Elit zümre ile halk arasındaki ilişki nasıl olmalıdır?
Böyle başlayan konuşmalardan hoşlanmam ama deyim yerindeyse, dünyanın hiçbir yerinde, bizde olduğu kadar elit zümre ile halk arasında kopukluk, karşıtlık ve çatışma yoktur. Hatta belki de bizim tüm kültürümüz bunun üzerine kuruludur. Şu an bunu yaşıyoruz biz, siyasette de onu yaşıyoruz. Bu yalnız bize mi aittir? Hayır, Antik Yunan dünyasında da bunun başlangıçları vardır; sıradan, sokaktaki insan ve filozof, aydın, entelektüel ve siyasetin bilgisine ondan daha fazla sahip olan. Yunanistan’da Platon’un yaşadığı MÖ. 5. ve 4. yüzyıllarda, site içerisinde demokrasi ile oligarşi arasında kavga var. Demokrasi taraftarları yurttaşlığa ve eşitliğe dayanarak yönetime katılmak istiyorlar. Platon’un da ait olduğu aristokrasi ve oligarşi taraftarları da yönetimin bir bilgi, tecrübe, imkân ve sanat olduğunu ve dolayısıyla onların katılmaması gerektiğini söylüyor.
Bu elit ile sokaktaki insan kavramlarını Yunan dünyasında en fazla Platon işliyor ve geliştiriyor. Örnekleri de hatta kötü niyetli örnekler; mesela hekimle hasta, gemi kaptanıyla tayfa örnekleri. Diyor ki: “Bir gemi fırtınaya yakalansa, insanlar tayfaların sözüne mi yoksa kaptanın sözüne mi uyacaklar?” E iyi de toplum bir gemi midir? Bir toplum sabah akşam fırtınayla mı karşılaşıyor? Bir toplumun bekâ sorunu mu var? Şimdi nereden nereye gelmek istediğimi anladınız mı? Bu elitler böyle bir şey de yaparlar; aman bir tehlike, canavar, dış düşman… “Bekâ sorunu var, onun için biz memleketi kurtarmak için şunu şunu yapalım” derler. Fakat İslam dünyasında, bu özellikle orta çağda çok daha yaygın. Enteresan bir şey söyleyeyim, İslamiyet aslında elitist bir din değildir. Daha doğrusu hiçbir din elitist olmaz -bu iyi bir bakış noktası oldu şimdi bizim için. Dinler eşitlikçidir. Dinler, genel olarak insana hitap eder. Kadın-erkek ayrımı bile yapmaz veya yapsa bile bunu temel belirleyici esas olarak yapmaz. Ne ibadetlerde ne kurtuluş bakımından fark yoktur. Dinler çok eşitlikçidir. Hıristiyanlık da öyledir, Müslümanlık da öyle. Öyle olmasa din olmaz.
“Peki hocam, dinler hiyerarşi de kabul etmezler mi?” Onu da kabul ederler. Bakın bu da enteresandır çünkü dinlerin birbirinden farklı fonksiyonları var. Dinler bir taraftan bütün insanların dini ihtiyaçları, kurtuluş, mutluluk, teselli, ölüme ilişkin ihtiyaçlarını karşılıyorlar. Bir taraftan dinlere çok daha önemli bir ihtiyaçları var; büyük toplulukların kurulması için gerekli olan uysallaştırıcı ve itaat ettirici kurallar koyuyorlar. Bakın bu ikisi birbirinden farklı şeyler. İtaat ettirici, uysallaştırıcı ve düzene uyucu kurallar koyduğunuz zaman hiyerarşiye ihtiyacınız var. Yönetimi de meşrulaştırıyorlar, dinlerin görevi o zaten. Bakınız, küçük dinler küçük toplulukları, büyük dinler büyük toplulukları, imparatorlukları yönetirler. Yöneticiye itaat ettiriyorlar. Bakın İslamiyet’te de bu gayet güzeldir. Yönetici için ne diyor? “Herkes ulu’l-emre (yönetenlere) itaat etmeli.” Demek ki kademelendirici, hiyerarşici bir bakış açısı bu. Bazıları yönetici olacak, bazıları yönetilecekler. Yönetilenler, yöneticilere itaat edecekler, halifeye veyahut cumhurbaşkanına… Fakat öbür taraftan yöneticiye diyor ki, sen de işlerinde danışacaksın. Fark ettiniz mi? Demek ki hem hiyerarşiyi hem de temel eşitlik duygusunu… Çünkü, solidariteyi de sağlıyor dinler. Dinler bu yönden çok enteresandır, bunları felsefeyle yapamazsın.
