Göçün Kökenleri


Türkiye Cumhuriyeti tarihinde en çok Türk kökenli göç alınan ülke Bulgaristan olmuştur[1]. 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı ile başlayan göç süreci çeşitli aralıklarla 1989 yılına kadar devam etmiştir. Bulgaristan’dan bu kadar çok göç gelmesinin başlıca sebebi 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sonucunda kurulan Bulgaristan Prensliği’nin nüfus yapısıdır. Prenslik yeni kurulduğunda Bulgar asıllılar 1.920.000 kişiyken Müslüman-Türk nüfusunun ise 750.000 kişi civarında olduğu tahmin edilmektedir. Bu duruma Osmanlı-Rus Savaşı neticesinde göç eden yaklaşık 1.000.000 civarında Müslüman-Türk nüfusu da eklersek nüfus neredeyse yarı yarıya görünmektedir.[2]

 

Durumun bu şekilde olması yeni kurulan ve 1908 yılında bağımsızlığa kavuşacak olan Bulgaristan Prensliği’nin daha sonra Bulgaristan devleti tarafından da sürdürülecek olan politikası içgüdüsel olarak nüfusun Bulgarlar lehine artırılması olmuştur. Bu politika kimi dönemlerde her iki ülkenin de çıkarları doğrultusunda olumlu ilişkiler vasıtasıyla yapılacakken yazımızın konusu olan 1989 göçünde olduğu gibi Bulgar devletinin kendi vatandaşı olan Müslüman-Türk nüfus için Bulgaristan’ı yaşanmaz bir yer hâle getirmesi gibi durumlarla da kendini göstermiştir.

 

Bu sebepten ötürü Bulgaristan Müslüman-Türk nüfusunun kaderinde “göç” olgusu her zaman varlığını canlı bir biçimde sürdüren bir olgu olarak kalmıştır.

 

1989 Öncesi Göçler


Bulgaristan Müslüman-Türk nüfusu için göçün, uzunca bir süre ve düzensiz olarak devam ettiğinin altınız çizmemiz gerekir. Esasında Bulgaristan Göçmenleri veya Muhacirleri olarak adlandırdığımız insanların önemli bir kısmının Bulgaristan topraklarına yerleşmeleri de bir göç hikâyesinin sonucudur. Osmanlı İmparatorluğu’nun 14.Yüzyıldan itibaren başarılı bir şekilde sürdürdüğü Balkan fetihleri; bölgenin toprak durumu ve nüfus yapısı göz önüne alınarak Anadolu’dan iskân edilen Müslüman-Türk aileler vasıtasıyla canlandırılmıştır.

 

Bölgedeki fütuhhat hareketinin neticesinde yerli Balkan halklarından da bireysel ve kitlesel olarak Müslümanlığı seçen gruplar olmuştur. Arnavutlar, Pomaklar, Boşnaklar gibi çeşitli etnik yapılar Osmanlı Millet Sistemi içerisinde Müslümanlığı seçerek yer almış ve zaman içerisinde bu toplumlar da Müslümanlıkla eş anlamlı kullanılan Türk kelimesiyle çağırılır olmuşlardır.

 

Fakat 19.Yüzyıla gelindiğinde toprak kayıplarıyla beraber Balkanlardan Anadolu’ya geri çekiliş başlamış ve bu insanlar yönlerini doğuya dönmek suretiyle göç eder olmuşlardır. Yukarıda bahsettiğimiz üzere bu göçler kimi zaman barışçıl yollarla olurken kimi zaman da Ocak 1878 tarihinde 50.000 arabalı bir Türk göçmen kitlesinin topa tutularak yok edilmesi gibi kanlı olaylarla gerçekleşmiştir.[3]

 

