…Böylece anlamıştım ki, bir hiç sandığım şey, sadece benim bütün hayatım imiş.

İnsan ne kadar kendini bilmiyor!

 

Giriş:

 

İnsan doğası, iki ayrı zorunluluğa mahkûmdur. Birincisi, doğumu gerçekleşmek zorundadır. İkincisi, ölümü yaşamak zorundadır. İki ayrı çizgi içerisindeki tüm çerçeve, Allah tarafından belirlenmiştir. Lakin bu çerçeve içerisindeki hikâye, insanın kendi tercihleriyle belirlenir. Gözlerini açar, ailesi tarafından büyütülür ve beslenir; doğaya salınır ve yalnız bir hâlde tecrübe kazanır. Her kapıdan çıkış, bir tecrübe edinimidir. Bu kapı, gurbet olur, aşk olur, ihanet olur, tutku olur, kimi zaman da hayat kapısı olur. Tecrübe, insan doğası için nefes aldığı her salisede var olur. Tecrübeyi kazanabilmek için kimi zaman bir ülkeye, bir okyanus kıyısına gitmek, kimi zaman da hayatın gerçek tutkusunu bulmak gerekir.

           

‘Yalnızız’ romanının tecrübesi ise iki farklı evden, iki farklı yönden oluşur. Okların bir tanesi Doğu’yu, bir diğeri ise Batı’yı göstermektedir. Bu iki yön bizlere şunu betimlemektedir: İki farklı erkek, iki farklı kadın ve iki farklı âşık oluş. Hakikat nerede? Doğu’da mı yoksa Batı’da mı? Yoksa Simeranya’da mı? Nedir Simeranya? Bir ütopya. Hakikat oradadır. İktisat, felsefe ve siyaset oradadır. Peki, Simeranya kimindir? Peyami Safa’nın mı yoksa Samim’in mi? Elinizde tuttuğunuz çalışma, Doğu ve Batı sentezini, ‘Yalnızız’ romanı üzerinden yapmaya çalışacak; romandaki karakterlerin düşünce dünyasına inecek ve çalışmanın sorduğu sorularla okuyucunun fikir dünyasını karıştırmaya çalışacaktır. Çünkü çalışmaya göre hakikat, zıtlıkların çatışması ile ortaya ışık saçan bir kavramdır. Romanı elinize aldığınızda Peyami Safa’nın Doğu ve Batı sentezini, hayatın içerisindeki madde ve manaları inceleyerek ortaya çıkarmış olduğunu anlıyoruz. Maneviyatı, maddeye çevirebilmek için manayı bir karaktere büzüştürmüş ve bu karakterlerin karşısına olaylar çıkartarak hakikati sorgulatmaya çalışmıştır. O hâlde hakikat söz konusuysa şu dizeler eğilmektedir:

 

Siham-ı Kaza[1]

Hakikati bulan, başkaları farklı düşünüyorlar diye, onu haykırmaktan çekiniyorsa hem budala hem de alçaktır. Bir adamın ‘‘benden başka herkes aldanıyor’’ demesi güç şüphesiz; ama sahiden herkes aldanıyorsa o ne yapsın?

DANIEL DE FOE

 

Elinizdeki çalışma bir roman incelemesi değildir. Elinizdeki çalışma, roman kahramanları ile birlikte Doğu ve Batı’nın sentezlenmesine yardımcı olacaktır. Çalışma, insanın derinliklerine inmeye çalışırken zihinlerinizde de sizleri uyutmamaya çalışacaktır. İnsanı uyutmayan, kendisine sorduğu sorulardır. O hâlde sorular da insan doğası için tehlike arz etmektedir.  Bu yüzden sistem, soru soranı, çarkların dışına atmaktadır. Soru soran ve şüphe eden bir birey, geçmişte, gelecekte ve bugün canlı bir bomba mahiyetindedir.

 

Her şeyden şüphe edersen cehennem olur bu dünya sana.

