“Her zaman bir sanatçının bir sahnenin gerçekliğini ne derece göstermeye çalıştığını merak ederim. Ressamlar sadece bir gerçeklik karesi yakalarlar. Bunun öncesinde veya sonrasında bir şey yapmazlar. “24 Frames” için ünlü resimlerle başladım ancak sonradan bu resimleri yıllar içerisinde kendi çektiğim fotoğraflarla değiştirdim. Hayal ettiklerimin dört buçuk dakikası da dahil olmak üzere, ben çektiğim görüntülerin öncesine veya sonrasına dahil olmuş olabilirim.”
Kelimeleriyle başlayan filmimiz deneysel sinemanın en çarpıcı örneklerinden. Usta Yönetmen Abbas Kiarostami’nin filmografisinin son parçası olan eser 24 karede tek bir planda daha çok görsel ve ses efektleri ile hikayesini anlatmaya çalışan detaylarıyla sanatseverleri kendisine hayran bırakacak denli iyi seçilmiş kompozisyonların yanında metaforik olarak üzerine düşünülmesi gereken sahneleriyle izleyiciye görsel bir şölen sunuyor. Film Kiarostami’nin fotoğrafa ve resime olan ilgisinin son nüvesi olarak kendisinin ölümünden sonra adeta dünyaya bıraktığı bir miras olarak konumlanıyor.
Filmin ilk karesi diğer karelerden farklı olarak giriş metninde bahsedilen “ressamlara” ithafen yapılmış gibi. Yaşlı Pieter Bruegel’in Karda Avcılar isimli tablosunu ele alan Kiarostami, tabloya bir takım hayat veren, ritim katan öğeler ile tabloya bambaşka bir bakış getiriyor.
Filmin genel teması monokramatik renklerden seçilse de birkaç bölüm renkli geçiyor. Genel temanın karanlık oluşu insandaki yalnızlık ve derin düşünme güdülerini ortaya çıkarırken, filmin gecenin karanlığında izlenmesi izleyiciye görsel olarak daha da bir tat verececeğe benziyor. Neredeyse bütün karelerde doğa ve hayvanlar üzerinden hikayesini anlatmaya çalışan Kiarostami bu anlatımını hazırladığı estetik çerçeveler ile görünteye farklı bir perspektif kazandırıyor.
Filmin hayvanlar üzerinde anlattığı hikayeler/durumlar daha çok doğanın sessizliği içinde vuku bulan olaylardan referans alıyor.
Filmde kareler arasındaki genel bir fark da bazı karelerde kullanılan müzikler. Madama Butterfly’dan, Love Never Dies’a uzanan 6-7 farklı müzik ile hikayelerin/durumların anlatısı benzersiz bir temada gerçekleşiyor.
Biraz önce dile getirdiğim gibi karelerin bir çoğu bir çerçeveleme ile bize aktarılırken güdülen temalardan en sık karşımıza çıkanı pencereden dışarıyı izlediğimiz kompozisyonlarda anlatılıyor.
Film ustanın filmografisindeki Kirazın Tadı ve Rüzgar Bizi Sürükleyecek filmlerindeki ağır temponun getirdiği durgunluğun yanında; Aslı Gibidir filmindeki gibi sorgulayıcı bir takım temalarla önceki filmlerine adeta referanslar veriyor.
Sinemanın neden bir sanat olduğunu anlayacağımız bu filmin asıl vermek istediği mesajlardan birisi de insan-doğa çatışmasındaki doğanın, egemenliği altındaki insanın, acizliğinin ve yalnızlığının aslında ne kadar da kaçınılmaz olduğudur.
Sevgi ve saygıyla anıyoruz…