Anı yaşamaya çok önem veren birisiniz. Sizce an nasıl yaşanır?


 

Ben anı yaşamayı bilmiyordum, tabi her insan bilir de ben bu konuda beceriksizlerdendim. Bunu öğrenmek zorunda kaldım. Gerçekten öyle. Bir şeyden bahsedeceğim, bir şey yapmanın zorluğunun avantajından bahsedeceğim. Bu pek konuşmadığımız bir konudur. Zazende, -zazen oturarak zen yapılan, meditasyon yapılan bir tekniktir- böyle oturursun, boş, düşünmemeye çalışırsın, yani düşünmemen gerekir. Hiçbir şey düşünmemek ne demek yani? Zazen yaparsın. Ben çok küçük yaşta, on yedi, on sekiz yaşımda işte zazen çalışıyordum, meditasyon yapmayı öğreniyordum ve yapamıyordum bir türlü. Oturamıyordum. Böyle bayağı bacağım ağrıyor, kıçım ağrıyor, nefesim bir şey oluyor, kafama bir şey geliyor, aklıma sürekli fikirler geliyor vs. yapamıyorum, delireceğim yani böyle. Sürekli böyle yirmi beş dakika boyunca oturuyorum, kafama sürekli fikirler geliyor. Devam ettim bununla mücadele etmeye. Çok sonra bazı metinlerde, bazı ustaların şeylerinde görmeye başladım. Meditasyon yapamamanın, aslında büyük bir avantaj olduğunu, yani meditasyon yapmak derken kolay yapamamanın, kolay oturamamanın, kolay boşluğa ulaşamamanın… Çünkü o zaman bir yolculuk olmaya başlıyor, o zaman ilerleme olmaya başlıyor. Yani sen alıp onu zorla yapıyorsun aslında. Mesela şey gibi, disleksi birinin yazar olması gibi, dille ilgilenmesi gibi. Daha dün vardı yani, daha dün bir uzmanla karşılaştım işte, çocuklara okumayı, yazmayı öğreten şeyler yapıyor. İnanılmaz, kendisi oturmuş böyle, İstanbul’da yazılımlar geliştirmiş. İşte kendisi bir yazılımcı tutmuş, onunla yıllarca uğraşmış. Bir yazılımcı ile çözememiş ikinciye geçmiş, üçüncüye geçmiş… Kendi fikirlerini ve bilinen metotları yazılımlara koyup çocuklarla çalışmaya başlamış ve dedi ki ben disleksi biriyim. Ben böyle bir anda tekrar şey yaptım, çok heyecanlandım. Çünkü ben bunu çok gördüm. Çok iyi ressamlar gördüm. Spastik diye öğretmenleri tarafından tanımlanmış ressamlar gördüm. Yani lisedeyken, düz bir lisedeyken, bütün dersleri iyiyken resim dersindeki hoca sen resim yapamazsın, dediği ve gidip işte Slovenya’da yılın sanatçısı seçilen biri, ANNAÇİKOVA adı mesela, inanılmaz bir ressam biliyordum yakından, o da öyle. Şimdi burada şu var, bir yapmanın zorluğunun getirdiği bir avantaj var. Çünkü onu sen zorla öğreniyorsun, mesela görmüyorsun, gözün bozuk ve resim çizmek istiyorsun. Senin yolun özel bir yol olmaya başlıyor. Çok zor ama sen resim çizmeye başladığında çok kararlı, bir sürü mücadele geçirmiş biri oluyorsun. Benim için anı yaşamak böyleydi.

 

Ben anda duramayan, nerede olduğumuzun farkında, sürekli kontrol, işte neler dönüyor farkında biriydim. An tarafım vardı, yok değildi o da vardı ama azdı. Yavaş yavaş okuduklarımla, yaptığım denemelerle bunu öğrendim. Bu bir yol. Biz hep hayatta bir şey olacağız zannediyoruz. Hayat, olmak istediğin hedefler için giderken, gittiğin yollardan ibaret, olduğun şeylerden değil. Bu deminki unvanla ilgili olan konuşmamıza da geliyor. Burada bir şey olacağım, sonra da bir şey olacağım, sonra da bir şey olacağım. Sürekli bir şey oluyorsun. Olmak ne kadar sürüyor ki? Dört yıl boyunca üniversiteden mezun olmaya çalışıyorsun. Üniversiteden mezun oldum, diye gezen birini görmüyorum ama ben. İki ay gezebiliyor yani. Hissi muhtemelen üç gün sürüyor. Hadi bir hafta sürüyor. Şimdi ne yapacağım, şimdi ne olacağım, diyor. Dolayısıyla yolda geçiyor, yol. Bunu anlamak gerekiyor. An da böyle bir şey. An yol demek aslında. Yapma an demek. Dolayısıyla şunu anlamamız lazım; olmamın bir önemi yok. Tabii ki önemli çünkü kendine bir hedef koyuyorsun. Yani mesela şeye bak, Judo, Aikido. Oradaki do ne? Yol. Tarîkat dediğimiz ne? Yol. Yani bildiğim bütün kavramlar bununla ilgilenmiş zaten tarihte. Niye? Bir idea koyuyor, ben buraya gitmek istiyorum hatta çoğu kabul ediyor ki oraya gidilemez. Dolayısıyla yolculukla ilgilenmeye başlıyor. Hikâye bu. Olmak, tabi biraz şeyle de ilgili, kapitalizmle de ilgili bir şey. Çünkü sana yol üzerinden bir şey satamam ben, kolay kolay. Düşünsene bir tane tatil satıyorum, ne yapağız? Tatile ulaşmaya çalışacağız. Tatil boyunca tatil yapmaya ulaşmaya çalışacağız. Muhteşem değil mi, mesela? Huzurlu olmayı arama yolculuğu bu. Arada o yüzden zorluklar var. Bunu satman biraz zor. Belki yeni nesil olabilir. Yeni nesil bunu isteyebilir, emin değilim. Bizim nesle gitmez ama bu yani. Yok, abi bana getirme şezlongu, açın çimlerde yatayım, falan der yani. Sonucu göster bana, ne olacak, ben kendimi nereye koyacağım, fotoğrafı göster, hemen içine beni koy. Yani bizim şeyimiz o. Hâlbuki oraya ulaşman gerekiyor, hâlbuki o yolculuk keyifli yani, bunu anlamamız lazım. O yüzden yolculuk ne demek? Çevrende kim var, ortam nasıl, muhabbet nasıl, bu demek. Bir sürü sonra üniversite seçecek öğrencilerle aynı şeyi konuşuyorduk işte. Gidin ağabey, okula gidin yani. Üst sınıfın olacak biriyle tanış, muhabbet et. Muhabbeti sarıyorsa gir o bölüme. Şey değil böyle ya, ben işte mühendis olacağım. Hayır ya, boş ver onu sen. Git bakalım, orada kafa dengi tipler varsa, demek ki onların yaşayabildiği bir ortam vardır. O yüzden an böyle bir şey gibi geliyor, yol gibi geliyor bana.