Peyami Safa, ‘Yalnızız’

 

Doğu ile Batı, iki ayrı yön. İki ayrı eksen. İki farklı karakter. İki düşman. Biri aydınlık, diğeri karanlık. Biri doğum, diğeri ölüm. Veyahut tam tersi. Benim doğumum hangisi? Ölümüm ise neresi? Nedir bu soru? ‘Benim doğumum hangisi? Ölümüm ise neresi?’ Bazı sınavlar, açık uçlu sorulardan oluşur. Cevabı, yazan kişinin akıttığı mürekkebe aittir. Sormuş olduğum soru da böyle bir anlam içermektedir. Çünkü senin için aydınlık Doğu ise, karanlık taraf Batı mı? Hangi değer yargılarına göre yorum yapabiliriz? Kendi çıkar gruplarına, ideolojine ve felsefene göre mi? Yorum yapacağız. Yoksa hakikat ölçüleri esas alınarak mı? Yorum yapacağız. Diyelim ki Doğu hakikat. Batı ise karanlık. Peki ya sen, karanlık tarafı tercih etmek istiyorsan ya da aydınlık tarafta doğup karanlık tarafa doğru çevirmişsen başını? Görüldüğü üzere çok bilinmeyenli sorular, terazi dengesini alt üst etti. Peki, Peyami Safa’nın terazi dengesi hangi yöne doğru eğilmişti? Mistik hava ve tiratlar içeren metinler mi Peyami Safa’ya aittir? Yoksa Samim’in kuracağı dünya olan, Simeranya mı? Ona aittir. Peyami Safa, iki ayrı dünya görüşünü aynı romanda ve farklı karakterler üzerinde mi çatıştırmaktadır? Romanın hakikati neresi? Veyahut Peyami Safa’nın düşünce dünyasının hakikati nerededir?

 

Zihin camlarımız biraz daha buharlanmışken, onu artık silme vakti. Danıel De Foe’nin alıntısına göre, Samim karakteri ne budaladır ne de alçaktır! Samim, hakikati öğrenmeye çalışan, sorular soran ve farklı düşünce dünyalarına ses vermekten çekinmeyen bir karakterdir. Fakat Samim’in, bir zaafı vardır. O da âşık oluşudur. Âşık oluş, bu roman için sihirli bir kelimedir. Belki de terazinin dengesinde duran elementtir. Çünkü Doğu ile Batı’yı ancak ‘aşk’ birleştirebilir. Çünkü aşk, ortak bir duygudur. Romanda, Samim’in yazacağı Simeranya ülkesi hiçbir zaman tamamlanmamıştır. Çünkü Simeranya, Samim’in düşünce dünyasında sığındığı bir limandır. Samim orada nefes almaktadır ve düşünmektedir. Oysa kaleme dökememektedir. Çünkü hayatın gerçek tutkusunu okumak, düşünmek ve yazmakta arayan Samim, kendini kandırmaktadır. Samim’in gerçek tutkusu aşktır. Ama aşk, hiçbir zaman hakikat aramaz. Bu yüzden Samim’in felsefesi âşık oluşunda ve kendisine verdiği ıstırapta yatmaktadır. Meralden duyduğu yalanların doğrularını ve gerçek yüzünü gördüğü hâlde vazgeçememektedir aşkından. Çünkü aşk, gerçekten de hakikat aramaz. Samim’in doğruları yalnızca kendi zihin dünyasını tatmin etmek ve etrafındaki insanlara kendisini bilgin göstermek amacıyla kurulmuştur. Aşk, hakikat aramaz ise Meral’in hakikati nerededir? Meral, kendisine âşık, bilgili ve kültürlü Samim’i mi tercih etti? Yoksa kendisinden yaşlıca, kendisinden aşağı bir kültüre sahip Şakir’i mi tercih etti? Meral hiçbirini seçemedi. Meral, alev alev yanan hırs, öfke ve istek arzusu içerisinde gözlerini yumdu. Çünkü insan, gerçekten de yaptığını çeker. Yalnızız romanı, yalnızca bir hikâye ve kurgu bütünlemesi değildir. Roman şunları barındırır; hukuk, iktisat, tecrübe, aşk ve felsefe. Roman, ülkeler arası seyahat etmemektedir. Roman, okuyucunun dünyasını, Doğu ile Batı arasında seyahat ettirmektedir. Doğu Samim’dir. Batı ise Meral, Şakir ve Feriha’dır. Safa’nın öyküsü, bu aşk oyunu çevresinde iki dünya görüşünün karşılaştırılmalarıyla oluşur.

 

Paris, Batı ve Doğu

 

Samim’i, babanı, filanı, falanı bırak Allahaşkına. Sakın aptallık edeyim deme, hiç terettüt etme, hepsini bir çuvala koy. Sarayburnu’ndan denize at. Paris’i görünce boynuma sarılacaksın, hem sen ki taşkınlığı sevmezsin, vallahi, zıp zıp sıçrayacaksın.