Osmanlı İmparatorluğu döneminde 1878 yılında başlayan göçler, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulduğu 1923 yılıyla birlikte yeni bir soluk kazanarak devam etmiştir. Bu dönemde yeni kurulan cumhuriyetin özellikle genç nüfusa duyduğu ihtiyaç açısından göçlere sıcak baktığını ve bunun için çeşitli iskân kanunları düzenlediğini görüyoruz[4]. Bu iskân kanunlarının göçmenlerin hangi koşullarda kabul edileceğinden, ülkeye geldiklerinde kalacakları yere ve kendilerine toprak verilip verilmeyeceğine kadar son derece detaylı hazırlandığını görmekteyiz. Bu şekilde 1923 yılından başlayarak, Bulgaristan’da İkinci Dünya Savaşı ile başlayan rejim dönemindeki kısa süreli “Türkleri ülkede tutup Komünizm ihracı için kullanma” politikasının yarattığı durgunluğun da etkisiyle göçler, Adnan Menderes dönemine kadar kısmî bir şekilde azalarak devam etmiş hatta 1944 yılında sadece 489 kişiye kadar düşmüştür.[5] Fakat Aralık 1949 ile başlayan 2425 kişilik göç, Temmuz 1950’ye gelindiğinde 5728 kişiye kadar çıkmış hatta Bulgaristan ve Türkiye hükümetleri arasında göç konusuyla ilgili problemler ortaya başlamıştır. Bu problemlerin temelini Türk tarafının göçmenleri belli bir iskân projesi çerçevesinde planlı olarak ve yıllara yayarak almak istemesi alıyorken Bulgaristan tarafının ise göçmenlerin Türkiye’ye birdenbire gönderilmesi talebinde ısrarcı olmasından kaynaklanmaktadır. Hatta bu sebepten ötürü 10 Ağustos 1950 tarihinde Bulgaristan tarafı, Türkiye’ye nota vermişti.[6] Bu şartlar altında 1949-1951 yılları arasında yaklaşık 156 bin göçmen Türkiye’ye alınmış ve 1951 Kasım’ında göç aniden yasaklanarak akrabalarının bir kısmı Bulgaristan’da kalmış olan aileler mağdur edilmiştir. Bu mağduriyet 1969-1978 yılları arasında dönem dönem düzenlenen Yakın Akraba Göçü programıyla giderilmiştir. Yaklaşık 9 yıl süren bu programla Türkiye’ye 130.000 civarı Bulgaristan göçmeni Müslüman-Türk yerleşmiştir.

 

1989’a Giden Süreç


Türkiye ile Bulgaristan arasındaki batıdan doğuya doğru olan bu nüfus akımı çeşitli zamanlarda azalıp artmakla birlikte 80’li yıllara gelindiğinde yeni bir süreç başlar. Bu süreç Todor Jivkov önderliğinde 1972-1974 yılları içerisinde önce Pomaklar üzerinde denenmiş olan asimilasyon sürecidir. Aradan 11 yıl geçmiştir. 1983 yılında Türklerin isimlerinin değiştirilmesi işlemlerine başlanır. Dünyada eşine az rastlanır ölçüde anlamsız ve oksimoron bir durumdur bu. Sosyalizmi prensip olarak benimsemiş ve halkların kardeşliği, bütün insanlığın eşitliği ilkesini benimsediğini iddia eden bir devletin “Tek milletli bir Bulgaristan”[7] hedefiyle gerçekleştirdiği bu program alenen yapılan bir devlet faşizmi örneğidir. Fakat gerekçe ve propaganda kaynağı hazırdır. Bu insanlar Bulgar propagandasına göre Türk değildir. Onlar zaman içerisinde Osmanlı İmparatorluğu baskısı altında Müslüman olmak zorunda kalmış olan Slav kökenli insanlardır.[8]

 

Bu isim değiştirme programında önce kimi gruplara teşvik programları uygulanmıştır. Örneğin 1985 yılı Ocak ayında isimlerini gönüllü olarak Bulgar isimleriyle değiştiren imamların maaşlarına 50 leva zam yapılmıştır.[9] Bununla da yetinilmemiş isimlerini değiştiren ailelelere “Türkiye’de akrabaları olmadığını ve Türkiye’ye göç etmek istemediklerini ve gönüllü olarak isimlerini değiştirdiklerini gösteren bir belge imzalatmışlardır.[10]

 

Bu dönemde her ne kadar Cumhurbaşkanı Kenan Evren, Bulgaristan Cumhurbaşkanı Todor Jivkov’dan bu faaliyetlere son verilmesini istese de Bulgar makamları asimilasyon hareketine aynı hızda devam ettiler. Türk Kültürü dergisi bu yaşananları şu şekilde anlatmıştır:[11]

