Kant: “öğrenebilecek felsefe yoktur; ancak felsefe yapmak öğrenilebilir” sözü ne ifade ediyor?


 

Bu felsefeyle bilim arasındaki farkı gösteriyor. Bilim, tonlarca kez sonra artık biliyoruz ki; doğru, kesin ve kanıtlanabilir bilgidir. Yani illa matematiksel olabilir veya olmayabilir ama bilgidir. Ve yine biliyoruz ki bilimin bazı temel özellikleri vardır. En temel özelliği, doğru bilgi olmasıdır. Ama her doğru bilgi, doğru bilgi olmak bakımından bilim değildir. Yani ben şu an şu anda konuşuyorum, bu doğru bir bilgi ama bu bilim değil. Bilim bir olgular grubu için doğru olan bilgidir. Bir olgular grubu, mesela taşın serbest düşmesi, ışığın yayılması, suyun kaldırma gücü, gökcisimlerinin hareketi, bunların hepsi bilim. Demek ki bir olgular sınıfına ait olacak ve aynı zamanda bu olgular sınıfında değişmez, deyim yerindeyse, zaman dışı ilişkileri ifade edecek, genel/tümel önermeler. Aynı şeyi söylüyorum; “filanca taş, filanca zaman ve ortamda filanca şekilde düştü” dediğimizde bilim olmuyor, tikel bir olayın gözlemi/tespiti diyoruz buna. Ama ne zamanki “boşlukta cisimler Galilei‘nin gösterdiği gibi zamanın bilmem karesiyle ivmenin kendisiyle doğru orantıyla düşer” dediğimiz zaman bilim oluyor. Bir sınıfla ilgili genel, tümel, zaman dışı, değişmeyen münasebetleri dediğinizde bilim oluyor, bu doğru bilgi, bu kesin. Hangi bilgi olursa olsun. Tarihte de bilim olabilmesi için buna benzer bazı özelliklere sahip olması lazım ama felsefeye gelelim şimdi. Çok basit bir şey; felsefede böyle bir bilgi yok.

 

Felsefe neyden meydana gelir? Filozofların dünya hakkındaki, deyim yerindeyse; görüşlerinden, yorumlarından, açıklamalarından meydana geliyor. Ve felsefede demek ki ortak, genel, herkes tarafından benzeri yöntemlerle veya tahkik edilebilir, doğrulanabilir bir bilgi yok. Heraklitos diyor ki “Her şey akıyor”, Parmenides de diyor ki “Hiçbir şey akmıyor”. Sokrates diyor ki “Erdem bilgidir, hiç kimse bilerek kötülük yapmaz”, Aristoteles buna karşı diyor ki “Erdemin bilgiyle bir ilgisi vardır ama esas itibariyle başka bir şeydir”. Epikuros diyor ki “Mutluluk hazdır”, Kant ne diyor? “Hayır. Mutluluk, ödeve uygun davranmaktır”. John Locke diyor ki “En iyi ve doğru siyasi rejim, kişilerin rızasına dayanan demokratik rejimdir”. Buna karşı Aristoteles veya Platon ne diyor? “Siyaset bir bilimdir ve o bilgiye sahip olan kişilerin -yani seçkinlerin- bu bilgiye uygun olarak yönetmesi doğrudur.” Bundan çıkan rejim de herhalde demokrasi değil. Gördünüz değil mi? Siyaset, ahlak, kozmoloji veya doğa felsefesi, hepsi birbirinden farklı görüşler. Burada bir doğru yok. Deyim yerindeyse felsefe, sanat eserine benziyor. Aynı objeyi bir sanatçı başka bir sanatçıdan farklı bir şekilde görüyor, çiziyor hatta kendine göre değiştiriyor. Onun için bir sanat eseri, aslında konusu neyse onu değil de, sanatçının kendisini anlatır derler, doğrudur. Sonuçta fotoğraf makinesi değil.

 

Şimdi eğer durum böyleyse Kant’ın sözü ne anlama geliyor, “Öğrenilecek felsefe yoktur”. Yani, “Ben gideyim Kant’ın felsefesini öğreneyim”. “Çocuklar bakın, gidin mutlaka Platonun felsefesini, Aristoteles’in felsefesini öğrenin, bu önemlidir.” Bu yanlış bir cümle. “Felsefe yapmayı öğrenin”, bu doğru bir cümle. Demek ki, felsefe yapmak başka bir şey, felsefe yapmanın sonunda oluşan ürünün nitelikleri ve özellikleri başka bir şey. Bilimde buna benzer bir durum yoktur. Bilim yapmakla bilim yapan adamların sonunda varmış oldukları bilimsel sonuçlar birbirine benzer. Bilim yapmanın yolu da bellidir, hatta bunun için kitaplar da yazılır: bilimsel araştırma yöntemleri. Doğru yöntemdir onlar. Bilimsel araştırma usulleri, onlar da doğru usullerdir, onları yapmanız gerekir. Bilimsel bir sonuca varırsınız, örneğin Arşimet’in Sıvıların Kaldırma Kanunun; aynı yoldan giden, aynı yöntemi kullanan, aynı deneyi yapan bütün herkesin aynı şekilde varacağı bir sonuç olur. Gördünüz mü? Demek ki yollar da aynı ve müşterek, varılan sonuçlar da müşterek.