 

… Şakir’i düşün: O karın, o ense, o kalın obur dudaklar… Fakat Paris’in de yemekleri Meralciğim… Aman! Vallahi, İstanbul’da şu bildiğimiz patates kızartmasını bile yapamıyorlar yahu… Görme. O ne lezzet!… Maksat senin Paris’e gelmen. Sonra fırsat ço…k anlatırım sana.

 

…Sonra, arada bir o karılarla da kaçamak yapıyor ya, göz yumuyorum tabii. Altmışlık adamı kıskanacak değilim ya. Fakat, arada bir sen bende kıskançlık rollerini görme. Ne yaparsın şekerim? Dünya bu. Cihangir’deki tahta evde, Tophane’nin yıkık damlarını ve kırık kiremitlerini gören penceremde, annemin romatizma iniltilerini dinleye inleye bütün ömrümü mü geçireceğim?

 

Yalnızız romanından üç kesit burada paylaşılmıştır. Çünkü üç kesit aslında tüm romanı ve Peyami Safa’nın sentezini artık ortaya çıkarmaktadır. Doğu ile Batı’nın nasıl karşılaştırılmasının yapıldığını, karakterlerin üzerinden atılan tiratların, hakikati nasıl da ortaya çıkardığını gözlemlemekteyiz. Peyami Safa, sentezini Feriha üzerinden yapmaktadır. Oysa bu sentez sihirlidir. Okuyucuyu her sayfada senteze boğmak yerine, tek karakter ve tek şehir üzerinden, sihirli bir sentez yapmaktadır. Çünkü Feriha, yıllar öncesinde okulu ve anne babasını terk etmiş, kendinden yaşça büyük ve dolandırıcı bir iş adamıyla Paris’e kaçmıştır. İşte tam da burada romanın ahenk taşları bulunmaktadır:

 

  1. Doğu ile Batı’nın sentezi,
  2. Samim ve Şakir karşılaştırılması,
  3. Meral’in ve Feriha’nın karşılaştırılması,
  4. İstanbul’un ve Paris’in karşılaştırılması.
  5. Paris’e zamanında giden ve uzun yıllar orada kalan Meral’in annesinin hazin sonu.
  6. İstanbul halkının yapmış olduğu, evlerinden kaçan kızlar hakkında yorumları.

 

Ana başlık, Doğu ile Batı’nın karşılaştırılmasıdır. Alt başlıklar ise diğer altı maddeden oluşmaktadır. Çünkü diğer altı maddenin oluşumu tek maddeyi var etmektedir. Samim entelektüel, sadık, düşünceli ve kibardır. Ama İstanbul’da yaşamaktadır. Şakir ise eğitimsiz, Fransızcayı düzgün konuşamayan, dolandırıcı ama Paris’te yaşayan bir erkektir. Meral eğitimli, okumuş, annesi ve babası varlıklı bir kadındır. Feriha ise okulu terk etmiş, eğitimsiz, sokak jargonuyla hareket eden ve annesini babasını terk ederek Paris’e kaçan bir kadındır. İki dünya, iki farklı ok. Burada, iki farklı düşünce yatmaktadır. Meral, eğitimli olduğu hâlde Samim’i mi tercih edecektir yoksa Paris’i ve Şakir’i mi tercih edecektir. Aynı zamanda Meral’in annesi de zamanında Paris’e gitmiş ve uzun yıllar orada kalmıştır.

 

Peyami Safa, Meral’in Paris’e gitmek üzere düşüncelerini okuyucuya tattırdıktan sonra, Meral’in babasından ise annesi hakkında şu dizeleri göstermektedir: ‘‘… Anandan neler çektiğimi biliyorsun. Bir de senden çekmeyeyim.’’ Ek olarak, yine babasının Feriha hakkında şu sözleri dikkat çekmektedir:

 

‘‘… fakat mektebinden kaçıp bara giren, sonra da ihtiyar bir zenginin metresi olup Paris’e giden bir aşüfte yalnız anasının kanına girse, yine bir şey değil. Bu vakada bir sürü maktul var: Bir sürü iyilikler, fedakarlıklar, şefkatler, terbiyeler, hep maktul. Anladın mı? Bütün insanların haklarından birer parçası maktul. Sen onlara acımıyorsun da neden İstanbul’da barlarda, Paris’te ihtiyar bir herifin kucağında fink atan o karıya acıyorsun?… ‘‘Bilmem’’ dedi, ‘‘ben öyleyim işte. Gözümün gördüğüne acırım’’.