 

Bu mesaja cevap olarak Jivkov, öteki Türk bölgelerine de silahlı saldırı emri verdi. Filhakika Ocak ayı ortalarında diğer yoğun bir Türk bölgesi olan kuzeydoğu Bulgaristan Türkleri’ne karşı kanlı saldırılara geçlldi. Osmanpazarı(Omurtag), Eski Cuma(Tırgoviçte), Şumnu(Sumen), Hacıoğlu Pazarcık(Tolbugim), Razgrad, Rusçuk(Ruse) bölgelerinde yaşayan yarım milyondan fazla Türk sayın Cumhurbaşkanımız mesajından sonraki haftalarda çiğnenip ezildi. Şumnu, Eski Cuma, Razgrad, Popköy(Popovo) bölgesinde ve Osman Pazarı’nın dağ köylerinde büyük katliamlar yapıldı. Türklüklerinden vazgeçmek istemeyen Türkler Tanklarla ezildi. Makinalı tüfeklerle tarandı. Dinamitle uçuruldu. Bu bölgede ve Deliorman da Türk kasaba ve köy sakinlerinin slavlaştırılıp yok edilmeleri 1985 Şubat ayında tamamlandı.Bulgaristan Türkleri’nden binbir güçlükle alınabilen mektuplardan birinde “Bulgarlar Kudurdu” deniyordu. Filhakika Bulgar yöneticileri köhne bir kinle adeta cinnet geçirmişlerdi. Tek milletli katıksız bir Slav-Bulgar milleti yaratmak uğruna bütün Türk Müslüman azınlığı tanklarla ezmekten çekinmediler”.

 

Bulgaristan ve Türkiye hükümetlerinin ilişkisi en azından kâğıt üzerinde son derece dostane görünürken böyle bir eylemler silsilesinin başlaması hem Bulgaristan adına son derece şaşırtıcı olmuş hem de Türkiye Cumhuriyeti’ni hazırlıksız yakalamıştır. Nihayetinde iki ülkenin arasında bir savaş hatta soğuk savaş durumu dahi yoktur. Hatta 1968 yılında Cumhurbaşkanı Todor Jivkov Türkiye’ye ziyarette bile bulunmuştur.

 

Bulgarların deyimiyle “Vazroditelen Protses” yani “Soya Dönüş Süreci” olarak adlandırılan bu süreçte ismini değiştirmek istemeyen insanlara türlü işkenceler yapılmış, devlet hizmetlerinden yararlanmalarının önüne geçilmiştir. Aynı dönemde Türklerin kendi aralarında dahi olsa Türkçe konuşmaları da devlet eliyle olabildiğince engellenmeye çalışılmıştır. Bunun yanı sıra eski mezarlıklardaki Türkçe isimler tahrif edilmiş, Türk müziği yasaklanmış hatta Türk-Bulgar mezarlıklarının artık ayrı değil, bir olmasına karar verilmiştir. Bir adım daha ileri gidilerek Türklerin cenazelerini tabutla gömmeleri yönünde baskı yapılmıştır[12]. Sünnet yasaklanmış; resmî ve resmî olmayan camiiler olarak ikiye ayrılmış olan camiilerin resmî olmayanları kapatılmış ve resmî olanlarına hükümet yanlısı imamlar atanmıştır.

 

Buna karşılık Türkler de bu baskıya karşı çıkmak maksadıyla çeşitli gösteriler düzenlenmiştir. Bu gösterilerden en sembolleşmiş olanı annesinin kucağında asker kurşunuyla şehit olan “Türkan Bebek” olayının yaşandığı ve Türkan bebeğin yanı sıra 8 Türk’ün de hayatını kaybettiği gösteri 26 Aralık 1984 tarihinde Kırcaali’ye bağlı Kili bölgesinde yaşanmıştır.

