Not: Lütfen yazıya başlarken “Ya Rayah”, yazıyı bitirdikten sonra “Ecoite Moi Camarade”. Çok daha sonra da “Barra Barra” dinleyin. Linkler en aşağıda.
Sanırım bir dönem gelip, müzik dünyamın tamamı ölüler diyarından ibaret olacak. Ruhi Su, Ahmet Kaya, Neşet Ertaş, Cem Karaca, Barış Manço, Fikret Kızılok, Muharrem Ertaş, Janis Joplin, Leonard Cohen, Kıvırcık Ali, Mahzuni Şerif, Mihemed Sexo, Aram Tigran, Hasret Gültekin, Hacı Taşan, Çekiç Ali, Hozan Serhad ve daha nice “ölü ve güzel adam”.
Hatta düşünüyorum, sadece müzisyenler mi? Ahmed Arif’ten, Altın Elbiseli Adam Barkın Bayoğlu’na, Kemal Sunal’dan Anthony Quinn’e; ne çok ölü sevmişim!
90’lı yıllar. Direksiyonda Süleyman abim. Halaoğlum yani. Direksiyonda araba sürüyor. Hava leş gibi sıcak. Gıcır gıcır, metalik gri bir Kartal. Kartal ki arka camında yazan “hidrolik direksiyon” yazısını unutamıyorum. Amcama ait bir araba. Ama hep Süleyman abim sürüyor. Çünkü amcamın şirketinin genç ve elinden her iş gelen adamı o. Babam rütbe olarak daha yüksek ama şoförlüğü yok. Yeğeninin yanında, önde oturuyor. Konya’dayız. İstanbul’dayız. Veya ikisinin arasında bir yerdeyiz. Burasını tam hatırlamıyorum. Ama her ikisinin de bira içtiği hala canlı gözümde. Ben galiba 8-10 yaşları arasında bir yaştayım. O yüzden bana içirmiyorlar. Beni öne de çok nadir oturtuyorlar. Araba teybinde bir kaset. Karışık. Summer Hits bilmem ne… İçinde yanlış hatırlamıyorsam Madonna, Backstreet Boys, Mariah Carey ıvır zıvır bir ton şey vardı. Fakat ilk şarkı Rachid Taha’nın. “Ya Rayah”. Ud ile başlayan o ince tını, arkasından giren darbuka ritmleri ve yaz sıcağında uykuya dalışım, bu şarkıya tekrar gelebilmek adına kasedi geri sardırışım. İlk ergenlik belirtileri, ilk aşık olunanlar; bir türlü gerçekleşmeyen hayaller ve Ya Rayah. Sonra İstanbul’da o kasedin aynısından ben de aldım. Evde günlerce dinledim. Hep başa sarıp dinledim. Ama o Kartal model arabadaki tadı vermedi. Ve o çocukluk orada öylece kaldı.
Yıllar yıllar geçti sonra. Bir şekilde büyüdük. Rachid Taha ile yer yer buluştuk, yer yer ayrıldık. Bir hafta boyunca sürekli dinlediğim de oldu, 2-3 yıl boyunca hiç dinlemediğimde. Ve bir gün son anda bilet bulabildiğim bir Mohsen Namjoo konserinde, İstanbul’a geleceğini öğrendim Rachid Taha’nın. Heyecanlandım. Ulan dedim, gidilir buna. Hem nostalji olur, hem eğleniriz.
Fakat biraz ihmalkarlık, bolca maddi yetersizlik; geçim kaygısı şu bu derken, yalan oldu konser. Gidemedim. Tıpkı yıllar yıllar önce Barışarock festivalinde rahmetli Cem Karaca’nın çıkmasını beklemeden eve döndüğüm gibi(o zamanlar yaş 16 tabii, nereye dönmüyorsun) bu sefer de Rachid Taha’yı ıskalamış oldum. Her iki üstadı da son görüşüm olacakmış, bilmiyordum. Öyle pişmanım ki şimdi. Samimiyetle söylüyorum, düpedüz ahmaklık etmişim. Etmişim ki fayda getirmez, derman olmaz. Belki zaman, bu ahmaklık hissini Cem Karaca’da olduğu gibi acı bir tebessüme çevirecektir. Elime imkan geçtiği halde, ne ilk kez, ne son kez göremeden göçüp gittiler işte. Ölenle, olana ne çare?
Cem Karaca 59, Rachid Taha 60 yıl yaşayıp; “bizden bu kadar gençler” diyerek göçüp gittiler işte. Her ölüm erken ölümdü. Şair doğru söylüyordu. Ve ölüler dünyasının müzik kalitesi, yaşayanlarınkine bir fark daha atmış oldu. Artık rekabet etmek imkansız.
Sevgilerle.
Efsane bir yazı olmuş,kendimi bazı noktalarda birebir buldum.