 

Burada alıntılanan parça, eserin ana temasını farklı bir bakış açısına doğru yelken açtırır. Çünkü Safa, bir çatışma sahnesini, okuyucuya izlettirmekte ve yorum yapmasını istemektedir.  İki yorum yapılabilir: Birincisi, karakterler üzerinden Paris ve İstanbul’un yaşantısının, diğeri ise insanın acizliğinin. Çünkü Meral, aciz ve ölmeye mahkûm bir ruhtur. Duyguları, istekleri ve tutkuları iki erkek arasında gidip gelen, kendisine tehlikeli bir son hazırlayan bir karakterdir. Burada tüm gerçekler ve realite gözler önündeyken o yine karanlık yönü tercih etme eğilimindedir. 

 

Safa tam da burada, insanın yüzyıllardır değişmeyen özelliğinin tespitini resmeder. Bu tespit de insanın gerçekleri göremeyecek kadar kör olmasıdır. Safa, Batı ile Doğu’nun sentezini yaparken Paris’in zengin ihtişamını, lükslüğünü ve gösterişini sergiler. İstanbul ve Doğu’nun klasikliğini, sıradanlığını, insanların ‘sığ’ düşüncelerini gösterir. Meral ve Feriha’nın konuşmaları sırasında Meral, Feriha’ya Paris’teki müzelerden ve sanat galerilerinden sorular sorar. Feriha ise Paris’in sanat galerilerinden ve müzelerinden haberdar değildir. Çünkü Feriha, kendini yalnızca barlarda, lüks restoranlarda ve pahalı makyaj malzemelerinde bulmaktadır ve Feriha bir diyaloğunda şöyle ekler: ‘‘Bu İstanbul böyledir’’ dedi. ‘‘İnsanı miskin yapar. Artık İstanbul böyle olursa, düşün memleketi, hava yok burada, canlı bir hava yok.’’ Feriha’nın tam da burada, gerçek düşüncesi, Doğu ile Batı’nın sentezidir. Feriha’nın yaşadığı gerçek Paris yaşantısı ise romanda şöyle aktarılır:

 

— ‘‘Paris’te konserlere gittin mi?

  • Gazino ’ya, Tabarin’e filan gidiyorduk.
  • Sergilere?
  • Daha mevsimi değil. Sonbahar elbiseleri için expositoinlor[2] biraz sonra başlar.
  • Hayır, resim sergileri!…
  • ‘‘Gördüm bir iki tane’’ dedi…

 

Görüldüğü üzere Feriha’nın gerçek Paris yaşantısı, gazinolardan ve Tabarin’den oluşmaktadır. Çünkü o, basit sığ ve gösterişli Paris içerisinde nefes almaktadır. Meral, bu konuşma üzerinden Samim’in gerçekten de ne kadar haklı olduğunu düşünmektedir.

 

Fakat Meral’in ruhu bu gerçekliği seçmeyecektir. Onun için hakikat, önemsizdir. Onun hakikati, aile evinden, İstanbul’dan ve tanrısal bakış açısıyla konuşan ve sürekli hakikati arayan Doğulu Samim’den uzaklaşmaktır. Peyami Safa, burada da Doğu ve Batı sentezini ortaya koymaktadır. Çünkü sentezi, Meral üzerinden yapmaktadır. Meral karakteri, Peyami Safa’nın halka anlatmak istediği meseledir. Mesele nedir? Mesele, dönemin halkının ve şartlarının Batılılaşma istekleridir. Lakin Safa, yanlış batılılaşmanın zararlarını bizlere apaçık göstermiştir. Yanlış Batılılaşmanın getirmiş olduğu ve hayatlarımıza etkisinin elementlerini gözler önüne sermiştir. Bu elementler nedir? Bu elementler, Doğu erkeğinin ve Batı kadınının özellikleri; Doğu erkeğinin ve kadınının, Batı’ya gittiğindeki değişimi, konuşma tarzı, giyinişi, süslenişi ve kültür yozlaşmasıdır. Safa, Doğu ve Batı sentezini bizlere açıklamaya çalışırken dönemin halkının nasıl da ‘Batı mastürbasyonu’ yaptığını betimlemektedir. Nedir Batı mastürbasyonu? Sürekli kendi kendini tatmin etme arzusu. Batı gibi piyano çalmaya çalışmak, Batı gibi âşık olmak, Batı gibi ruj sürmek ve Batı gibi cinsel yaşantı yaşayışı içerisinde olmak. Meral’in annesi ve Feriha, Doğu ve Batı savaşının arasında mağlup olmuş iki kadındır. Meral ise bu savaşın içerisine ortak olmaya çalışırken daha başlangıcında bu savaşı kaybetmiştir. Yukarıda bahsetmiş olduğum maddeler, Safa’nın nasıl Doğu ve Batı sentezini kullandığını betimlemiştir. Şimdi kullanacağım alıntı da bu maddelere destek olmaktadır:

