Hangi Coğrafyanın Kaderini Yazabilirim?
“İnsan her şeyin, var olan şeylerin var olduklarının ve var olmayan şeylerin var olmadıklarının ölçüsüdür.”
– Abderalı Protagoras
Ah, bana ‘kaderimin’ bir oyunu mu bu coğrafya? Şarkılar dinliyor, şiirler okuyor, kitaplar yığıyoruz önümüze; coğrafyamıza. Doğduğumuz yerde mi başlıyoruz bu dünyadaki yolculuğumuza? Sizce bizi dünyaya getirmeyi aklının ucundan bile geçirmeyen iki yabancının yola koyulmadığı bir yolculukta, henüz biyolojik olarak tasarlanmamışken doğmuş olabilir miyiz? Belki bir göçle başlıyoruz yola, belki planlanmış bir şekilde ya da hiç umulmadık bir anda, orada bir yerde olduğumuz fark edilene dek, hayalet bir gezinti anne karnında.
Henüz kimse bizi aramadan, kimse bize ‘neredesin’ diye sormadan, ne çok yer geziyoruz. İnsanların doğumumuzun ardından bizimle ilk kez fiziksel olarak karşılaştıkları yer midir memleketimiz veya bizim kendimizi ilk kez gördüğümüz yer midir? Ne yani, yeryüzüne geldiğimizde sadece tanıdığımız bir koku ya da dokunduğumuz bir doku da olamaz mı coğrafyamız?
Atlasları bir kenara bırakın. Nerelisiniz?
Biz insanlar evrendeki fiziksel yolculuğumuz başladığında veya gözlerini dünyaya açmamış bir yenidoğanken, ihtiyaçlarımızı karşılayan, bizim dışımızda yaşayan bir dış dünyanın varlığını öğreniyoruz. Evet, bir şeyin içindeyiz ve o şeyin bize sunduklarıyla kendi varlığımız ile onun varlığını kabulleniyoruz. Öyleyse şimdi neredeyiz? Henüz kendimize sormuyoruz bu soruyu, bir şeyin içinde, bir yerdeyiz. Aslında çok basit! Var olduğumuz bir yerde yani, ‘olduğumuz yerdeyiz’. Sınırsız kullanıma açık bir kaynaktayız. Ve işte o an geliyor, insan soruyor: ‘ Burası neresi?’ Kutsal soru. Nerede olduğumuzu anlamlandırdığımız o an; kaynak bizim için insan merkezci olmaya başlıyor, çünkü biz buradayız.
İnsan merkezci çevre etiğine göre, çevre; insan için yararlı, iyi ve doğru olduğu için korunması gereken bir olgudur. E sonuçta ‘burası neresi’ diye sorduktan sonra çevresini yağmalamaya başlayan bir insan yoktur, öyle değil mi? Elbette nerede olduğunu sorguladıktan sonra asla aldığı yanıtla tatmin olamayacak olan insanın, bulunduğu yeri kendisiyle birlikte anlamlandırmaya çalışması ve olduğu yerde yeni sorular sorması kaçınılmaz olmuştur. Öyle ki, insanın yeryüzünü anlamlandırmaya çalışırken geliştirdiği ilk bilim olması, bizim için coğrafyanın nerede olduğunu açıkça gösteriyor. Bu yazı da naçizane, bu coğrafya için coğrafyanın ne anlama geldiğini yansıtacak bir yazı olacaktır.
Hangi Coğrafyanın Kaderini Yazabilirim?
Neredeyiz?
