Fikrin ortaya çıkışını etkileyen faktörler nelerdir?


 

 

Burada tamamen, komple soruyu kıracak bir şey var; yıkacak bir problem, yaklaşım var. Biz fikrin bir anda çıkan bir şey olduğunu zannediyoruz, çünkü kitaplar bize böyle dedi. İyi fikir bulun, dediler. İyi fikir bitti arkadaşlar, iyi fikir yok artık. Çünkü iyi fikirler silsilesi var aslında, iyi kararlar silsilesi var hatta. Yani bir iş kuran birisi, iyi bir iş yaptığında günde binlerce karar alıyor. Bu binlerce kararın onlarcası kritik kararlar oluyor, onun içerisinde. Kimin işten çıkacağı, kiminle anlaşma yapacağı, o anlaşmaya nasıl gideceği, nasıl bir teklif götüreceği, malı nasıl kalitelendireceği… Bir sürü şey geliyor. Bir tane değil. Biz hikâyenin özetini dinleyip anlamaya çalışıyoruz ya, problem orada oluyor.

 

Şimdi hikâyelerin -bak genel probleme gidelim- iki tane şeyi vardır; dramaturjisi, dokusu. Dramaturji, yayın akışıdır. Bize anlatılan başarı hikâyeleri dramaturjilerle doğru. Önce bu oldu, sonra bu oldu, sonra da çok iyi film çekti falan. Ha o zaman benim başıma da bu gelirse, bu gelirse çok iyi film çekerim. Yok, öyle bir dünya. Doku diye de bir şey var. Doku da oradaki akışın günlüğüdür.

 

Bunu anlamaları için, öğrencilerime şöyle bir ödev veriyorum; -tasarım hocalığı yaparken- şimdi öğrencilerime soruyorum, ne olmak istiyorsunuz? Birinci sınıfta yüzde ellisi şey diyor -tasarım öğrencisi ya- tasarım ajans sahibi olmak istiyorum. Gerçi yüzde elli bunu istiyor. Ben de şeyi soruyorum; ha o zaman bir ajans sahibinin günlük hayatını bana anlatın. Kaçta kalkar, nasıl bir kahvaltı yapar, kitap okuyabilir mi, dinlenebilir mi, nasıl kararlar alır, kimlerin canını yakar, eğlenebilir mi, mutsuz mudur? Bunları öğrenin. Yolluyordum ajanslara, röportaj yapıyorlardı. Öğrenip geri gelip hepsi şey diyordu; ben ajans sahibi olmak istemiyorum. Çünkü niye, dokuya baktı. Onun günlük hayatına baktı. Bayağı nasıl kritik kararlar verdiğini, stresten uyuyamadığını, bütün sorumluluğun üzerinde olduğunu… Ama o ajanstaki bir çalışan olduğu zaman, tamam çok daha fazla çalışıyorsun, daha az para kazanıyorsun ama karar mekanizmaların aşağı doğru indikçe düşüyor ve bunun da bir dengesi var. Kişisel olarak da bazıları isteyebilir bu arada, önemli değil ama en azından bilinçli isteme çıkar. Doku dediğim de o aslında.

 

Dolayısıyla bütün bu hikâyelerde, yani o fikir bulma dediğimiz şeyde de bir doku var. Şöyle örnek vereyim; doğru arkadaşların varsa, doğru ortamdaysan işler daha doğru ilerleyebilir. Fikir bu olabilir yani. İş fikri, pıt pıt pıt çıkmasına gerek yok. Senin o insanlarla doğru iletişimin… Biz sürekli bu atölyede beş yıldır her gün binlerce konuyu konuşuyoruz, iş yapıyoruz, bir şey öğretiyoruz, üretip tekrar konuşuyoruz, konuşup tekrar üretiyoruz. Bu böyle çıkıyor yani. Binlerce kez olmasıyla çıkıyor. Dolayısıyla tekil bir şey yok. Tekil bir şey varsa o da sezgisel. Nedir efendim? Ya bu sistem çok sıkıcı, burada bir şeyler denenmiyor.