 

— ‘‘Vallahi fena oluyorum. Ulan, siz hep züppe çaylarda, terzi salonlarında, Feriha gibi dejenere kızlar arasında namussuzluk yapan kadınların hikayelerini duyarsınız. Kâinatı böyle sanırsınız. Ulan, herkes böyle olsa bu hikâyeler anlatılır mı? Demek müstesna vakalar bunlar ki dile düşüyor. Neden efendim, Şemsi Bey’le Hacer Hanım dün gece evlerinde efendi efendi, hanım hanım oturmuşlar, radyo çalmışlar, çocuklarını okşamışlar, sonra yatmışlar, neden onlar dile düşmüyorlar? Çünkü onlar herkes gibi. Demek namussuzluk müstesna imiş ki namussuzluk dile düşüyor… Herkes böyle olsaydı, namusluların hikâyesi dilden dile gezerdi.’’

 

Yukarıda eserden alınmış alıntı, gerçek Türk sosyolojisidir. Peyami Safa, usta kaleminin yanında sosyolojik bakış açısını da ustaca kullanmıştır. Çünkü alıntıda bahsedilen durum, ahlâksızlığın ‘doğru ve hakikat’ olmadığıdır. Çünkü Türk aile yapısı, gelenekleri ve ahlâk metaları, tıpkı romanda bahsedildiği gibidir. Herkes gibi olmayan dışlanır, ahlâksız olarak kabul sayılır. Herkes gibi olmayan, Feriha gibi kadınlardır. Romanda çizilen Batı, Feriha’dır. Batı ve Batı gibi yaşamak da ahlâksızlığın resmedilmiş hâlidir. Türk ailesi, Batı yaşamına ait olamaz. Kültürü, örf ve ahlâk değerleri için Batı uygunsuz bir limandır. Bu yüzden Safa’nın romanı yalnızca karakterler üzerinden atfedilen bir sentez de değildir. Sosyolojik yapı taşlarıyla ince ince örülmüş, halktan enstantaneler ve ahlâk değerleri verilerek örülen duvara sıva yapılmış. Karakterlerin hazin sonları ise bu binanın boyası olmuştur. Peki, bu binanın çatısı nedir? İşte bu binanın çatısı Peyami Safa’dır. Çünkü kurulan binanın çatısı iki yöne evrilir. Biri sol aşağı, diğeri de sağ aşağı yönlerindedir. Temsilcileri ise bu eğimlerin, Doğu ve Batı’dır. Çatının birleştiği nokta da Peyami Safa’nın sentezi ve düşünce yapısıdır.

           

Peyami Safa’nın dönemin sosyolojik resmini çizmeye çalıştığı diğer bir husus da erkeklerdir. Burada çapkın, umursamaz, sorumsuz ve alkolik olarak resmedilen Ferhat, Safa’nın eleştiri oklarına da maruz kalmıştır.

 

Çünkü Safa, Meral’i, Feriha’yı ve Batı’yı eleştirirken Doğu’da erkeklerin ne durumda olduğunu da aktarır. Erkeklerin, onca sorumsuz ve çapkın hareketlerine rağmen eleştiriye maruz kalmadıklarının altını çizer.

