun önemli bir nedeni de, onun tepki verdiği modernleşmenin “bir seferlik” bir süreç olmayıp sürekli değişiyor olmasıdır (Bora, 2018, s. 55).”
Muhafazakarlığı muhafazakarlık yapan şeylerden ilki gelenektir. Bu doğrultuda muhafazakarlık için gelenek: İnsanlığın o ana kadar var olan tecrübesinin yanı sıra ilahi kanunların bütününün toplumsal yansımasıdır denilebilir. Bunu içerisinde Fransız Devrimi öncesi dünyanın nerdeyse tamamında uygulanan monarşi ve dinin devlet üzerinde belirleyici etken olması gibi örnekler sıralandırılabilinir. İkincisiyse, insanının kusurlu olmasıdır. Kusurlu insanın yapıtı doğal olarak kusurlu ve hatalı bir şey olacak düşüncesidir. Muhafazakarlar dünya gibi karmaşık bir yapının insan gibi kusurlu bir varlık tarafından anlaşılamayacağını ve bu anlaşılamamış düzen için tanrının bize gönderdiği ilahi yasalara alternatif ürünlerin kaosa götüreceğini düşünmekteydi. Muhafazakarlar devletin doğal bir organizma olduğunu ve tanrının bu doğal organizmanın tıpkı dünya ve evren gibi mimarı olduğunu düşünmektedirler. Muhafazakarlığın sistematiği içerisinde toplum zaten ilahi bir otoritenin doğrultusunda hiyerarşi içerisindedir. Bu hiyerarşi bozulması durumunda sorunlar sorunları tetikleyecek ve insanlık kendi oluşturduğu modernizmin olumsuz yansımalarıyla uğraşacaktır.
Muhafazakarlık, Fransız Devrimi sonucu eski sisteme dönmeyi temel amaç olarak edinmiş bir reaksiyon olarak çıkmışsa da dönem ilerledikçe yeni sistemlerle bütünleşip kendisi içerisinde bir evrim geçirdiğini söylemekte yanılmış olmayacağız. Bilakis günümüz Avrupa’daki muhafazakar partilerinin amacı; cumhuriyet ve demokrasiyi alaşağı edip eski rejimleri yeniden inşa etmek olmadığı gibi aksine muhafazakarlığın ilk çıkış zamanları savunulan paternalist yani devletin atılımını meşru gören ve destekleyen anlayışı terk edip, özellikle 2. Dünya Savaşı sonrası refah devleti anlayışına karşı çıkarak neoliberal bir ekonomik modeli savunmaktır. Neoliberal modelin savunulması öncesinde muhafazakarlık; 19. yüzyıldan sonra paternalist, devletçi modeli savunan Avrupa muhafazakarlığı ve değişime mutlak anlamda karşı çıkmayıp, sosyal değişimlerin evrimci bir şekilde olması gerektiğini düşünen ılımlı bir Britanya muhafazakarlığı şeklinde ikiye ayrılmaktaydı. Muhafazakarlık için her şeyi bütünüyle reddeden ve sadece belli bir dönemle odaklanıp, o dönemin geleneklerini koruyan fikir akımı demek yanlış olacaktır. Çünkü bu muhafazakarlığın değil gericiliğin karşılığıdır. Aksine muhafazakarlık süreç içerisinde başarılı bir şekilde kendisini ispatlamış pratikleri reddetmediği gibi onları kendi sistematiği içerisinde eritip, ilerisi için koruma amacı edinebilir diyebiliriz.
Muhafazakar düşüncenin genel bir portresini çizerken son olarak muhafazakarlık ve din konusuna kısaca değinmek istiyorum. Muhafazakarlık=din, dincilik, dini yönetim demek değildir. Fakat muhafazakarlık, dini değerleri dışarıda tutan bir fikir akımı da değildir. Muhafazakar anlayış; dini, geleneğin ayrılmaz bir parçası olarak görür. İnsanlık tarihinin bizlere öğrettiği sonuçlardan biri, dinlerin toplumlar arasında iyi bir yönetme aracı olduğu gerçeğidir. Temel olarak muhafazakarlık, Fransız Devrimi ve Aydınlanma Dönemi ile birlikte giderek etkisini artıran pozitivizme, rasyonalizme ve dini değerlerin devlet yönetiminden çıkartılması görüşüne geleneğe verdiği önem doğrultusunda karşı çıkmaktadır. Bu doğrulta da muhafazakarlık insanın aklına yani rasyonalizme güvenmediği gibi insanın aklı sonucu ortaya çıkacak düzenin ilahi düzen karşısında çarpışacağı ve ilahi gelenekler doğrultusunda dinin ve toplumun bu durumdan çok kötü etkileneceğini vurgulamaktadır.