 

Peki felsefede? “E gidin siz Kant’ın felsefesini takip edin.” Edebilirsin etmeyebilirsin ama Kant şunu söylüyor bize: “Felsefe yapmanın kendisinin, deyim yerindeyse, takip edilmesi ve uygulanması gereken yöntemi vardır. Vardır tabi, bu da ne olduğu belli: Felsefe yapmak ne demektir? Birkaç şey… Çok basit olarak konuşuyorum, yani teknik ve bilimsel araştırma yöntemlerinin kitabını yazmıyoruz şu anda. Öncelikle felsefe yapmak için, dünyayı merak etmek gerekir. Yani dünyayı bilme ve açıklama arzusuna sahip olmak gerekir. İkincisi, dayanacağınız birtakım verileriniz olması gerekir. Yani ben gözümü kapattım, kendi kendime hayal ediyorum, böyle bir şey olmaz. Veriye ihtiyaç vardır, peki veri nedir? Tarih felsefesi yapıyorsanız tarihî olaylar, doğa felsefesi yapıyorsanız doğa yasaları ve doğa hakkındaki bilgilerimiz, siyaset felsefesi yapıyorsanız insan, toplumlar ve siyasi rejimler hakkında geçmişte gözlemlenebilen ve bilinebilen olaylar… Hatta geçmişte siyaset üzerine konuşan insanların yaptıkları şeyler, siyaset üzerine konuşan filozofların getirdiği teoriler. Dayanacağınız bir malzeme olacak, malzemeyi masa başında gözünüzü kapatarak çıkaramazsınız. Ve bu malzeme, deyim yerindeyse, iyi kötü, sınavdan geçmiş, denenmiş ve sınanmış bir malzeme olacak.

 

Örneğin, demokrasi üzerine konuşacaksınız ister Platon gibi konuşun ister Locke gibi konuşun. Bakın, Locke gibi konuşuyorum: “Demokratik bir rejimin amacı, insanların toplum halinde huzur ve güvenlik içinde yaşamalarıdır.” Bu cümlem, deyim yerindeyse, dogmatik, metafizik, ütopik veya hayali bir cümle mi? Yoksa insanlar ve toplumlar hakkında tarihte elde ettiğimiz birtakım verilere dayanan bir cümle mi? Çünkü siz dersiniz ki “E gayet tabii insanlar güven içinde olmak isterler, aptal değiller ya?” Eğer sen bu cümleme bir filozof olarak karşı çıkmak istiyorsan, çünkü ben bununla liberal bir yere varacağım; bana, insanların huzurun yanında, insan olmak bakımından başka birtakım hedefleri olduğunu göstermek zorundasın. Gösterebilirsin de, örneğin “İnsanlar aynı zaman da güç de isterler”. Güzel, şimdi konuşmaya başladık. Ben de derim ki “Huzur ve güvenliğin dışında yalnızca güç peşinde koşmak, acaba toplumun mutluluğu için kalıcı bir durum getirir mi?” Sen bana karşı konuşan, hatta bir faşistsindir ve faşist bir noktainazardan, kudret irâdesinden bahsedersin ama bana söyleyeceğin şeyler benim söylediğimle aynı düzlemde olması gerekiyor. Yani sen bana bu sözleri söylerken de birtakım verilere dayanman gerekiyor, bundan neyi kastediyorum; Hepimizin bildiği, dayandığı veya dayanabileceği ortak hayatımıza ait veriler, tarih ve insan gibi… Şunu da diyebilirsin: “Hocam, benim babam vardı, hiç bunlardan anlamazdı. O bizi döverdi ve güç peşinde çok koşardı.” E ben de sana derim ki, baban ölçü mü? Veya “Bizim bir cumhurbaşkanımız vardı, derdi ki: ‘Önemli olan güç peşinde koşmak ve başka toplumları emrimiz altına almaktır.” E ben derim ki, bu da ölçü değil. İşte konuşma böyle başlar.