 

Türk Aile Yapısı, Doğu ve Mefharet

 

Romanın, doğu ve batı sentezini yaptığı en önemli ikinci karakter ise Mefharettir. Çünkü Mefharet, Türk ailesindeki anne gibi ağlar, üzülür, kırılır ve sevinir. Herkeste olan duygulara sahiptir. Çarkın tam içerisinde durur. Velvele olacağının kokusunu aldığı anda, elleri tabancasına giden atik bir savaşçı gibi elleri dizlerine gider. Acının kokusunu uzaktan tanır. Hüznün ve bayılmanın tutkusunu, sonuna kadar tadar. Çünkü Mefharet, bir Doğuludur. Doğu kültürünün temsilcisidir. Kızının ahlak mahkemesidir. Etrafındaki insanların duygu ve düşüncelerinin takipçisidir. Düzenler, kendi kafasına göre yerleştirir ve insanları birbirine yakıştırır. Beğenmediklerini ise eleştirir ve kendi hatlarından def eder. Çünkü Mefharet, sıradandır. Ama romanda büyülüdür. Ona büyüsünü veren, Doğu’nun temsilcisi olmasındandır. Bu yüzden Mefharet, sentez için önemli bir hatta yer alır. Kızının, ahlak mahkemesidir demiştik. Çünkü, kızının hamile olduğunu öğrendiği anda önce Ferhat’tan olduğunu düşünerek ortalığı ayağa kaldırmıştır. Sonra da bilmediği başka bir kişilikten olduğunu öğrenince bayılmıştır. Olayın finalinde ise konağa sürekli girip çıkan, fakat adını bilmedikleri dilenci ve fukara diye niteledikleri insandan olduğunu duyar duymaz da ikinci bir bayılmayı yaşamıştır. Oysa, kızının ve dayısının tavsiyesi üzerine Ferhat’tan olduğunu sandığı anda mutlu olmuştur. Çünkü Mefharet, kızının ahlak bekçisi ya da mutluluğunun temsilcisi değildir. O, yaşamış olduğu ve kendi aile çizgisinin bekçisidir. O, sokakta ona artık diğer kadınların nasıl bakacağının endişesi içerisinde bayılmıştır. Çünkü o, gerçek Doğu sosyolojisinin diğer temsilcisidir.  

 

Doğu ve Batı, İkisine de Sahip Çıkabilmek

 

Tanrı, Allah ve yaratıcı adlarıyla anılan kutsal bir kimse… Canlı veya cansız… Onun hakkında yazılan fıkıhlar, dinî kaynaklar ve daha fazlası, kişiye göre değişebilen, sübjektif değerler. Bir yaratıcı var ise evreni, maddeyi, elementlerine ve bütünlüğüne göre derin bir işçilikle işlemiştir. Eğer doğa olaylarıyla örülmüş bir evrendeysek, doğa da bu işçiliği başarıyla yapmıştır. Her madde, kendine münasip bir organik zincir içerisinde var olabilir. Karıştırmak, değiştirmek ve onu bölmek, tehlikeli sonuçlar arz edecektir.

 

Bu yüzden bu organik dünya, bir uyum içerisinde var olabilmektedir. Her kimlik, her millî öğe, kendi dünyası içerisinde saygınlık kazanabilmektedir, kendi çevresi etrafında nefes alabilmektedir. Eğer karışım söz konusu ise ya değişecektir ya da değiştirmek zorunda kalacaktır! Çünkü zıtlıklar, savaş ortamı yaratır. Savaş ortamı ise karanlıktır. Sonu gelmeyen ve birisinin mağlup olmasıyla sonuçlanabilecek bir olgudur. Peyami Safa da Doğu ve Batı incelemesi yaparken dönemin dünyasını, insan karakterini ve yaşanılan sorunları bize organik bir çerçeve içerisinde anlatmıştır. Safa, karışımın ortaya çıkarmış olduğu sorunları ve psikolojik travmaları resmetmiştir. İşte tam da burada destekçi olabilecek şu cümleler, eğilmektedir:

 

— ‘‘İnsan ya, geleneklere karşı koyup açık ve cesur yaşamalı yahut da inandığı bazı kıymetler varsa, onlar için fedakârlık yapmalı. En çirken ikisine birden sahip çıkan mürailiktir[3].

 

Görüldüğü üzere ya değişim ya da değiştirmek. İki seçenekten bir tanesi galip gelmek zorundadır. Çünkü karışım, doğamıza aykırı bir oluştur. Karışım, organizmanın özünü bozacak en temel unsurdur. Karışım, tat vermez. Lakayt, kuralsız, ahlaksız ve problemli olur. Tıpkı kromozomların uyumu gibi, insanda kültürüne ya ayak uydurabilmeli ya da istediği kültür için fedakârlık yaparak, değişime maruz kalmalıdır. Bunun ortası ise Meral’dir. Cesaretli olan ise Feriha’dır. Fedakârlık yapmayan ve ayak uyduran da Samim’dir.