 

1989’a kadar giden süreçte Türkler gösteri ve protestolarını ölümlere, saldırılara, baskılara rağmen bütün güçleriyle sürdürmüşler ve uluslararası kamuoyuna seslerini duyurmaya çalışmışlardır. Kurdukları çeşitli dernek ve sivil toplum örgütleriyle eylemlerini daima barışçıl yollardan yapmış olan Türk azınlığın kurduğu önemli bazı dernekler ve STK’lerden söz etmek gerekirse Bulgaristan Bağımsız İnsan Hakları Derneği, İnsan Haklarının Savunulması Demokratik Birliği, 1989 Viyana Destek Derneği gibi dernekleri sayabiliriz. Bunun yanı sıra Naim Süleymanoğlu’nun 1986 yılında Bulgar baskısından kaçarak Türkiye’ye gelmesi de uluslararası kamuoyunun konuya bakışını etkileyen çok sansasyonel bir olay olmuştur.

 

İşte bu şartlar içerisinde Bulgaristan devletinin asimilasyon politikası başarısızlığa uğramıştır. Fakat başarısızlığın kabul edilmesi ve özür dilenmesi gibi insan haklarına uygun davranışlar şöyle dursun, yeni bir süreç başlatılmıştır. Bu süreç Türklerin deport edilme sürecidir.

 

Deportation


Todor Jivkov Haziran 1989 tarihinde çıktığı bir televizyon programında “Pasaportlarınızı vereceğiz Türkiye kapılarını açsın, kalmak istemeyenler çekip gitsin”[13] diyerek yeni göç sürecini başlatmıştır.

 

Bu süreçte Bulgaristan tarafı tıpkı 1950 yılında yaptığı gibi Türklerin tamamının Türkiye’ye gitmesi taraftarıdır. Fakat bu göçün daha önce yaşanan göçlerden çok önemli bir farkı vardır. Baskı ve şiddet çok daha alenen yapılmıştır ve bölgede yaşayan Müslüman-Türk ahalinin daha fazla dayanacak gücü kalmamıştır. Hâliyle göçe katılım görülmemiş ölçüde büyük olmuştur. 2 Haziran 1989 tarihinden, 22 Ağustos 1989 tarihine kadar geçen süreçte toplam 311.862 Türk insanının bir kısmı karayoluyla, bir kısmı da tren yoluyla[14] anavatana ayak basmıştır. Geride kalan köylerini hüzünle terk ederken, getirebildikleri mallarını en zor şartlarda getiren, getiremedikleri mallarını üç otuz paraya satmak zorunda kalan bu insanlar, 1989 yılı gibi çok yakın denilebilecek bir tarihte bütün insanlığın gözleri önünde tehcire uğramışlardır.

 

Türkiye’de ise bir yandan Bulgaristan devleti protesto edilirken bir yandan da kamuoyu ve siyasiler ikiye bölünmüş durumdadır. Türkiye’nin bu kadar insanı kabul edebilecek bir altyapısının olup olmaması, gelen göçmenlerin hangi şartlar altında yaşamlarını sürdürebilecekleri hususu o dönem için çok karmaşık bir konudur. Anadolu, 1923-1950 arası dönemdeki kadar boş değildir; köyden kente göç ve işsizlik problemi zaten hâlihazırda uğraşılmakta olan bir meseledir. Bu sebeplerin de etkisiyle fakat esas olarak Bulgaristan’ı daha kapsamlı ve göçmenlerin Bulgaristan’daki haklarını da korumaya dönük bir göç antlaşmasına zorlamak maksadıyla Türkiye, 22 Ağustos 1989 tarihinde Bulgaristan uyrukluların Türkiye’ye vizesiz giriş hakkını askıya almıştır. Bu kararın ardından göçler azalarak da olsa vize almak kaydıyla devam etmiştir. 22 Ağustos 1989-Mayıs 1990 tarihleri arasında 34.098 Türk vize almak suretiyle Türkiye’ye giriş yapmıştır.

