Sene 1920. Anadolu toprakları işgal altında. İşgale karşı Kuvay-ı Milliye birlikleri, Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları apansız bir mücadele veriyor. 16 Mart tarihinde İstanbul işgal ediliyor. İngiliz sempatizanı Damat Ferit Paşa tarafından İstanbul Hükümeti tekrar kuruluyor. Hemen ardından da Anadolu direnişine karşı bir kuvvet oluşturuluyor. Kuvay-ı İnzibatiye. Diğer adıyla “Halifelik Ordusu”.

 

 

Kuvay-ı İnzibatiye, devletin yarı-resmi ordularından biri aslında. Sivas Kongresinin ardından güçlenen Anadolu ve Rumeli Müdafaa-ı Hukuk cemiyetlerinin Anadolu’da yarattığı direniş gücünü kırmak, İstanbul’u ve Sakarya, Hendek ve Düzce’yi Kuvay-ı Milliyecilerden korumak ve nihayetinde halkın önüne Kuvvacılara karşı bir alternatif koyabilmek amacıyla 18 Nisan 1920 tarihinde resmi olarak kuruluyor. 4000 kişiden oluşuyor ve başına Süleyman Şefik Paşa atanıyor. Daha sonra Süleyman Şefik Paşa(belki de olacakları tahmin ederek) birliğin başından ayrılıp, yerini Ahmet Anzavur’a bırakıyor. Anzavur, Kuvay-ı Milliye’ye karşı önce bir kaç basit askeri başarı elde etse de daha sonra Ali Fuad Paşa komutasında bulunan 20.Kolordu birlikleri karşısında başarısızlığa uğruyor ve daha sonra Kuvay-ı İnzibatiye birlikleri İstanbul hükümeti tarafından önce İstanbul’a naklediliyor sonra da lağvediliyor.

 

Kuvay-ı İnzibatiye Askerleri

 

Bu askeri güç; İnkılap tarihi derslerimizde bir isyan olarak anlatılıyor. Bu teorik olarak doğru. Bu daha sonra Türkiye Cumhuriyeti’ne dönüşecek olan bir harekete karşı kurulmuş; ve arkasında İngiliz desteği de olan bir isyan. Lakin bu isyan, öyle başıbozuk bir ekibin, bir aşiret ağasının veya bir dini liderin çıkardığı bir isyan falan da değil!  Düpedüz, komutanı olan, yarı-resmi bir unvanı olan bir askeri birlik. Yine altını çizelim, İngiliz destekli! Fakat bu İngiliz desteği de, doğrudan doğruya bu birliğin komutanı veya askerleri tarafından sağlanmış bir destek değil. Bu destek, dönemin resmi hükümeti yani Osmanlı Devleti tarafından sağlanmış bir destek. Ordunun amacı, padişahı korumak, yani resmi hükümeti korumak.

 

Bu durumda Kuvay-I İnzibatiye hareketini diğer Milli Mücadele dönemi isyanlarından ayıran bir dizi soru ortaya çıkıyor.

 

Bu sorulardan ilki dönemin resmi devleti olan Osmanlı’nın kurduğu bir birliğin neden isyan sayıldığıyla ilgili. Osmanlı İmparatorluğu’na göre de Kuvay-ı Milliye bir isyan. İki tarafta Türk ve Müslüman. İki tarafta düzenli veya düzensiz askeri birlikler şeklinde disipline edilmiş. İki tarafta kendi algısına göre vatan kurtarmakla meşgul(Tıpkı Rusya’da yaşanan Beyaz Ordu-Kızıl Ordu mücadelesi gibi). Ancak resmi bir bakış açısıyla dönemin vatandaşına bir empati yapsak; iki tarafında hainliği savaşı kimin kazanacağına göre neticelenecek olan izafi bir hainlik. Bu durumda amacı devleti bölmek, parçalamak olmayan; amacı kendi ideallerince vatanı kurtarmak olan iki gücün çarpışmasında, kaybeden taraf neden hainlikle suçlanıyor? Aksi durumda Kuvay-ı Milliye güçlerine mi hain diyecektik? Padişahın buyruğuna ve Şeyhülislamın fetvasına uymadıkları için: İsyancı Kuvay-ı Milliyeciler! Halifelik ve saltanat düşmanları mı diyecektik?

 

 

Dr. Yunus Kobal’a göre ortada 3 esir subay ve 40 kadar esir asker var. Bu askerler de tıpkı Kuvay-ı Milliye askerleri gibi Türk ve müslümanlar. Hataları ise; bilinçlilerse kurtuluşu İngiliz desteğinin olduğu bir hükümette aramak, bilinçli değillerse klasik bir vatanı savunma mücadelesine girişmek. Vatanı savunmak diyorum; zira sadece 7 gün önce 11 Nisan 1920 tarihinde Mustafa Kemal ve arkadaşlarının vatan haini olduğuna ve idam edilmesi gerektiğine dair resmi hükümet tarafından onaylanmış bir fetva var!

 

Bu arada her ne kadar Osmanlı Devleti’ni İngiliz desteğiyle suçluyor olsak da, Anadolu direnişinin de özellikle silah ve cephane konusunda Sovyet desteği aldığını unutmamak gerek.

 

Nihayetinde kim hangi olayı “vatan hainliği veya isyan” olarak anlatırsa anlatsın; Tarih anlatımında ithaf edilen “vatan hainliği” ve “isyan” algısının olayın yaşandığı andan ziyade sonuçlarına göre şekillenen bir durum olduğunu asla göz önünden kaçırmamak gerekli. Zira yapılan eylemin hainlik mi, isyan mı yoksa hayırlı bir iş mi olduğunun anlaşılması için bazen yüz yıl bile yetmeyebiliyor! Dileriz iki tarafın da ölenlerinin amelleri, niyetlerine göre olsun! Sürç-ü Lisan edip, kafanızı karıştırdıysak affola!