Osmanlı’dan Türkiye’de Muhafazakarlık ve Türk Muhafazakarlığının Siyasete Yansımaları
19. yüzyıl başları Osmanlı için modernleşme gereğinin en sert hissedildiği dönemdir desek yanılmış olmayacağız. Bilhassa 3. Selim döneminde ıslahatlarının kendi siyasi ömrüyle birlikte başarısız olması ve ardından 2. Mahmut’un ulema ve orduya rağmen ıslahatları kısmen kanlı bir şekilde hayata geçirerek yeni bir dönemi başlatması döneme ışık tutan noktalardır. Bu dönem için “batının ilmini, tekniğini alalım ama kültürünü almayalım” tarzında görüşler hem toplum hem de bürokrasi için geçerliydi. 2.Mahmut dönemi ıslahatları ve ardından Tanzimat, Islahat Fermanıyla birlikte Osmanlı geri kalmışlığın verdiği hissiyatla batı ülkelerinin gelişimini yakalayabilmek için atılımlarda bulunmuştur. Bu adımlar devlet eliyle devleti yani ordu ve bürokrasiyi ıslah edebilmek için atılmış adımlardı. (Konuya ek olarak, Türk modernleşme tarihine baktığımız zaman modernleşme hamleleri hep tepeden devlet eliyle yapıldığı için tam anlamıyla istenilen hedeflere erişilememiştir. Bunu sosyal anlamda arz-talep meselesi üzerinden yorumlayabiliriz. Bilakis Türk toplumu eksiklikleri görse veya görmese dahi böyle bir talepte bulunmamıştır. Ve talepte bulunmayan bir topluma siz tabiri caizse hastalığın ilacını verseniz de o hasta o ilacı içmemekte ısrar edecektir. Türk toplumu 18. yüzyıl sonlarından itibaren hasta ve yorgun bir toplumdu. Ki bu hastalık 20. yüzyıl başlarına gelindiğinde bütünüyle hissedilir bir hal almıştı.) Islahatların getirdiği toplumsal sorunlar Osmanlı’daki muhafazakar reaksiyonu ortaya çıkartmıştır diyebiliriz. Muhafazakarlık gerek Osmanlı’da 31 Mart Ayaklanması gerekse Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarında yaşanan Şeyh Sait İsyanı ve diğer gerici ayaklanmalar etiketlenerek 1950’lere kadar tam manasıyla siyasal hayatta etkisini gösterememiş, (TKCF ve SCF haricinde) pasif bir siyasal akım olarak kalmıştır.
Cumhuriyeti ilan eden akıl ve onun kadrosu daha çok aydın despotizmine yakın bir görüştü. Bu konuda bir şeye değinmek istiyorum. Burada önemli olan soru bence geleceği tayin konusunda “bilinçli bir azınlığın mı, yoksa bilinçsiz bir çoğunluğun mu karar vermesi?” olacaktır. Yani bahsetmek istediğim şey şu, cumhuriyeti kuran akıl ve onun kadrosu asla bir diktatörya arzusuyla bu modernleşme hamlesini yapmadı. Aksine Cumhuriyet Devrimleri sonucu modernleşme tamamlanmış ve Türk toplumu artık demokratik sistem içerisinde doğru kararı verebilecek bir bilince erişmiş olacaktı. Fakat şunu da söylemekte fayda var ki bu devrimlerin ne zaman bittiği, nasıl ve ne şekilde anlaşılacağı da ayrı bir tartışma konusu. Sonuç olarak; nasıl ki her tohum her yerde aynı şekilde filizlenmez ve hasat vermezse, modernleşme ve demokrasi gibi kavramlarda bazı coğrafyalarda karşılık veremiyor.