 

Sonuca varıyorum, Kant’ın söylemek istediği şey şu: Öğrenilecek felsefe yoktur ama felsefe yapmak öğrenilebilir. Çok basit olarak söyleyeyim, mesela biz felsefe yapmayı bilmeyiz. Çünkü biz birbirimizle konuşmayı da bilmiyoruz, yani kendi kendimize konuşmayı da bilmiyoruz. Birbirimizle konuşmak da bir diyalogdur, insanın kendi kendine konuşması da bir diyalogdur. Fark ederseniz ben şu an kendi kendime diyalog yapıyorum. Bu öğrenilebilir mi? Öğrenilebilir. Çaba sarf edersen öğrenilebilir. İnsanlar, birbirinden felsefe yapmayı öğrenmişler. Son bir cümle söyleyip konuyu kapatalım. Kant diyor ki, felsefe nedir? Felsefe, bir düşünmedir. Bilim de bir düşünmedir. Felsefe; akla uygun, akılsal ve genel düşünmedir, bilim de aynı şekilde. Felsefeyi bilimden ayıran şeyin ne olduğunu söyledim, esas itibariyle. Ama felsefenin temel vasfı şudur: Kendini akla dayanan (yani akılsal) nedenlerle (yani gerekçelerle), temellerle, haklı çıkarma iddiasında ve imkanına sahip olan herhangi bir düşünce felsefidir. Bakın, Kant’ın bu söylediği çok çok önemli bir şeydir. Bir düşünce ve iddia ileri süreceksin, bu iddiayı ileri sürmen için bir gerekçeye dayanacaksın. Bu gerekçe nasıl olacak? Örneğin, “Ben krallığın (monarşinin) çok iyi bir rejim olduğunu düşünüyorum”. Niye diye soruyorum sana, sen de diyorsun ki “Çünkü dün akşam rüyamda (meşhur Osmanlı şeyhülislamı) Ebussuud Efendi göründü ve dedi ki ‘Bak Osmanlı Devleti padişahlık sayesinde çok ileriye gitti, padişahlık rejimi çok iyidir o yüzden bu rejimde kalmanız lazım”. Şimdi bu, kendisini akla dayanan bir gerekçeyle mi meşrulaştırıyor? Ne ile meşrulaştırıyor, rüyayla.

 

Ben akıl kelimesini çok genel kullanıyorum, akıl derken sadece mantığı falan kastetmiyorum. Akıl; bizim şimdiye kadarki hayatımızdan -kendi, etrafımızdakilerin, bizden öncekilerin veya toplumların hayatlarından- her alanda edindiğimiz tecrübe ve bilgilerin toplamı olan şeydir. Biraz evvel ne dedim, “İnsanlar huzur ve emniyet içerisinde olmaktan mutlu olurlar.” İyi çünkü bu bilgiyi biliyoruz biz. Veya “Rejimler, rızaya dayanmalıdır. Yani bir rejimin meşruiyeti; o rejimde idare edilen insanların, o yöneticiden memnun olmaları ve onu kendi istekleriyle seçmeleridir.” Bak, basit bir cümle, Aristotales de bunu söylüyor: “Rıza kavramı, herhangi bir rejimin meşruiyetinin temelidir.” Bu size, mantıklı bir cümle gibi gelmiyor mu? Veya “Rejimler rızaya dayanmamalı, içlerinden bir adamın özel karizmasına veya sahip olduğu kudret ve güce dayanmalıdır. Mesela, askerse -ve hatta- genelkurmay başkanıysa, emrinde bulunan askerlerin sahip olduğu ateş gücüne dayanmalıdır”. Size mantıklı ve makul geliyor mu? İşte neden gelmiyor, felsefe budur.

 

Felsefe yapmak öğrenilebilir. Felsefî düşünme öğrenilebilir. Hatta bence dünyada, insan hayatıyla ilgili olaylarda (İnsan hayatı derken bilimde değil -evlenme boşanmak, çocuk yetiştirmek, meslek sahibi olmak gibi) hemen her alanda takip edilmesi gereken tek bir düşünce tarzı varsa, o da felsefi düşünme tarzıdır. Bak bilimsel bile demiyorum çünkü bilimin bununla ilgisi yoktur. Örneğin sen bana gelsen, “Hocam, evlenmek istiyorum, acaba bana bir tavsiyede bulunur musunuz?” diye sorsan ben sana “Git fizik oku, iletişim oku.” Demem -hatta iletişime biraz da imkan veririm çünkü iletişimin içinde biraz felsefe de vardır. Felsefe; ne yapmak istiyorsun, niçin yapmak istiyorsun, gerekçelerin neler, ileri sürdüğün bir iddia ve yapmak istediğin bir davranış ve eylemi, acaba iyi-kötü elimizde bulunan bilgi, tecrübe, malzeme veya deneyle -ve elbette- akılla haklı çıkarabilir miyiz? Felsefe budur. Tabi felsefî bilgi var, bilimsel bilgi, tecrübî bilgi var…