 

Öte yandan da Türkiye’ye gelmiş olduğu hâlde bir süre sonra kendi istekleriyle Bulgaristan’a geri dönmek isteyen Türkler olmuştur. Bulgaristan hükümetinin 6 ay içerisinde geri dönmek isteyenlerin Bulgar vatandaşlıklarının düşmeyeceğini açıklamasının da etkisiyle Bulgaristan’da akrabaları kalmış olanlar, can havliyle Türkiye’ye gelip mal ve mülklerini Bulgaristan’da bırakanlar, Bulgaristan’ın vaatlerine inanarak eski problemlerin yaşanmayacağına inananlar ve Türkiye’de barınma konusunda zorlanan ailelerdir. Dönemin politikasında aktif olarak görev yapan siyasî partiler de göç konusunda fikir ayrılığındadır. Koşulsuz şartsız göçmen alımını destekleyenlerle birlikte, göçmen alımının temkinli yapılması gerektiğini savunan görüşler ortaya atılmıştır. Bütün bu sebeplerle Haziran 1989 tarihinden, Mayıs 1990 tarihine kadar yaklaşık 133.272 kişi Bulgaristan’a geri dönmüştür.

 

1989 Göçünün Sonuçları


Şüphesiz ki 1989 göçünün en önemli sonucu bu kadar yakın bir tarihte böyle acı bir insanlık suçunun bütün dünyanın gözleri önünde işlenmiş olmasının yarattığı utançtır. Bu utanç, yaklaşık 500 yıl bölgede hüküm sürmüş bir imparatorluğun mirasçısı olan devletlerin, yıkılmış olan imparatorluğun aslî unsuru ve dolayısıyla “eski egemen” ve “düşman” olarak gördükleri halkını; azınlık pozisyonuna düşürdükleri ilk fırsatta baskı, şiddet ve tehcir yoluyla yok etme girişimi olarak Kıbrıs Cumhuriyeti ve Yunanistan gibi Bulgaristan devletininin de tarihinde her zaman kara bir leke olarak hatırlanacaktır. Fakat bu manevî bir sonuçtur ve devletlerin insanlar gibi bir vicdan sistemlerinin olmadığını göz önüne alacak olursak somut gerçekler üzerinde durmamız gerekir.

 

2007 yılında Avrupa Birliği’ne girmiş olan Bulgaristan, bugün Avrupa’nın en yoksul ve nüfusu en seyrek ülkelerinden biri hâline gelmiştir[15]. Avrupa Birliği’ne girildiğinden bu yana genç nüfusun çalışmak için Avrupa ülkelerine gitmesi ve geride kalan yaşlı nüfusun iktisadi anlamdaki durgunluğu Bulgaristan’ı adeta bir hayalet ülke hâline getirmiştir. Terk edilmiş köyler, boş kalan tarım arazileri ve insanların eski canlılığını hasretle yâd ettiği bir ülke.

 

Bölgenin özellikle tarımsal faaliyetlerinin yürümesinde çok kritik bir rol oynayan Bulgaristan Türkleri, huzurlu bir şekilde topraklarında kalabilselerdi muhtemelen bugün en azından tarımsal faaliyetleri istikrarlı bir şekilde süren bir Bulgaristan görebiliyor olacaktık. Öte yandan Türk nüfusunun bölgede kalması hâlinde genç nüfus oranının da daha yüksek olacağı ve Bulgar ekonomisinin çok daha canlı bir şekilde işleyeceği aşikârdır.

 

Bununla birlikte bugün her ne kadar AB’ye girmiş ve AB normlarına uymak zorunda kalan bir ülke olan Bulgaristan devletinin kurulma aşamasından bu yana içgüdüsel olarak ve güçlü bir komşu ve tehdit unsuru olarak gördüğü Türkiye Cumhuriyeti’nin akrabalarından bu kadar çekinmiş olmasının rasyonel sebepleri olduğunu da unutmamak gerekir. 1974 yılında yaşanan Kıbrıs Barış Harekâtı’nın ardından kurulan Kıbrıs Federe Türk Cumhuriyeti’yle yönetimsel anlamda ikiye bölünmüş olan Kıbrıs Adası’nın durumu Bulgaristan için daima “kötü bir örnek” olmuştur. Gerçekten de Bulgaristan’ın Sovyetler Birliği’nin sıkı bir müttefiği olmasının da etkisiyle ciddi manada hiç gündeme gelmemiş olan savaş olasılığı Bulgaristan’daki Türk nüfusunun Türkiye yanlısı olacağı varsayıldığında Bulgaristan için potansiyel bir güvenlik problemiyken, Türkiye için önemli bir kozdur. Bununla birlikte Bulgaristan Türkleri’nin, Bulgaristan tarihi boyunca hiçbir terör olayına karışmadığını ve Bulgaristan devletine “asimilasyon” politikilarının güdüldüğü acı dönemler dışında kesinlikle muhalefet etmemiş, devletine bağlı ve çalışkan bir topluluk olduğunun altını çizmemiz gerekir.