Cumhuriyetin ilanıyla birlikte süreç artık yumuşak ıslahatlardan, sert devrimlere doğru ilerlemekteydi. Ve Cumhuriyet Devrimleri devlet eliyle milleti dönüştürmek (çağdaşlaştırmak) için yapılmaktaydı. Cumhuriyet Devrimleriyle birlikte ciddi anlamda ilerleme ve siyasi, ekonomik ve kültürel atılımlar yaşansa da bir yandan da toplumun belli kesimleri arasında geleneklerden bütünüyle kopuş yaşanmaktaydı. Cumhuriyet Devrimleri, devrimlerin var olabilmesi ve modernizmi daimi hale getirmek için kendi üst sınıfını oluşturmuştu. Bu Türk muhafazakarlığı için vesayet sistemi ve vesayet odağı olarak adlandırılacak tabakaydı.
Osmanlı’nın son dönemlerinden Cumhuriyet’in ilk yıllarında yaşanan gerici isyanların muhafazakarlıkla eşleştirilme serüveni 1950’de Demokrat Partiyle kısmen son bulmuş ve 1950 sonrası muhafazakarlık içinde tutuğu diğer siyasal akımlarla birlikte Türk sağı için kalkınmanın ve geleneğin sembolü haline gelmiştir.
Demokrat Parti ve Muhafazakarlık
2.Dünya Savaşının sona ermesiyle dünyada demokratik rejimler karşısındaki faşist totaliter rejimler gitmiş ve yerine sosyalist totaliter rejimler gelmişti. Daha sonradan Avrupa’da demir perde olarak adlandırılacak ideolojik sınırın öte kısmındaki hür dünya ülkelerinde ikinci bir demokrasi baharı yaşanırken Türkiye içinde bir şeyler değiştirmek için arayışa geçme vaktinin geldiği çok açıktı.
Bu arayışlar dönemin tek partisi olan CHP içerisinde dört kişinin(Dörtlü Takrir) oluşturduğu muhalif hareket içerisinden çıkacak ve Türk demokrasi tarihinin çok partili dönemi oluşmaya başlayacaktı. 7 Ocak 1946 yılında Celal Bayar’ın önderliğinde ve Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün onayıyla Demokrat Parti kuruldu. Cumhuriyet Devrimlerinin ilk kademede toplumsal sonuçları bakımından iki sınıf oluşturmuştu. Bunların ilki devrimin aydın kuşağı olarak adlandırılacak CHP tabanı ve modernleşme hareketini daha da ileriye taşımak isteyen devlet içerisindeki bürokrasi ve ordudaki subay kadrosu olacaktı. İkincisiyse, adeta Cumhuriyet Devrimlerine karşı çok fazla fikir içeren bir yelpaze gibiydi. Bu yelpazenin içerisinde; devrimlerin olması gerektiğini konusunda itirazı olmayan fakat bunun yanlış metotlar ve yanlış zaman dilimleri aralığında olduğunu savunanlar, modernleşmenin kısmen doğru olduğunu fakat bu modernleşmenin sadece teknik yönünün alınması gerektiğini savunanlar, modernleşme hareketine tamamen negatif bakanlar ve bunun din, milli ve geleneksel değerli bütünüyle yok edeceğini savunanlar oluşturmaktaydı. Ki bu yelpazenin bütünü Türk sağını oluşturmakla birlikte zamanla yelpazenin kademeleri giderek artacak ve Türk sağı kendi içerisinde rekabet edeceği bir dönemi yaşayacaktı.
Cumhuriyetin erken tarihi içerisinde yaşanan çok partili hayata geçiş girişimleri devleti yönetenler için halkın demokratik bilince ve modernleşmeye hazır olup, olmadığı konusunda önemli tecrübe kazandırmıştı. Gerek Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası gerekse Serbest Cumhuriyet Fırkası bunun en tipik örnekleri sayılabilir. DP’yi kuran Celal Bayar, Atatürk’ün son döneminde başbakanlık yaptığı ve bir dönem devletin yönetiminde etkin rol oynadığı için hatalı bir hamle yapmaları dâhilinde partilerinin hangi olaylarla karşılaşacağını iyi biliyordu. Gerçektende DP bazı örnekler ve 1957 seçimleri sonrası dönemi saymazsak, Cumhuriyet Devrimlerine karşı çok büyük bir muhafazakar refleks göstermemiştir. Bu refleksi ilerleyen süreçte merkez sağın ayrı bir uç kanadı olan ve yazının ikinci kısmında işleyeceğimiz Milli Görüş hareketinde rastlayacağız.