Her birimiz, bir zamanlar taşınabilir -başkası tarafından konumlandırılan- canlılardık. Peki hala böyle mi? Başımıza buyruk bir yere gidemiyorduk ancak zamanla nerede bulunduğumuzu kendimiz belirler olduk. Bir odanın içerisinde nerede oturmayı istiyorsak o yana yaklaştık, hangi ağacın altında dinlenmek istiyorsak orada durduk. Elbette hareket etme özgürlüğümüzü, taşınma özgürlüğümüzü elde etmemiz kolay olmadı. Göç etme özgürlüğümüz ise çok zordu; hepimize ait olan bu yeryüzünde hangi okula gideceğimizi coğrafi sınırlar belirledi, hepimize ortak olan anadilimizde derdimizi hangi sözcüklerle anlatacağımızı, -yani iletişim coğrafyamızı dahi- coğrafi sınırlarımız belirledi ve biz konuştuğumuz dili bile böyle anlamlandırdık. Bütün bunlara direterek, biyolojik olarak doğduğumuz coğrafyadan kendimize göç etme yolculuğunda her birimiz sığıntı olarak karşılandık. Yalnız insanların değil, tüm canlıların göç yolunu biz insanlar çizer olduk. Bizler doğaya hükmetmeye çalışırken, hükmettiğimiz doğa ise insan doğasının sınırlarını çizmeye; insan coğrafyasını belirlemeye başladı.
Coğrafya Bir Konum Mudur ve Kaderimizi Belirleyen Bir Perspektifi Düşüncelerimize İşliyor Mu?
Etimolojik olarak baktığımızda, sözcüğün kökeni Jeo (yer) ve graphein (açıklama) kavramlarının birleşimidir. Tarihin en eski uygulamalı bilimi olarak kabul edilmektedir. Yaklaşık 2000 yıl önce eski Grek medeniyetinde ‘geographika’ olarak geçen bilimin yetkinliği Arap kültürüne geçince ‘El-coğrafiyye’ olarak anılmış ve terimin özüne uygun olmayan bir çarpıklıkla dilimize geçmiştir. Sözcüklerin her zaman toplumun ihtiyaç duyduğu anlamları taşımadığı gibi, toplumların da ihtiyaç duyduğu sözcükleri ifade biçimlerinde kullanamadıkları ortadadır. Konum sözcüğünü incelemek gerekirse; eğer yeryüzünü kendi perspektifimizden açıklayabiliyorsak elbette ki açıklamaya çalıştığımız yerkürede bir konuma sahibizdir. Fizik’te ise ‘konum nedir?’ sorusunun cevabı cismin belirli bir anda nerede olduğunu açıklamaktadır. Coğrafya’ya göre ise yeryüzünde bir noktanın enlem yordam yardımıyla bulunan ‘yeri’ dir. Bir diğer tanımda şehri tanımlamak için kullanılmıştır ve şöyledir: ‘Bir şehrin uzak ve yakın çevresiyle her türlü ilişkisini sağlayan ve şehrin gelişmesini etkileyen coğrafi şartların bütünü.’ Pekala, sanırım şehirde yaşayan bir insan olarak en yakın hissettiğim tanım bu oldu!
Aslında yeryüzünü açıklama ihtiyacımız yaşam alanımızı açıklama ihtiyacımızdan doğmuştur. Bu tanım üzerine biraz daha geriye gittiğimizde sözcüğün Eski Türkçe’ de ‘konak, konulan yer, yurt’ olarak kullanıldığına ulaşıyoruz. Belki de ‘coğrafi konum’ tanımına ‘yurt bilinen yeri açıklamak’ olarak yaklaşmak da mümkündür. Böyle düşününce göç hareketlerine de ‘yurt olarak açıklanamayan yerden taşınmak, konamamak’ olarak yaklaşmak mümkün.
Hangi Coğrafyanın Kaderini Yazabilirim?
Şekillendirmek zihnimde netleşiyor. Günümüzde birçok insan göç ederek kendisine farklı konfor alanları arıyor. Geldiği yere taşıdığı birikimler ve bakış açıları, aynı anda orada konumlanan insanların bakış açılarıyla çatışıyor veya gelişiyor. Bulunduğu konuma yerleşmeye, uyuşmaya, oradaki topluluğun ya da doğanın tutunabildiği yerine tutunmaya çalışıyor. Doğasının uyumlu olmadığı bir yerden, uyum aradığı bir yere taşınan ya da doğasının uyumlu olduğu yerden uyumsuz yere taşınan insanlar için ciddi bir adaptasyon süreci söz konusu olabilirken, kimileri de çok kısa zamanda kendi doğasını bulabilmekte. Bu süreci göz önünde bulundurduğumuzda; zorlu bir göç veya zorunlu göçün ardından göç ettiği yerin yabancısı olan insan, göçtüğü yerin de yabancısı olan kişi değil midir? O halde doğaya hükmetmeye çalışırken kendi sınırlarını çizen insan kendi coğrafyasının kaderidir.
