Ülkemizin eğitim sistemi hangi temel kazanımlar üzerine oturmalı?
Eğitim sistemini her bir bölge için okuduğumda, bu konuda bir sorun olduğunu görebiliyorum. Bu sorun ne? Aslında bunun çok temel bir argümanı var; eğitim hâlâ düşünce yapısını değiştiremedi. Eğitim nedir? Diye sorulduğunda basit bir soru akla geliyor: Köpeğinizi niye eğitirsiniz? Çünkü köpeğinizi eğitmezseniz her yere tuvaletini yapar. Bu hem köpeğe hayatı zorlaştırır hem de etrafı toplamak zorunda olduğunuz için size zorlaştırır. Peki, köpeğinizi nasıl eğitirsiniz? Ceza ve ödülle eğitirsiniz. Bir gazeteyi sararsınız; tuvaletini yaptığında şiddet biçiminde tehdit edersiniz ya da başarılı olduğunda şeker verirsiniz. Doğal olarak klasik anlamda, bizim eğitimden anladığımız ödül-ceza sistemi; çalışkan öğrenci sınıfı geçiyor, başarısız öğrenci sınıfta kalıyor. Bu yüzden, eğitim sisteminde bir devrime ve ödül-ceza sistemi dışında başka hangi sistemler geliştirilebilir tartışmasına ihtiyacımız var.
Eğitimi Avrupa biraz daha sosyal hayatın gerekliliği olarak algılıyor çünkü eğitim insanı kültürel alana hazırlıyor. Yıllar önce benim oğlumun bir gözlemi oldu; İngiltere’de gezerken döndü ve bana ,“ Baba, burada hiç kimse okula gitmiyor mu?” diye sordu. Nasıl olur, dedim. Çünkü burada gençleri falan hep müzelerde görüyorum dedi. Doğal olarak aslında İngiltere’de şu yapılıyor; çocukları küçük yaştan itibaren müzelere götürerek tüketim alışkanlığı, müze alışkanlığı gibi alışkanlıklar kazandırılmaya çalışılıyor. Sonra bu alışkanlıklar oradaki talebi yaratacak ve buradan potansiyel alıcılar ortaya çıkacak.
Eğer eğitim sistemi kapitalizme dönükse o zaman, kapitalizmin istediği insan tipini tesis etmemiz gerekiyor. Bugün bizde kapitalistin kafası karışık olduğu için eğitim sisteminden ne beklediğini bilmiyor. Çünkü sosyal devlet gereği devletin bunu tesis etmesi lazım. Bir sabah kalkıyor, meslek yüksekokulları olsun ki eğitim, ara insan gücü sağlasın diyor. Ya da bir sabah kalkıyor, yurt dışına kaçan akıllı insanları geriye döndürmek için çalışmalar yapalım diyor. Eğitimde bir sistem olmadığı için de sistemsiz bir eğitimi sistem gibi algılamak zorunda kalıyoruz. Bunun en güzel örneği, diyelim ki ben üniversiteyi kazanırken %1’lik dilime girerek kazandım; oysa aynı dönemde üniversiteyi kazanamayan, kazanamadığı için ailesinin Amerika’ya gönderdiği çocuklar Türkiye’ye geldiklerinde kahraman ilan edildiler. Benim gözümde Engin Civan Türkiye’ye geldiğinde, ”Vay Türkiye’yi kurtaracak!” söylemleri dolaşıyordu, adamın özgeçmişine baktığımda benden hiç de parlak değildi ama ben Türkiye’de olduğum için revaçta değildim.
Bugün de yaşanan o aslında, Amerika’dan buraya gelenler yine aynı tavırla karşılaşılıyor. Aslında, bu adamların orada yaptıkları tezlere akacak olursak çoğunun siyasal İslam vs. gibi kavramları içerdiğini görürüz. Yani, bir Amerikalı hoca çıkıp ,“Siyasal İslam kavramını ben uydurmadım, Türkler geldi ve burada Siyasal İslam yazdılar” diyor. Niye? Sorusunu sorduğumuzda ,”Çünkü ben İslam’ı bilmiyorum ki, onlar tanıyorlardı ve onlar bize tanıttı .”yanıtını veriyor. Bugün literatüre ’ medeniyetler çatışması, Huntington’ dediğimiz birçok kavramı Amerika’ya giden gençler kazandırdı. Öğrencim bana” Hocam, benim Amerika’daki profesörüm siyasal İslam çalışmamı istiyor” dediğinde, Ben, “Profesörüne siyasal Hristiyanlık çalışmama ne dersiniz sorusunu yönelt” diyorum. Profesörü diyor ki, “Olur mu öyle şey! Siyasal Hristiyanlık çok genel bir kavram” diyor. O noktada öğrencime, ”Bak, bilgisiz olduğu için sana siyasal İslam deme kültürüne sahip ve sen bunu çalıştığın ve o bilgisiz olduğu için de İslam’ın siyasal olma talebini ‘bunlar zaten böyledir ’diyerek algılayabiliyor. Aynayı nasıl tutarsan karşındakine de aynı şekilde göreceğini ifade ediyorum. Eğitim sistemi bu noktada, kendine dönük nitelikte değil sürekli dışarıya bakan bir nitelikte. Vatandaşın yabancı tanımı gibi sürekli tanımları dışarıdan bakarak yapmaya çalışmamız da bizim belki en büyük erozyonumuzun sebebi diyebiliriz.