Bayram sessizliği. Bu kelimeleri daha önce hiç bir arada duydunuz mu? Eğer duyduysanız gerçekten hiç yaşadınız mı? Ya da bu nasıl bir his hiç merak ettiniz mi?

Son bayram benim için tam anlamıyla olmasa da ilk iki günü net olarak bu kelimeleri derinden hissetmemi sağladı. Aslında aile ile geçirilen zamanın ne kadar kıymetli ve özel olduğunun bilincinde olan biri olsam da bazen hiç olmadık anlarda garip kararlar verebiliyorum; bayramın üçüncü günü İstanbul’dan memlekete dönmekte bunlardan biriydi galiba.

Bu kararı vermemde ki asıl etken İstanbuldaki dördüncü senem olmasına rağmen hiç onunla başbaşa kaldığımı hissedememiş olmamdan kaynaklı olabilir. Belki de doların artışıyla beraber bilet fiyatlarının pahalılığınında ufak bir payı olabilir tabi.

Neyse İstanbul’da bayramı deneyimlemek aslında tam olarak boş sokaklar, tenha caddeleri görmek ve bunları fotoğraflama hissiyle yaptığım bir eylemdi en özünde. İlk gün benim için sıradan bir gündoğumu gibi başlamıştı fakat belki de hayatımın en özel gün doğumlarından biri olacaktı. Çünkü mahalle gerçekten her gün sabahtan akşama kadar enerjileri bitmeksizin oyunlar oynayan, bağıran çocukların sesinden arınmış, kendi sessizliğiyle başbaşa kalmıştı. Huzurlu bir şekilde tramvaya binip Eminönü’ne ve oradan devam ederek Taksim’e kadar devam eden bir fotoğraf koleksiyonu yapmayı planlıyordum, ama işler hiçte beklediğim gibi gitmemişti.

Bayramın ilk günü olmasına rağmen henüz günün ilk saatlerinde bile ortalıkta hatırı sayılır bir miktarda insan vardı, tabi olağan kalabalığın yanına bile yaklaşamayacak olan bu miktarda insan bile benim arzu ettiğim tenhalığa gölge düşürmüştü. Ama adımlarımı sıkılaştırıp olanca hızımla gördüğüm her boşluğu yakalamaya çalışıyordum. Hatta istediğim karelerin bazılarını çekmiştim bile ama her dakika sokaklar yeni yüzlerle dolmaya devam ediyordu…

 

 

Sonra bir an düşündüm ve dedim ki aslında önemli olan bu eser miktardaki sessizlikten yararlanıp İstanbulu dinlemek hem de gözüm kapalı.

 

 

İnanın burada geçirdiğim yıllar boyunca hiç görmediğim şekilde huzurlu insanlar, huzurlu hayvanlar gördüm ve ne mutlu ki bir kısmınıda fotoğraflayabildim. Aşkın 500 Günü (500 days of summer) filmini izleyenler varsa bilirler; oradaki başrol oyuncumuzun şehrin tenha bir parkında şehrin bir kısmını yüksekten görebildiği bir bank vardır. Ben de o filmi izledikten sonra adeta “benim İstanbuldaki bankım neresi olsun?” diye hep düşünür dururdum ve sonunda bu bayram onu buldum hem de yanıbaşında minicik bir kediyle beraber.

 

 

Bayramlar aslında insanın kendi kendisiyle kalmak adına çok önemli bir fırsatmış, bunu öğretti bu bayram bana. Gerçekten martıların sesini kulağımda duyabildiğim, gerçekten her ne kadar kirli bile olsa denizin kokusunu alabildiğim ve gerçekten gözlerimle gerçek İstanbul’u görebildiğim bir bayram oldu bu bayram.

 


 

Bu da bütün hikâyenin fotoğraf hikâyesi: tenha istanbul