 

Sonuç

 

Bireyler, yazmış oldukları çalışmaların sonuç bölümlerine geldiklerinde, mesut ve bahtiyar olurlar. Çünkü çalışmalarının büyük bir çoğunluğunu tamamlamış, geride bırakmış ve artık sona doğru yaklaşmıştır. Ben ise sonuç kısmına yaklaştığımda, derin bir hüzün yaşamaktayım. Çünkü her çalışma, benim için bir dünya yaratmak ve o dünyanın içerisindeki karakterler ile aynı evde yaşamaktır. Yaratılan dünyanın karakterleri, düşüncelerimdir. Düşünce fırtınalarının içerisinde, okyanus sahillerine ve kurak çöllere saliseler içerisinde yolculuk ederim. Peyami Safa’nın çalışması da benim için bir seyahatnamedir. Bu seyahatname içerisinde iktisat, hukuk, sosyoloji, felsefe ve insanlardan oluşan şehirler vardır. Şehirlerin bir kısmı derin uçurumlarla doludur. O uçurumlar da sorulan sorulardan oluşur. Safa, Yalnızız romanında Doğu ve Batı sentezini başarıyla aktarmıştır. Okuyucuyu iki ayrı yön arasında yolculuk ettirmiş ve derin hazlar yaşatmıştır. Safa’nın Yalnızız romanı üzerinden yapılan Doğu ve Batı sentezi altı sayfalık responce paper’ıma sığamamaktadır. Sığmamalıdır. Çünkü burası, milyar tane sorunun cevabını bulacağı bir kütüphane kaynağıdır. Yalnızız, hayatın gerçek realitesinin betimlemesidir. Aşkın, mistik inançların, kadın-erkek ilişkilerinin, Doğu’nun ve Batı’nın şekil almış hâlidir. Tecrübe, nefes alındıkça kazanılacak bir eylemdir. Roman, okuyucuya hiç dışarı çıkmadan, sadece roman içerisinde yaşayarak geçirilecek kırk metrekare bir evden bile tecrübe kazandırmaktadır. Sizi Doğu’nun aile yapısına, bu yapıdaki kardeş ilişkilerine ve bir ev kültürüne davet etmektedir. Roman, uçak biletinizi almadan tadabileceğiniz Batı’yı da ayaklarınıza getirmektedir. Peyami Safa, gerçek bir sentezin nasıl yapılması gerektiğini bizlere sunmaktadır.

 

[1] Sıham-ı Kaza: (Kaza Okları). Nefi’nin Siham-i Kaza’sı coşkun, yaramaz ve dehasıyla sarhoş şairin hicivlerini topluyordu. Kaynağı öfkeydi bu şiirlerin, öfke ve enaniyet. Nef’i oynuyordu: haysiyetlerle, gururla ve kendi hayatıyla. Babasından başlıyordu hicve; sonra devlet adamları ve sanatçılar kaza oklarına hedef oluyordu. Su testisi su yolunda kırıldı ve Nef-i ateşzeban, ‘‘Gökten nazire indi Siham-ı Kazasına/ Nef’i diliyle uğradı Hakk’ın belasına’’ mısralarının anlattığı gibi katlettirildi. (Bknz: Meriç Cemil, Bu Ülke, İletişim Yayınları, 1985- 2019. S. 331)

[2] Exposition: Sergi.

[3] Mürailik: İki yüzlülük, samimiyetsizlik, riyakarlık.

Mark Lanham

KAYNAKLAR

  • Peyami Safa, Yalnızız, Ötüken, 1974.
  • Peyami Safa, Yalnızız, Ötüken, 1974. S. 238
  • Cemil Meriç, Bu Ülke, İletişim Yayınları, 1985- 2019. S. 331
  • Peyami Safa, Yalnızız, Ötüken, 1974. S. 205
  • Peyami Safa, Yalnızız, Ötüken, 1974. S. 206
  • Peyami Safa, Yalnızız, Ötüken, 1974. S. 207
  • Peyami Safa, Yalnızız, Ötüken, 1974. S. 212
  • Peyami Safa, Yalnızız, Ötüken, 1974. S. 269
  • Peyami Safa, Yalnızız, Ötüken, 1974. S. 289