 

Yazımızı İsim değiştirme politikasıyla askerdeyken yüzleşmiş Bulgaristanlı bir Türk’ün acı bir hatırasıyla sonlandıralım:[16]

 

“Askere çağırıyorlar, çağırınca mecbur gidiyorsun. 1985 Ocak ayında askere alındığımda yemin törenine 15 gün kala baya bir Türk çocuğu vardık biz ismini değiştirmemiş olan, askerde tugay komutanı tek tek Türk çocuklarını odasına çağırdı, Bulgar isimli defteri vererek isim seçmelerine dair baskı yaptı, aksi hâlde ömür boyu siyasi mahkûm olacaklarını söyledi. Aynı zamanda her çocuğun ailesinin dosyasını çıkartıp, bütün ailesinin isimlerinin değiştirdiğini ispatlayıp, psikolojik baskı yapıyorlardı. Benim gibi ismini değiştirmek istemeyenler dayak yedi. 15-20 gün askeri hapishaneye atıldılar. Ailelere haber verildi. Oraya getirtilip isimlerini değiştirmeye ikna ettiler. Benim de babam gelmişti. Bunun yanlış bir politika olduğunu ama yapacak bir şey olmadığını Türkiye Cumhuriyeti’nin bu işin peşini bırakmayacağını, Bulgar ismiyle Bulgar olunmayacağını söyleyip beni ikna etmişti. Ben de kendi Türk adıma en uygun bir isim uydurdum kendime. Adımdaki tek harfi değiştirerek, adımın bir de tarihi bir Bulgar ismi olduğuna ikna ettim onları. Komutan inanmak istemedi ama kandırdım onları. Hem o Voyvoda’nın adını değiştirdim hem de kendi adımı değiştirdim. Soyadım da iki sefer değiştirildi.

 

Çok üzülmüştük.. Yani böyle bir şeyi asla kabullenemezdik. Ve böyle bir şeyin olacağın hiç beklemiyorduk. Ama bu akın akın geliyordu. .Biz farkında değildik. Önce Pomakların adını değiştirdiler. Sonra çingenelerin adını değiştirdiler. Ama bize sıra geleceğini biz tahmin etmemiştik. Zaten isimleri değiştirirken bile ilk başta ailelerin içine fitne soktular. Pomaklık var diye karışıklık var sizde deyip insanların adını ilk başta öyle değiştirmeye başlamışlar. Bazı insanlar bundan etkilenip komşularına bile ters gözle bakmaya başladılar. Bunlar karışık aileymiş diye dışladılar. Sonra kendilerine sıra gelince ne kadar yanlış düşündüklerinin farkına vardılar ama çok gençti artık. O utanç ismiyle yıllarca yaşamak mecburiyetinde kaldık. Aşağılanmış hissettik. Türkiye Cumhuriyeti’ne gelene kadar o isimle yaşadık”.

 

Sebastián Zúñiga

[1] Bülent Yıldırım, Bulgaristan’da Türk Varlığı ve Nüfusu (İstanbul: İlgi Kültür Sanat Yayıncılık, 2020).

 

[2] Kolektif-Cengiz Hakov, Bulgaristan Türkleri’nin Büyük Göçü ’89 (İstanbul: Hiper Yayın, 2020), 27.

[3] Bilal N. Şimşir, Bulgaristan Türkleri (Ankara: Bilgi Yayınevi, 2012), 219.

[4] Muhammed Sarı, “Atatürk Dönemi İskân Kanunları”, Atatürk Ansiklopedisi (Erişim 04 Temmuz 2021).

[5] Bilal N. Şimşir, Bulgaristan Türkleri, 230.