1946 seçimleri metot ve zamanla usulüyle Cumhuriyet tarihinin en tartışmalı ve şaibeli seçimleri olarak hafızalarda yer bulmaya devam edecektir. 1950’de yapılan seçimler 46’ya göre daha demokratik geçmiş ve seçimlerde DP %53,3 civarında oy alarak meclisin yaklaşık %85’ini oluşturacak 416 sandalye kazanmıştır. Aynı seçimlerde CHP %39,6 civarında oy alarak 69 sandalyeyle ana muhalefet konumuna düşmüştür. Seçimlerdeki oy oranları ile çıkarılan milletvekili sayısının anormalliğiyse dönemin dar bölge seçim sisteminden kaynaklanmaktaydı. Yani bir seçim bölgesinde en yüksek oyu alan seçim bölgesinin çıkaracağı tüm vekilleri almış sayılmaktaydı.
1950 seçimleri aydın azınlığın kaybedip, halkın muhafazakar refleksinin kazandığı ilk seçim olarak Türk demokrasi tarihinde yeni bir dönemi başlatacaktır. DP günümüz sağ partilerinden epey farklıydı. İçerisinde her ne kadar merkez sağın diğer bileşenleri olan muhafazakarlar, milliyetçiler, İslamcılar ve liberaller olsa da genel olarak DP muhafazakar gelenekselcilikle, serbest piyasa ekonomisini tek potada eritip bu görüşü diğer bileşenleri de dışlamayacak şekilde adeta büyük şemsiye partisi olacaktı. Daha detaylı bir şekilde okuma yapmak isteyenler DP’nin tüzük ve programına TBMM’nin Açık Erişim Kütüphanesinde bulunan kaynaklardan ulaşarak yararlanabilir. (https://acikerisim.tbmm.gov.tr/xmlui/handle/11543/917)
1950 ile 1960 yılları arasında Türkiye gerek ekonomik gerekse dış politika anlamında ciddi bir eksen değişikliği yaşadı. Aynı zamanda Türkiye kendi içerisinde de bir değişim yaşamaktaydı. DP’nin ekonomide ve sosyal hayatta yaptığı atılımlar 1954 seçimlerinde epey yansımış ve DP %57’yle halen Türk siyasi tarihinin yüzde bakımından en yüksek oy oranını almış ve iktidarını bir dönem daha güçlendirerek devam ettirmiştir (https://secim-sonuclari.com/1954). Batı’da siyasal partilerin en önemli vasfı arkalarına sosyal sınıflar içerisindeki kitleleri almasıdır. Avrupa’daki Sosyal Demokrat Partilerin arkasında işçi sınıfı ve sendikalar olması bunun en tipik örneğidir. Türkiye’deki merkez sağın kitlesini genel olarak kasabalı orta-alt sınıf vatandaşlar ve cemaatler olmuştur. Bu da Türkiye’de vatandaşların büyük oranda tercihlerini ekonomik sınıfsal durumu yerine kültürel ve yaşam tarzı bakımından kullanması çıkarımını yapmamıza neden olmaktadır. Yazımın konusu Türkiye’deki muhafazakarlık ve bunun Türk siyasi partileri açısından yansıması olduğu için Demokrat Parti döneminde yaşanan olaylara girmeyeceğim. 1954-57 yılları arasında yaşanan olumsuz gelişmeler DP’nin oy oranlarına da yansımış fakat seçim sistemi dolayısıyla DP küçük bir farkla iktidarına devam etmiştir (https://secim-sonuclari.com/1957). 1957 seçimleri DP’nin merkez sağ açısından çatı parti olma özelliğini kısmen yitirmekte olduğunu gösteren bir seçimdir. Bilakis milliyetçi bir siyasal hareket olan ve Türkiye’nin milliyetçi hareketinin siyasal yansımalarından biri olan Cumhuriyetçi Millet Partisi %7 oy alarak, kendisi çok büyük bir kazanım elde etmese de DP’ye kaybettirmiştir.
