O keman kaşlarından gözüm kan ağlıyor
Dünya karışacak o göz ile o kaşlar karşısında
Sarhoşluk uykusunda yüzü gül bahçesine, siyah kaşı gölgeliğe benzeyen
O güzel yüzlü Türk’ün gözlerinin kölesiyim
ah… ah ey gönlüm…
Kâfir yürekli olan sen zülfünü yüzüne perde yapmıyorsun ve
Mihrabımı o gönül alıcı kaşlar döndürecek diye korkarım
(beni dinimden edeceğinden korkarım)
Hafız sevgide ne kadar uyanık, yüksekte uçan bir kuş olsa da
Gamze okuyla avladı gözlerin o keman kaşları
Hoş sarhoşluk uykusunda yüzü gül bahçesine, siyah kaşı güneş şemsiyesine benzeyen
O güzel yüzlü Türk’ün gözlerinin kölesiyim
Ah gönlüm ah…
Şiir: Hafız-ı Şirazi
Hafız Şirazi bu yüzyılları aşan eserinde sevgisini büyük bir cömertlikle ifade ediyor “O güzel yüzlü Türk’ün gözlerinin kölesiyim” diyor. Hafız’ın dünya görüşünde yaşamın sevilmesi ve aşkın hakkını vererek yaşanması gerekmektedir. Bu beyiti de onu kanıtlar niteliktedir “aşkla diri olmayanın, ölmeden cenaze namazını kılıverin”. Bu şiir insana sevmenin aslında ne olduğunu, nasıl ifade edileceğini en yüksek ustalıkla gösteren bir eserdir. Şiir insanı bulunduğu zaman ve mekandan kesinlikle koparıyor. Hafız’ın şiirleri bir nevi zaman makinası gibi bizi 14. yüzyılda İran’da bir gül bahçesine götürüyor. Okuyan kişiyi bir yandan mutlu ederken bir yandan da Hafız’ın şiir malzemesini kullanma cömertliği sebebi ile insan şiirin altında kalabiliyor. O da nasıl oluyor yahu insan hiç şiirin altında kalır mı demeyin sevgili dostlar. İnsan bazen şiirleri içinde taşıyamayacak kadar küçük kalıyor, işte böyle durumlarda da benim gibi taşıyamadıklarını kağıda döküyor.
Hafız rind kelimesinin sonuna kadar hakkını veren insandır. Bunu, Yahya Kemal Beyatlı Rindlerin Ölümü eserinde şöyle ifade etmiş:
Hafız’ın kabri olan bahçede bir gül varmış;
Yeniden her gün açarmış kanayan rengiyle
Gece bülbül ağaran vakte kadar ağlarmış,
Eski Şiraz’ı hayal ettiren ahengiyle
Ölüm asude bahar ülkesidir bir rinde
Gönlü her yerde buhurdan gibi yıllarca tüter
Ve serin serviler altında kalan kabrinde
Her seher bir gül açar, her gece bir bülbül öter
Bu çağları aşan kişilik sadece bizim edebi dünyamızı etkilemekle kalmamış aynı zamanda Joseph Von Hammer tarafından Almancaya tercüme edilince Batı dünyasında gazel rüzgarları esmeye başlamış ve hatta Almanların büyük şairi Goethe bile Hafız Şirazi’den etkilenip Doğu-Batı Divanı adlı eserini kaleme almıştır.
Hafız Şirazi’nin Şiraz’ı kanlı bir şekilde işgal eden Timur ile tatsız bir şekilde karşılaşması ve herkesin başı alınırken O’nun bu karşılaşmadan sonra Timur nezdinde ikram ve ikbale ulaşması ise Hafız’ın bilgeliğine bir ispattır.
Timur, Şiraz halkına altından kalkamayacakları yeni vergiler koymuş; vergilerini ödemeyenleri ağır şekilde cezalandırmaktadır. Hafız da kendine salınan vergiyi ödeyemeyenlerdendir. İfadesi alınırken bu imkansızlığı söylediğinde, vergi ya da yargı memurları O’nun dillerde dolaşan şu cömert ve rindane deyişini yüzüne vurmuşlardır:
“Eger an Türk-i Şirazi bedest ared dil-i mara
Behal-i hinduyeş bahşem, Semerkand’ü Buharara”
(Eğer o Şirazlı Türk güzeli gönlümüzü tutsak ederse; Yanağındaki siyah ben için Semerkant’ı da, Buhara’yı da bağışlardım)
Yaşlı ve ulu çınar Hafız, Timur’un huzuruna da aynı gerekçeyle çıkarılır. Hafız’ın halk arasında dolaşan kalenderane deyişi, Timur’a ulaşmış ve O’nun da dilindedir: “Sen ki sevgilisinin yüzündeki bir ben için Semerkant ve Buhara’yı bağışlayacak bir kerim adamsın ey Rind!… Ya nice yoksulluktan söz eder ve saldığımız vergiyi ödemezsin”
Hafız’ın Timur Han’a cevabı, O’nun hoşnutluğunu kazanmaya yetecek belagattadır:
“İşte ey Han’ım, bu ölçüsüz cömertliğimiz yüzünden bu hallere düştük!.