Dedim ki, dinler elitist olmazlar, eşitlikçidirler. Dinler o kadar da eşitlikçiler de demeyeceğim, çünkü çok fazla eşitlikçi olduğun andan itibaren anarşi imkânı ve ihtimali ortaya çıkar. Solidarite dersin ama anarşi demezsin. O zaman ne dersin? Hem hiyerarşi ve itaat hem de dayanışma, sevgi, kardeşlik… “Bütün Müslümanlar birbirinin kardeşidir.” Demek ki bakın bu elitist bir görüş değil fakat felsefeler elitist, özellikle Platon’dan gelen felsefe elitist. İslam filozofları da elitisttirler. Aslında bakarsan bütün filozoflar elitisttir. İslam filozoflarının elitist olduğunu biliyoruz zaten. Tarihi bilgi olarak söylüyorum, İslam filozofları aynen Platon gibi elitisttirler. Hatta şöyle derler, o elitistlikleri onları şu noktya götürür: “Filozof ile peygamber aynı adamdır. Felsefe ile din birbirinin aynısıdır” Bunları çok özet olarak söylüyorum.
Felsefe; dinin ele aldığı veya üzerinde açıklama getirdiği konuları bilimsel olarak açıklar. Din; felsefenin bilimsel ve kanıtsal olarak ortaya koyduğu şeyleri, halkın anlayacağı bir mecazla, sembolle ve şiirsel olarak ifade eden şeydir. Yani felsefe bilimdir, din şiirdir. Niye? Çünkü toplum ikiye ayrılır; Entelektüel olanlar ve entelektüel olmayıp daha duyusal, daha hitabî olan halk. Halka, cennetin akılsal mutluluk olduğunu, filozofların bir araya gelip de mutlu mutlu konuşacakları bir yer olduğunu söylesen -ki İbn Sina da bunu söyler- halk der ki “Ben n’apacağım böyle bir dini. Huri yok mu huri?” Yani filozofların bakış açısı biraz böyle. Hatta bunun Arapça adları vardır: Havas ve avam, yani seçkin ve sıradan insanlar. Sıradan insanlar için din, seçkinler için felsefe. Sıradan için şiir, havas için bilim. Bundan şu sonuç çıkar; din, bilimin halk için uyarlanmış, adapte edilmiş, aşağı dereceden bir görüntüsüdür. Dinin yukarı düzeyden, entelektüel bakımdan parlak görüntüsü ise bilimdir.
Şimdi böyle bir şey benim kanaatime göre devam ettirilemez bir ikilemdir, her bakımdan. Ahlaken doğru değildir. Çünkü bunu yaptığınız zaman ayrımcılığa yol açarsın; kadın-erkek, köle-efendi, çocuk-büyük ayrımı… Her türlü ayrıma imkân verirsin. Hele din için bunu yaptığın zaman çok ahmakça bir şey yaparsın. Din herkesin kurtuluşu için, mutluluğu ve tesellisi için icat edilen bir şey olmak zorunda. Yani felsefeci olarak sen ne halt edeceksen et, kendi işini yap ama toplumun geri kalanını böyle küçümseyici, aşağılayıcı ve tahkir edici bir şekilde bakamazsın. Bakın şimdi Platon’dan Türkiye’ye geliyoruz.
