Bir eser ya da birey gündemi aşıp, yarının insanlarına sesini duyurmayı nasıl başarabilir? Bilim, sanat veya felsefe alanında bu soruya cevap veren eserlerin/insanların ortak noktası hakikat sevgisidir. John Locke’tan öğrendiğim bu kavramı Bertrand Russell şöyle anlatıyor: “Locke’un çok önemli saydığı hakikat sevgisi, hakikat ilan edilen tikel bir öğreti sevgisinden çok farklı bir şeydir. Hakikat sevgisinin şaşmaz bir işareti, diyor, “bir önermeyi dayandığı kanıtların haklı kıldığından daha fazla güvenceyle ağırlamamak”tır. Zorla kabul ettirme hırsı, diyor, hakikat sevgisinin başarısızlığını gösterir.”¹ Yani kendi doğrularımız adı altında, akıl temelinden yoksun bireysel rüyalarımız hakikat dairesi içinde değildir.
Hangi alanda olursa olsun bir düşünce ürünü, hakikat sevgisi ile dolu bir akılla üretilmişse, dayandığı kanıtlar sayesinde zaman ve mekana bağlı olmadan başka bir akıl tarafından kavranabilir. Bu savın bilim ve felsefede geçerliliği aşikar olduğu için biraz daha tartışmalı görünen sanat konusunu ele alacağım. Her sanat eserinin dünyanın anlaşılması için önerdiği bir bakış açısı vardır. Sanatçılar eserlerini üretirken zamanın ruhunu yakalamaya ve onu kendi bakış açısı ile sunmaya çalışırlar. Bazı insanlar içinde yaşadığı çağın nabzını tutmayı gündelik olma ve halkın gelip geçici zevklerini suistimal ile karıştırır. Şimdi iki roman yazarı ele alalım. Bir yanda belki de adını ilk defa duyduğunuz Johanna Schopenhauer diğer yanda Nikolay Vasilyeviç Gogol. Aynı dönemde yaşayan insanlar olmasına rağmen Johanna Schopenhauer’un eserlerinin bugün için önemli olmaması gündeliğe takılmasından kaynaklanıyor. Johanna’nın yazdığı kitaplar onun zamanında ziyadesiyle popüler olmasına rağmen, hatta bu şöhreti ile Alman felsefesinin değeri sonradan anlaşılmış olan fakat o sıralarda kitapları pek de okunmayan oğlu Arthur Schopenhauer’u ezmesine rağmen Johanna’nın bugünün insanları arasında esamesi okunmuyor. Ele aldığımız diğer yazar Gogol’a gelecek olursak; bugün dünya klasikleri arasında yerini alan eserleri, yer ve zaman fark etmeden her insanın okuduğunda içine düşebileceği durumları biraz gerçeküstü öğeler ile harmanlayarak anlatmasıyla ve büyük yazarların “Palto’sundan çıktık” demesiyle sesini kulaklardan silinmeyecek bir şekilde bugünlere taşımıştır. Gogol eserlerinde bir yandan içinde yaşadığı toplumu ve çağı anlatırken bir yandan da bunun hangi evrensel insani kaidelere yaslandığını göstererek sanatçı vazifesini yerine getirmiş ve hakikat dairesi içinde yerini almıştır. Fakat Johanna’nın bir dönem popüler aşk kitapları yazması dışında, bir pop müzik gibi yarına dair en ufak önemi yok.
Enerjimiz ve zamanımız sınırlı olduğuna göre ilgilendiğimiz herhangi bir alandaki fikir ürünü bunları harcamamıza değer mi diye düşünmemiz gerekir. Aynı zamanda bu eserler bizi entelektüel anlamda besleyecek güce sahip olmalı. Tıpkı hayatımızı idame ettirmek için abur cuburu ya da sağlıklı beslenmeyi seçmemiz gibi bu konularda da dikkatli ve bilinçli olmalıyız. Örneğin sinema için ayırdığımız zamanı alelade bir gişe filmine de harcayabiliriz, bize sanatsal incelik katabilecek bir filme de.
Hakikat sevgisi, entelektüel beslenme için seçim yaparken bize yol göstererek gündeme bağlı kalmayan uzun ömürlü fikir ürünleri tercih etmemizi mümkün kılacaktır.