Sanırım insan coğrafyası buraya kadar biraz şekillendi.
İşte İbn-i Haldun’un olduğu iddia edilen, ‘coğrafya insanın kaderidir’ sözüne biraz da bu noktadan bakabilmemiz gerektiğini düşünüyorum çünkü bana göre; insan coğrafyasının kaderidir. İnsanın coğrafyasının kaderi olma arayışını onun kendine oluşuşuna (becoming) göç edişinde, kendi coğrafyasını arayışında bırakıyorum. Biz insanların olduğundan (being) kopuşu, konumunu değiştirme çabası elbette onu farklı bir bakış açısından bakmaya zorlayacaktır. Çünkü olduğu coğrafya insanın kaderi değil, konumudur.
Rollo May’in Yaratma Cesareti kitabında 42.sayfada yer alan altbilgiye atıf: Become yükleminin kökü, bir şeye doğru gelmek, yaklaşmak, uygun gelmek, varmak, gitmek, ortaya çıkmaya gitmek; bir varlık ortaya çıkarmak, belirgin doğayı, özü, ilerlemeyi, anlamı meydana çıkartacak şekilde gelişmek anlamına geliyor. Buradan hareketle, oluşuş ismini türettiği Becoming sözcüğü, belirme; yani olanın kendini gösterdiği bir süreç; değişme anlamına geliyor. Oluşuş sözcüğü burada, fizikte vektörlerin gördüğü işlevi yerine getirerek, insan varlığına yönü/yönleri ekliyor. Kişinin sadece varlığından bahsedilmiyor, onun oluşuşunun aynı zamanda bir yönü vardır, ya da kişi anlamı tamamlamaya, o anlama doğru ilerlemeye gider, anlama varır, ulaşır. Bu yönlenmeyi tanımlamak için de amaçlılık, niyetlilik anlamına gelen intentionality sözcüğü kullanılıyor. Olmak (being) sözcüğüyle insana bir takım nitelikleri yüklüyor, insan yaşamının anlamı deyişiyle bu niteliklerin gelecekteki bir başka oluşa, varlığa gittiğini (bu yeni varlığın da yeni anlamları içerdiğini) niyetlilik ile de gidilen konumun yönünü tamamlamış oluyoruz. Kitapta altbilgide eklenen diğer bir not ise Sartre’nin insan varoluşunun bir oluşuş olduğunu vurgulayarak, insanın ‘olduğu şey olmadığını, olmadığı şey olduğunu’ söyler.
Oluşmakta olduğumuz yerin sağladığı etkenler ve bu etkenlerin doğurduğu problemler –üretilen çözümler; bakış açımızı ve doğamızı belirliyor olabilir mi? Aristotales’e göre, ‘herhangi bir şeyin yetkinleşme sürecinin tamamlanmış ürününe o şeyin doğası denmektedir. İnsan, ev, aile, her şey o olmayı (kendi doğasına erişmeyi) amaçlar. ‘ Yani insan doğası onun son halidir. Coğrafyanın ise, insanın konumunun getirdiği bir perspektif (bakış açısı) olduğunu düşünüyorum. Buna rağmen, benim yazgımı siyasi sınırların ya da geometrik yüzeylerin şekillendiriyor olduğu konusunda pek tatmin olmuş değilim. Bununla beraber toplulukların belirli alanlarda toplanarak kader birliği yaptıklarını da reddettiğimi söyleyemem. Bu insanların ‘yerli’ oluşunu reddettiğim anlamına da gelir. Oysa ben coğrafya kavramının ve bunun insanla olan ilişkisinin doğrudan insanın coğrafya oluşuna dek genişletmek isterken aynı zamanda fiziksel olarak bulunmadığımız bir coğrafi alanın da, bizim kaderimizi etkileyebileceğini düşünüyorum. Bununla beraber nerede olduğumuzun; hem fiziksel olarak, hem de zamansal olarak aidiyet hissettiğimiz hedef noktasına doğru konumlandığını da savunuyorum. Çoğu zaman ‘nerede doğdun’ diye sorulduğunda bu soruyu doğduğumuz yılı, ayı, mevsimi de belirterek cevaplıyoruz. O halde…
Hangi Coğrafyanın Kaderini Yazabilirim?