Benim cümlelerimden çıkan sonuç şu olacaktır; Demokrasi, herkesin kendisiyle ilgili iyinin ne olduğunu, bilgiye dayanmaksızın sezgiye, sağduyuya, tecrübeye ve hayata dayanarak bilebileceği üzerine kuruludur. Demokrasinin varsayımı budur. Demokrasiyi, ancak bilgili olanlar doğruyu seçerler, bilgisiz olanlar kendisi için yanlış olanı seçer varsayımı üzerine kurmak ahmakça bir şeydir. Hem ahlaki hem siyasi bakımdan ahmakça bir şeydir. Kaldı ki insanlar, sokağa veya pazara çıkıp meyve-sebze alırken veya piyasaya çıkıp da ev alırken, filozoflar ve bilim adamları çok bilgili oldukları için öbürlerine göre daha şanslı olup daha başarılı alışverişler yapıyorlar mı? Peki ya evlenirken veya boşanırken? Böyle saçmalık olur mu, bunların ne ilgisi var? Ahmakça şeyler bunlar. En son kandıran, insanları dolandıran veya insanları tehdit ederek para kopartan olayları biliyoruz televizyonlardan. Dolandırıcılara en çok para kaybedenler kimler? Aşağı tabaka mı yukarı tabaka mı? Hatırlasanıza, Canan Karatay 100 bin lira kaptırdı, bir hukuk profesörü vardı 4 milyon lira kaptırdı. Gördünüz mü? Yani insanlar normal gündelik hayatta, alım-satım, alış-veriş, evlenme-boşanma veya eğitim konularında hiç de böyle elit-avam ayrımı yapacak derecede farklı mı davranıyorlar? Kimin daha fazla kanması, yanlış karar verme ihtimali daha yüksek? Aydınların. Onun için ben şöyle bir cümle derim, “Bir kabile ne kadar çok profesörden meydana geliyorsa, başarı şansı o kadar azdır.’’ Yazdım ben bunu. Hayat başka bir şeydir. Kısaca benim için de felsefe için de söz konusu.
O zaman doğru olan şu: Herkes bazı konularda, özellikle hayat ve pratikle ilgili -evlenme, boşanma, çocuk, tercih gibi- konularda kendisi için doğru olanı seçebilir. Bunun tersini gösteren hiçbir olay yok dünyada. Avam denilen grubun öbürlerine göre kötü tercihlerde bulunacağını gösteren hiçbir şey de yok. Yalnızca bizim seçimlerimizde değil, dünyanın hiçbir yerinde yok. Elit denilen grubun, mesela Sovyet Rusya’nın, öbür demokrasilere göre daha başarılı siyasetle sonuçlanacağını gösteren bir şey de yok. Sovyet Rusya’nın rejimi elit değil miydi, ama ne oldu? Battı. Bundan dolayı tutup da elit/seçkin/okumuş ile okumamış arasında hiçbir fark yoktur gibi ahmakça bir söz de söylemenin anlamı yoktur. Bizim konumuz başka bir şey; biz pratikten, hayattan, siyasetten, seçimden bahsediyoruz. Ama tabi ki insanların eğitilmeleri, kendi hakları, hayatları, toplum, iyi-kötü hakkında daha bilinçli karar vermelerini sağlamak için eğitilmeleri gereklidir. O ayrı bir şey, bunlar birbirine zıt şeyler değil. Bu felsefe için de bilim için de geçerlidir. Artık şuna inanmıyoruz değil mi, kimisi doğuştan akıllı, kimisi aptal, Arap’ın aklı yoktur, kadınlar bilmem nesi yoktur… Bunlar ahmakça şeyler. Anahtar, biyoloji değil kültürdür. Yani bir toplum bir başka toplumdan kültürel bakımdan daha zengin ve başarılı olabilir. Bunun da ne genlerle ilgisi vardır ne de kan ile alakası vardır. Biz doğal varlıklar değiliz. İnsan doğal bir varlık değildir, kültürel bir varlıktır. Maymun doğal varlıktır. Maymun bundan 10 milyon yıl evvel ne ise şimdi de o. Ama bak ben bundan 50 sene evvelinkinden farklıyım. İnsan, kültürdür. Biyolojinin hiçbir ilgisi yoktur bu işte.