Türkiye’de muhafazakarlığın üç alt kolu olduğunu söyleyebiliriz. Bunlar sırasıyla; İslamcı muhafazakarlar, milliyetçi muhafazakarlar ve liberal muhafazakarlar şeklindedir. Tabii Türk sağı açısından muhafazakarlıksa genel olarak kültürel geleneklerin muhafazası, dini ve milli değerlerin korunması ve ekonomik olarak serbest piyasayı savunması diyebiliriz. Bu üç siyasal akımı Türk siyasetinde bir çatı altında toplayan partiler; 1950-1960 arası Demokrat Parti (DP), 1965-1971 arası Süleyman Demirel’in genel başkanlığını yaptığı Adalet Partisi, 1983-1987 arası Turgut Özal’ın genel başkanlığını yaptığı Anavatan Partisi (ANAP) ve 2002’den günümüze Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) olmuştur.
27 Mayıs 1960 Darbesiyle, DP ve Başbakan Adnan Menderes iktidardan indirildi. DP sonrası Türk sağı kendi içinden iki radikal siyasal akımı doğurmuş oldu. Bunların ilki 1957 seçimlerinde kısmen güçlenmiş Cumhuriyetçi Millet Partisi ve devamında CMP’nin ismen ve fikren dönüşeceği parti olan Milliyetçi Hareket Partisi çatısında Türk milliyetçiliğidir. İkincisiyse bilhassa Cumhuriyet Devrimleri ve modernleşmeye radikal bir şekilde karşı çıkan, 19. yüzyıldaki Ümmetçilik/İslamcılık fikir akımının yakın Türkiye siyasal tarihine yansıması olan Milli Görüş Hareketidir.
Sezai Berat Ünal
Kapak Görseli: Sebastien Thibault
Kaynakça ve İleri Okuma:
- BORA, Tanıl,(2018). Türk Sağının Üç Hali: Milliyetçilik, Muhafazakarlık ve İslamcılık, İstanbul: İletişim Yayınları.
- BORA, Tanıl,(2018). Cereyanlar: Türkiye’de Siyasi İdeolojiler, İstanbul: İletişim Yayınları.
- BULUT, S. (2009, Mayıs). 27 Mayıs 1960’tan Günümüze Paylaşılamayan Demokrat Parti Mirası. SDÜ Fen Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi , s. 84.
- Dural, A. B. (2004). MUHAFAZAKÂRLIĞIN TARİHSEL GELİŞİMİ VE MUHAFAZAKÂR SÖYLEM. Muhafazakâr Düşünce Dergisi, 1(1), 121-133.
- Duman, F. (2004). EDMUND BURKE MUHAFAZAKÂRLIK, AYDINLANMA VE SİYASET. Muhafazakâr Düşünce Dergisi, 1(1), 31-53.
- EKOTÜRK, Dünyada ve Türkiye’de Muhafazakarlık | Yalın Alpay, Banu Dalaman, Emre Alkin, Youtube, 11 Temmuz 2019. https://www.youtube.com/watch?v=MMby5k04NCE
- Fırat Mollaer, Siyasal İdeolojiler (I): Muhafazakarlık | 1. Bölüm, Youtube, 25 Mart 2020 . https://www.youtube.com/watch?v=gdibDi77u1U
- Fırat Mollaer, Siyasal İdeolojiler (I): Muhafazakarlık | 2. Bölüm, Youtube, 26 Mart 2020 . https://www.youtube.com/watch?v=C_yNKZz7F-4
- Fırat Mollaer, Siyasal İdeolojiler (I): Muhafazakarlık I 3. Bölüm (Okuma Önerileri-Sorular-Ek Değerlendirmeler) , Youtube, 1 Nisan 2020. https://www.youtube.com/watch?v=sKX2B3sJqwo&t=361s
- KARAGÜZEL, Ö. F. (2014). Modernleşme, Modernlik ve Ulusçuluk Bağlamında Türkiye’de Muhafazakârlık. 2.
- KİRK, R. (tarih yok). Muhafazakarlığın 10 Prensibi. Muhafazakar Düşünce Dergisi: http://www.muhafazakar.com/blog/muhafazakarligin-10-prensibi_8499a3 adresinden alınmıştır
- SEZİK, M. (2012). Muhafazakâr Siyaset İdeolojisi ve Türkiye’de Muhafazakârlık. Bildiriler Kitabı, 113.