Yeryüzünü açıklarken insanın hangi zamanın konumunda olduğu da coğrafyanın karakterini ve coğrafyaya bakışını belirtiyor. Örneğin 1980’lerin Beyoğlu’nda doğan bir kişi ile 2005’lerin Beyoğlu’nda doğan birinin insan coğrafyası farklı olduğu için, bu coğrafyayı bize açıklama tarifi elbette farklı olacak ve bu topluluklarda kendini ve çevresini şekillendirmeye çalışan insanların olaylara ve çevresine iyimserlik / kötümserlik göstermesi, hedeflerine hangi yollardan ulaştığı değişkenlik gösterecektir. O halde coğrafya insanla birlikte koşullanan ve değişkenlik gösteren bir şeydir ve bunun insanın düşünce biçimine de etkisi olduğunu söylemek yanlış olmaz. Ne de olsa hiçbir şey değişmese, ‘soluduğumuz hava’ değişiyor değil mi? Motor sesi dinleyerek şehri sosyalleştiren bireyle, insan sesi dinleyerek şehri sosyalleştirenlerin kaderi hiç aynı olur mu?
Kader dediğimiz şeyin değişkenliğini hayatımızın akışıyla, ihtiyaçlarımızın karşılanmasına olan yaklaşımımızla, öğrenilmiş çaresizliğimizle; olumlu değerlendirmek gerekirse de, değişim için gerekli olan enerjiyi ve kabul edişimizle mi eş tutmalıyız? Ya da coğrafya aslında sadece ihtiyaç duyduğumuz şeyleri ve onlara ulaşabilme imkanımızı belirlerken, bize ayna tutan bir ölçüt olarak mı kaderimize oyunlar oynar? Bizi coğrafyadan uzaklaştıran başka neler var?
“İstanbul Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nden mezun Prof. Hayati Tüfekçioğlu, İkitelli’de bir ilkokulda 512 çocukla görüştü. 100’den fazlası deniz görmediğini söyledi. 300’den fazlası Dolmabahçe Sarayı’nı Ankara’da biliyordu. Araştırmalara göre, İçinden deniz geçen şehirde, 300 binden fazla hiç denizi görmemiş çocuklar yaşıyor.”
– Yılmaz Özdil, 11 Mart 2016, Vizesiz Avrupa
Böylesine nüfus artışının ve göçlerin yapıldığı, ortasından deniz geçen bir şehirde denizi sadece televizyon ekranlarından görmek sanıyorum ki coğrafyanın dayattığı bir alın yazısı değildir. Kim bilir belki denizi görmeye gidememek, insan coğrafyasının bireye güdümlemesi ya da televizyonların esir aldığı bir çeşit sosyal asimilasyondu. Neyse ki biraz araştırınca, denizi görmeyen ve görmeyi kabul eden insanların bir kısmına boğaz turu düzenlendiğini öğrendim. Ancak biliyorum ki her şehrin ortasından deniz geçmiyor ve her şehir bilgiye maruz bırakan, öğreten şehir değil.