[6] İbrahim Kamil, “BULGARİSTAN’DAN TÜRKİYE’YE GERÇEKLEŞEN 1950-1951 GÖÇÜNÜN NEDENLERİ”, Balkan Araştırma Enstitüsü Dergisi 5/2 (Aralık 2016), 49.

[7] Gülbahar Kurtuluş, 1989 Bulgaristan Türklerinin Göç Hikayeleri (Ankara: Karakum Yayınları, 2019), 88.

[8] Gülbahar Kurtuluş, 1989 Bulgaristan Türklerinin Göç Hikayeleri, 87.

[9] Gülbahar Kurtuluş, 1989 Bulgaristan Türklerinin Göç Hikayeleri, 88.

[10] Beycan Hocaoğlu, Bulgaristan’dan Türkiye’ye Yönelik Göçler ve Göçmen Yerleşme Alanlarında Sosyo-ekonomik ve Mekansal Özellikler (İzmir: Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Coğrafya Anabilim Dalı Beşeri ve İktisadi Coğrafya Bilim Dalı, Basılmamış Doktora Tezi, 2011), 64.

[11] Türk Kültürü, (Mart 1985),s.2-3 (130-131).

[12] Gülbahar Kurtuluş, 1989 Bulgaristan Türklerinin Göç Hikayeleri, 115.

[13] Bilal N. Şimşir, Bulgaristan Türkleri, 440.

[14] “Bulgaristan Türkleri’nin Zorunlu Göçü”, BBC News Türkçe Youtube (Erişim 04 Temmuz 2021).

[15] TRT Haber, AB’nin en yoksul ülkesi Bulgaristan’da nüfus giderek azalıyor (Haber, 07 Mart 2019).

[16] Gülbahar Kurtuluş, 1989 Bulgaristan Türklerinin Göç Hikayeleri, 91.

KAYNAKLAR

  • Beycan Hocaoğlu. Bulgaristan’dan Türkiye’ye Yönelik Göçler ve Göçmen Yerleşme Alanlarında Sosyo-ekonomik ve Mekansal Özellikler. İzmir: Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Coğrafya Anabilim Dalı Beşeri ve İktisadi Coğrafya Bilim Dalı, Basılmamış Doktora Tezi, 2011.
  • Bilal N. Şimşir. Bulgaristan Türkleri. Ankara: Bilgi Yayınevi, 3. Basım, 2012.
  • Bülent Yıldırım. Bulgaristan’da Türk Varlığı ve Nüfusu. İstanbul: İlgi Kültür Sanat Yayıncılık, 2. Basım, 2020.
  • Gülbahar Kurtuluş. 1989 Bulgaristan Türklerinin Göç Hikayeleri. Ankara: Karakum Yayınları, 2. Basım, 2019.
  • İbrahim Kamil. “BULGARİSTAN’DAN TÜRKİYE’YE GERÇEKLEŞEN 1950-1951 GÖÇÜNÜN NEDENLERİ”. Balkan Araştırma Enstitüsü Dergisi 5/2 (Aralık 2016), 31-65.
  • Kolektif. Bulgaristan Türkleri’nin Büyük Göçü ’89. İstanbul: Hiper Yayın, 1. Basım, 2020.
  • Muhammed Sarı. “Atatürk Dönemi İskân Kanunları”. Atatürk Ansiklopedisi. Erişim 04 Temmuz 2021. https://ataturkansiklopedisi.gov.tr/index.php?title=Atat%C3%BCrk_D%C3%B6nemi_%C4%B0sk%C3%A2n_Kanunlar%C4%B1&action=info
  • TRT Haber. AB’nin en yoksul ülkesi Bulgaristan’da nüfus giderek azalıyor (Mektup 07 Mart 2019). https://www.trthaber.com/haber/dunya/abnin-en-yoksul-ulkesi-bulgaristanda-nufus-giderek-azaliyor-407572.html
  • “Bulgaristan Türkleri’nin Zorunlu Göçü”. Youtube: BBC News Türkçe. Erişim 04 Temmuz 2021. https://youtu.be/9Y1b-asR3yI
  • Türk Kültürü, 130-131.