 

Ben akıl kelimesini çok kapsamlı yaptım, akıl derken yalnız iki kere ikinin dört ettiğini söyleyen şeyi kastetmem, o da akıldır. Akıl derken yalnızca mantığı kastetmem. Yani a eşittir b ve b eşittir c ise a eşitti c’dir, tamam bu akıl, farklı bir iddiam yok. Ben akıl derken insanın; duyu, gözlem, teşhis, tespit, sezgi, bilgi, geçmişten gelen -yalnızca kişinin değil aynı zamanda toplulukların- deneylerinin toplamı ve sonunda elimizde kalan şeyi kastediyorum. Mesela bir deney yapalım size. “Dünya düzdür.” E tabi, bize düz gibi geliyor. Bütün dünyada uzunca bir süre dünyanın düz olduğu düşünülmüştür ama ta Antik Yunan’dan itibaren bazı insanlar “Hayır, düz değildir!” demişlerdir. Bu deneye karşı başka deneyler yapılmıştır. Hani uzaktan bir gemi geldiği zaman önce yelkenin sonra gövdesinin görülmesini anlatmışlardır, bu da bir deneydir. Zaman içinde ne anlaşılmış, duyuların hepsi aynı ölçüde doğru değil. Başka bir örnek olarak, uzunca bir süre insanlar sırf -deyim yerindeyse- iptidai ve basit deneylere dayanarak, diyelim ki, Güneş’in doğduğunu ve battığını söylemişlerdir. Bize de öyle gelmiyor mu, Güneş doğuyor ve batıyor. Ama çok kısa bir süre içerisinde insanlar “Doğan ve batan Güneş değil, biz dönüyoruz” demişlerdir. Hem de ta Antik Yunan’dan itibaren “Dünya dönüyor” demişlerdir. Ama insanların çok büyük bir kısmı, hatta hala benim memleket Urfa’da insanlar “Güneş doğar ve batar, Dünya dönmez” diye inanmışlardır. Dilimize de böyle geçmiştir, bunda hiçbir zarar yok. Şunu söylemeye çalışıyorum. Bugün, Dünya’nın kendi ve Güneş’in etrafında döndüğünü, yirmi dört saatlik döngünün kendi etrafında dönmesiyle oluştuğunu, burada mesela saat öğlen üç iken Amerika’da daha sabahın altısı olduğunu bilmiyor muyuz? Bu da bir deney değil mi? İstersek filmden biliyoruz, istersen çocuğum Amerika’da olduğunda telefon ettiğim zaman biliyorum -mesela konuşuyorum kendisiyle, bana diyor ki “Baba burada saat gece on bir” ben diyorum “Burada saat gündüz on”. Gördünüz mü, bu da bir deney. Şimdi bütün bunları, bu deneyleri öğrendikten sonra hangi makul gerekçelerle Güneş’in doğup battığını savunabiliriz? Bunlar artık palavra şeyler, bunlar bitti. Öbürü daha makul bir gerekçe, ben bu akıl diyorum.

 

Akıl, şu ana kadar sahip olduğumuz doğru bilgilerin toplamıdır. Sadece doğru bilgiler de değil, doğru görüşler ve doğru duygular… “Özgürlük iyi bir şeydir. İşkence kötü bir şeydir.” Bu aynı zamanda bilgi. İnsanlar işkence edilmesinden hoşlanmışlar mıdır? Hoşlanmamışlar. İnsanlar özgürlükten hoşlanıyorlar mı? Hoşlanıyorlar. Bakın, bu doğru bilgi mi, doğru duygu mu veya doğru eylem mi? Bunların hepsi, benim için, Kant’ın sözünü ettiği anlamda akla dayanan gerekçe ve verilerdir. Felsefe budur. Bu yaptığınız zaman milliyetçiliği de savunabilirsiniz, demokrasiyi de, krallığı da, soyluluk rejimini de… O zaman farklı farklı felsefeler çıkar. Kimi materyalist olur, kimi idealist, kimisi oligarşi taraftarı olur, kimisi demokrasi taraftarı, kimisi ahlakta hazcı olur, kimisi ödevci -hiç oralara girmedik bile. Hepsi birbirinden tamamen farklı.