Benim coğrafyamı açıklarken sorduğum sorulara bulduğum karşılıkların bir kısmını sizlere aktarmak istedim. Benim için en ideal coğrafya, sorular sordurabilen coğrafyadır. Sizce hangi bilgiye ihtiyacımız olduğunu da coğrafya mı belirler? Öğrenme ve uyuşma alanlarımızda coğrafyanın bizi yavaşlatıyor olması coğrafyayı değerlendirmede bir çeşit ‘coğrafi kalite’ ölçütü müdür? Bizim için kaliteli olan coğrafya bizi hızlandıran coğrafya mıdır, nerede duracağımızı öğreten – geliştiren – dinlendiren coğrafya mıdır? Yaşadığımız şehri, aylardır dışına çıkmadığımız mahallemizi, yıllardır gitmediğimiz köyümüzü ya da coğrafyamızın kaderini taklit ediyor, ulaşana dek varış noktamıza öykünüyor olabilir miyiz?
Hangi Coğrafyanın Kaderini Yazabilirim?
Kimlerin kaderi değişir ve kimler insanların kaderini değiştiriyor? Coğrafya fikirlerin doğmasını geciktiriyor ya da hızlandırıyor mu? Her şeyin haritasını çizemez miyiz? Kaderimiz ya da karakterimiz yurt tuttuğumuz bir haritanın uzantısı mıdır? Karma toplumlar halinde coğrafyanın öyküsünü mü yazıyoruz? Siyasi sınırları bulunan devlet bir topluluk mudur? Bana göre, siyasi sınırlar coğrafya yoluyla insanı coğrafyasından uzaklaştırıyor olabilir. Bazılarımızın ideal konumu ise henüz yeryüzüne gelmemiş olabilir. Var olmak için konuma ihtiyacınız varsa varlığınız hangi noktalara ya da hangi görülmemiş denizlere, hangi tepelere bakıyor? Belki bir gün farklı yerlere bakıyorken birbirimizi görüyor oluruz!
Sen kendi haritanı çizerken hangi noktayı sabit aldın ve şuan bu haritada neredesin? Haritayı çizmeye hangi zaman aralığında başladın? Coğrafyanın nerede olduğu senin onu haritanda nereye konumlandırdığınla bağlantılıysa, coğrafyanın kaderi senin ellerinde olabilir.
Yeryüzünü açıklamanın ve anlamlandırmanın ölçütü nedir ki?
Atinalı Platon şöyle diyordu:
“Ölçü, yiğitlik, büyüklük gibi öteki bütün değerler karşısında da doğuştan bozuk olanla olmayanı ayırt etmeliyiz. Yoksa insanlar da, devletler de değerleri ararken kendilerini körü körüne ‘…’ kötü dostların, kötü devlet adamlarının ellerine bırakırlar.”
Kaynakça:
- Kapak Resmi: MARYNN
- Devlet, Platon, Çev. Sabahattin Eyuboğlu – M.Ali Cimcoz Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları 2. Basım, Eylül 2000. (530e – 541b)
- (Aristotales, Politika, çev. Mete Tuncay, İstanbul Remzi kitabevi, 1975)
- William D. Pattison, The Four Traditions of Geography, 2003, Ege Cografya Dergisi, 12, Çev. Yılmaz Arı
- Cografya Terimine Etimolojik Bir Yaklaşım Ve Otesi, Tunçay Özdemir
- lZBlRAK, R., Cogratya Terimleri Sözlüğü, Ankara, 1964.
- https://fizikdersi.gen.tr/konum-nedir/
- tr.m.wiktionary.org/wiki/konum
- Rollo May, Yaratma Cesareti, 2003, Metis, çev. Alper Oysal
- Aristotales, Politika, çev. Mete Tuncay, İstanbul Remzi kitabevi, 1975
- Devlet, Platon, Çev. Sabahattin Eyuboğlu – M.Ali Cimcoz Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
2. Basım, Eylül 2000. (530e – 541b) - Şehir | Ne Diyoruz Ne Anlıyoruz | youtu.be/odlCGJNLSyM
Konunun girişindeki samimi ve edebi sorgulayacı cümlelerin ardından, çeşitli referanslarla düşünceni delillendirmen yazıya düşünsel bir hüviyet kazandırırken aynı zamanda çok içten bir fikir beyan ediyor. “Coğrafya Kader Midir?” münazarasından sonra böyle bir yazıya okumak da ayrıca bir zevkti Ümran, kalemine sağlık.