- TRT 2, İhmal Edilebilir Nasihatler | Sağ-Muhafazakarlık | 47. Bölüm, Youtube, 4 Mart 2020. https://www.youtube.com/watch?v=P1Xjx3_K5sE
- 32.Gün Arşivi, Demirkırat Belgeseli, Youtube, 20 Nisan 2017. https://www.youtube.com/watch?v=sBPfjeWbp9Q&list=PL19EshdPt3R80rux_vc-tC_8QjvI4JyCM
- https://acikerisim.tbmm.gov.tr/xmlui/handle/11543/917 (Erişim: 28.04.2020)
- https://secim-sonuclari.com/1954 (Erişim: 01.05.2020)
- https://secim-sonuclari.com/1957 (Erişim: 01.05.2020)
- https://global.tbmm.gov.tr/docs/secim_sonuclari/secim3_tr.pdf (Erişim: 1.07.2020)
Muhafazakarlık ile ”modernite” denen saçmalığın gitgellerinin Türkiye siyasetine yansımaları hakkında geniş kapsamlı ve güzel bir çalışma olmuş. Makale, konuya dair kapsayıcılığı nedeniyle bilgi dolu ve aynı zamanda da yazarın becerisi dolayısıyla kolay bir okuma sağlıyor. Yazarımızın emeğine sağlık. Yazının ikinci bölümünde Amerika merkezli ”Yeşil Kuşak” projesinin yansımaları dikkate alınır umarım. İkinci yazıyı büyük bir heyecanla bekliyorum.
Ayrıca modernite ve muhafazaya dair bir kısa yorulamam olacak. Modernizmin karşısında durmak muhafazakar olmak ise herkes muhafazakar olmalı diye düşünmekteyim. Her ne kadar bu çağda modernite sözde ”akılcılık” ile bağdaştırılsa da akıl yoluyla insanın kendisinden uzaklaşması/bağlarından kopması anlamı taşıdığını düşünmekteyim. ”Akıl” kelimesi Arapça’da “Ukl” kökünden gelir ve semantik olarak “bağlamak” anlamındadır. İlkin deveyi bağlamak veya “deve kösteği” olarak kullanılan bu kelime bilâhere duyguları, düşünceleri, kavramları ve olayları birbirine bağlayan ruhi melekeye verilen bir isim olmuştur. Ancak modern(!) çağda modernite insanın kendisiyle bağlarını koparması, varlık tasavvuru bağlamında bir yere ait değil her şeye sahip olma isteğinin yansımalarını taşımaktadır. Yani içeriye değil dışarıya kayarak kendinden uzaklaşmasına sebebiyet vermektedir. Oysa ki biz ”Bir ben var benden içeri” cümlesinin evlatlarıyız.
Tüm bunlar düşünüldüğünde modernitenin dizaynının zaten bizim toplumumuzda şekiller, tavırlar üzerinden yürütülmeye çalışıldığı her daim aşikar olmuştur. Yani modernite bizim için ”olmak” değil ”görünmek” olmuştur. Bu davranış biçiminin altına ise Kant’ın ”Görünen bilinir.” felsefesi yatmaktadır. Oysa görünen hakikat değildir. Yani gösterişin/göstermeliğin karşısında duran muhafazakarlığın ise geriye dönüş değil ”öze” dönüş olarak da tanımlanabileceğini belirtmek isterim.
Son değineceğim husus ise muhafazakarlığın her zaman için içinde dini bulundurup bulundurmadığı hususuna yönelik olacak. Bizim toplumumuzdaki muhafazakarlığın aslında din temelli değil başkasına benzememe temelli olduğu inancındayım. Prof. Dr. İbrahım Kalın’ın deyimiyle: ”Bizdeki modernleşme süreci, derin bir yabancılaşma tarihidir.” Başkasına ait kavramlarla ve dünya görüşüyle kendimizi tanımlamamız halinde ”biz buyuz”dan ziyade ”onlara göre biz buymuşuz” konumuna geçmiş oluruz. Ancak zaten biz toplum olarak son 200 senedir birilerine göre bir şeyiz, kendimize göre değil.
Şimdilik yazıya ve kendi dünyama dair yazacaklarım bu kadar. Devamı Sezai Berat Ünal Bey’in aynı başlıklı ikinci yazısının hemen altında olacak 🙂