1927’de Bluma Zeigarnik tarafından yayınlanan “On Finished And Unfinished Tasks” isimli çalışmada (tamamlanmış ve tamamlanmamış görevler) beynin bellek işleme sırasında kesintiye uğraması durumunda ne gibi bir reaksiyon vereceğini incelendi.
Bu incelemeyi yapmaya yönlendiren durum Zeigarnik’in hocası ve aynı zamanda profesör olan Kurt Lewin’in gittiği bir restorandaki garsonun hesabı ödememiş olan müşterilerin siparişlerini akılda kusursuzca tutarken hesabı ödemiş olanların siparişlerini çabucak unuttuğunu fark etmesidir. Garsona durumu soran Lewin garsondan şu cevabı alır: “Hesap ödenene kadar siparişleri aklımda tutarken, hesap ödendiği anda siparişleri zihnimden istemsizce siliyorum.” Lewin bunu öğrencisi Zeigarnik ile paylaştı ve Zeigarnik ise bu durumla ilgili bir inceleme yapmak istedi.
İnceleme yapabilmek için katılımcılara bir takım görevler verildi ve görevlerin kesintisiz olarak bitirilmesi istendi. Ancak bu görevlerin bir kısmında, katılımcıların bilinçli olarak görevi bitirmesi engellendi. Bu sebeple deneyin sonunda katılımcılar görevlerin bir kısmını tamamlayamadan deneyler sona erdirildi.
Deneyden sonra Zeigarnik tarafından katılımcılara görevler hakkında neler hatırladıkları soruldu ve çok ilginç sonuçlarla karşılaşıldı. Deney sonucunda eksik bırakılmış görevlerin, tamamlanmış görevlere oranla %90 gibi inanılmaz bir farklı akılda kalıcılık kazandığı tespit edildi.
“On Finished And Unfinished Tasks” ile keşfedilen ve literatüre “Zeigarnik Effect” olarak geçen bu çalışma ile tamamlanmamış işlerin beyinde tamamlanmış işlere kıyasla çok daha akılda kalıcı olduğu ortaya çıktı.
.
Mihaly Csikszentmihalyi, İkinci Dünya Savaşı’nın yaşandığı dönemde henüz 17 yaşındayken kendisine şu soruyu sordu: “Yaşamaya değer bir hayat nasıl mümkün olabilir?”
Bu sorusu üzerine psikolojiyle ilgilenmeye başlayan Mihaly Csikszentmihalyi mutluluğun kökenini araştırma başladı. İlk olarak para ile mutluluk arasındaki korelasyonu inceledi. Bu inceleme sonunda parasızlığın mutsuzluğa sebep olduğu ancak belirli bir seviyenin üstünde (yoksulluk sınırının biraz üstü) paranın mutluluğa direkt olarak sebep olmadığını gördü.
Bunun üzerine kendi teorisi olan “Flow Theory“yi üretti. Bu teoride adı geçen akışı kendi Ted konuşmasından alıntılayarak tanımlarsak “Yeni bir şey yaratma gibi tamamen meşgul edici bir süreçte bedeninizin nasıl hissettiğini ya da evdeki sorunları takip etmeye yetecek dikkatiniz kalmaz. Açlık ya da yorgunluk dahi hissetmezsiniz. Bedenimiz, kimliğimiz bilinçten ayrılır çünkü hiçbirimizin olamayacağı gibi, çok dikkat gerektiren bir şeyi yapmak ve aynı zamanda var olduğumuzu hissedebilmek için yeterli dikkate sahip değilizdir. Yani varoluş geçici olarak askıya alınmıştır.” şeklinde açıklayabiliriz.
Yani gerçek bir akışta hissedebilmek, dolayısıyla mutlu olabilmek için zihnin yeni bir şey yaratması ve bu şeye tamamen konsantre olması gerekir. Yapacağı veya başarmaya çalıştığı şeyin ise belirli bir zorluk seviyesinin üstünde olması gerekir. Çünkü yapılan başka bir araştırmaya göre, beyin zorlanmadan kas hafızasıyla çözebileceği bir işleme karşı kendini kapattığı, bu sebeple ancak zor bir işlemde çalışmaya başladığı ortaya çıkmıştır.
Yani Kurt Lewin’in siparişini alan garson beynini çok meşgul eden bu iş içerisinde bir akıştadır ve hesabın ödendiği an akış biter. Çünkü normal şartlarda akılda tutması neredeyse olanaksız olacak kadar zor olan siparişleri bile aklında tutabilmesinin tek sebebi akışta olması ve henüz hesap ödenmediği için Zeigarnik Etkisi altında olmasıdır.
.
20. yüzyılda ortaya çıkan ve hala etkisini sürdüren postmodernizm büyük anlatılara karşıdır. Çünkü postmodernizme göre doğru diye bir şey yoktur. Doğrunun olmadığı varsayımında büyük anlatıların şiddetle savunduğu doğrular istemsizce saf dışı bırakılır.
Sanatçılar istemli veya istemsizce yaşadığı çağdan etkilendiği için günümüzde ve yakın tarihte çekilen filmlerde çok net bir şekilde postmodernizm etkleri görülüyor. Bu durumu örnekle açıklamak gerekirse 2017’de Ruben Östlund tarafından çekilen The Square filmin temelinde neredeyse hiçbir olay yoktur. Birbiriyle çok da bağlı olmayan bir takım sahnelerden sonra film biter. İkinci bir örnek vermek gerekirse 2018’de Malgorzata Szumowska tarafından çekilen Mug‘da da aynı şekilde yüzeyde görünen çok basit bir olay üzerinden filmi anlatır. Çünkü postmodernizmde anlatılacak her şey subjektiftir ve izleyiciye doğru olduğu dayatılamaz.
Peki postmodern filmler ile Zeigarnik Etkisi arasında nasıl bir bağ kurulabilir derseniz şöyle açıklayabiliriz; verdiğim iki örnekte de (The Square ve Mug) filmler neredeyse yarıda kesilmiş gibi biter. İzleyiciye kesin bir final göstermemesi sinir bozucu olsa da aslında bunun bilinçli olarak Zeigarnik Etkisi için yapıldığı söylenebilir. Filmlerin yarıda kalması izleyicinin zihninde merak duygusu uyandırır ve filme dair düşünme süresini uzatır. Bu sebeple bilinçli veya bilinçsizce postmodern filmlerde Zeigarnik Etkisinin kullanılmaya çalışıldığı söylenebilir. Bu bilgileri aklınızda daha iyi tutabilmeniz için yazıyı yarı…
mahir kartal
Kaynakça:
https://pdfs.semanticscholar.org/edd8/f1d0f79106c80b0b856b46d0d01168c76f50.pdf
https://www.psychologistworld.com/memory/zeigarnik-effect-interruptions-memory
https://en.wikipedia.org/wiki/Zeigarnik_effect
https://www.ted.com/talks/mihaly_csikszentmihalyi_on_flow?nolanguage
https://www.learning-theories.com/flow-csikszentmihalyi.html
https://personal.eur.nl/veenhoven/Pub2010s/2015cb-fullt.pdf
Çokça bilinen iki konuyu güzel bir bağlamda ve estetik bir biçimde sunmuşsun. Tebrikler, güzel başlangıç.
Spontan anlatımların ötesine geçmiş çok efektif bir yazı,teşekkürler müstakbel flapser mahir!