Siyaset-bilim çatışması ekseninde dönen “Don’t Look Up” filmine dair incelikli bir perspektif.


 

Son dönemde oldukça popülerleşen, hakkında çokça yazılan ve konuşulan “Don’t Look Up” filmine gelin biraz yakından bakalım.

 

Filmin konusu astronomik bir felaketi keşfeden bir çift bilim insanının bu durumu, devlete ve halka duyurmaya çalışma çabaları üzerinedir. Kate Dibiasky, (Jennifer Lawrence) yüksek lisans öğrencisidir ve Dr. Randall Mindy (Leonardo DiCaprio) ile bir uzay üssünde çalışmaktadırlar. Kate, bir kuyruklu yıldız keşfettiğini düşünür ancak Dr. Mindy ile incelediklerinde bunun bir kuyruklu yıldız olmadığını aksine bunun dünyaya doğru gelen ve çarptığı takdirde yeryüzündeki yaşamı yok edecek bir meteor olduğunu fark ederler. Bunun üzerine devletin ilgili kurumlarını durumdan haberdar ederler fakat bekledikleri ilgi devletten gelmez. Bunu medya yoluyla halka duyurup gündeme taşıyarak devletin konuyu ciddiyetle ele almasını umarlar. Film, bu devlet-bilim çatışmasıyla sürer. Karakterler bu yolda çeşitli değişimler geçirirler. Filmi birçoğunuzun izlediğini ve izlemeyenlerin de bu kısımlara vakıf olduğunu düşünerek filmin anlatı kısmını bir kenara bırakıp filmin içinde dikkatimizi çeken sahneleri ve karakterleri inceleyeceğiz.

 

Öncelikle başkarakterlerle başlayalım. Bunlardan ilki Dr. Mindy. Dr. Mindy başarılı bir araştırmacı ve eğitimci olmasına karşın oldukça çekingen ve korkak bir karakter. Film boyunca bizi rahatsız edecek düzeyde bir çekingenliği bünyesinde taşıyor. Bu çekingenliği kırıp tüm dünyayı azarlamaya başladığı anın bu kadar rahatlatıcı olmasının da temel sebebi bu zaten: Normal hâlinin izleyiciye yaşattığı bunalım. Karakterin gelişimi gerçekten kolay seçilebilir olmuş. Yaptığı yanlışların barizliği kadar nasıl düzeltmesi gerektiği de bariz. Bu sebeple karakteri izlerken hakkında fazla derinlikte düşünemiyoruz. Yaşadığı ikilemler, hayatını o düzeye getirmiş birisi için aslında ikilem bile olamayacak düzeydedir. Yapılması gerekenler oldukça açıktır. Yaptığı hataları yapmak için sebepleri güçlü değildir. Karakterin sahnelerini izlerken sanki kötü bir süper kahraman filmi izliyormuş gibi hissediyoruz. Tıpkı bu karakterdeki gibi onlarda da çatışma düzgün yaratılamaz. Sonuç olarak, attığı tirat haricinde gerçek bir karakter olduğunu hissedebileceğimiz pek bir sahnesi yoktu. O tiradı izlerken Once Upon A Time In Hollywood filminde DiCaprio’nun karakterinin harika oyunculuk sergilediği sahneyi izliyor gibi hissediyoruz.

 

Filmdeki bir diğer başkarakter ise Kate Dibiasky. Yukarıda bahsettiğim pasif karaktere karşın, Kate daha baskın bir karakter ama aslında bu pek de önemli değil. Karakterin genel tavrından ziyade onun canlılığını besleyen pek çok başka sahne olmalıydı. Diğer bir deyişle aklındaki ikilemler, gerçekten vereceği karar üzerine düşünülmesi gereken şeyler olmalıydı. Böyle olunca karakterin yolculuğunu ve ilerleyişini nasıl sürdüreceğine dair bir merak uyanıyor içinizde ve filmdeki dünyaya dâhil olarak izliyorsunuz eseri. Buna ek olarak karakterin dünyasına tam olarak ne zaman dâhil olduğunuzu bilmeden dâhil oluyorsunuz. Zaten bu his, bugün sinema filmlerinin ve dizilerin bu kadar çok arz edilmesinin asıl sebebi. Dünyasına dâhil olduğumuz içerikleri izlemeyi seviyoruz çünkü insanlık olarak hikâye dinlemeyi seviyoruz.

 

Kate, gördüğü yanlışları daha cesurca dile getiren bir karakter. Bu nedenle onun gibi karakterlerin hakkının yenmesi daha zor. Başlarda general ile yaşadığı olaya verdiği tepki bunun en bariz örneğiydi. Buna verilebilecek ikinci bir örnek de başkanla ve yardımcısıyla konuşurken maruz kaldıkları saygısızlığa karşı Kate’in başkan yardımcısına vasıfsız biri olduğunu haykırabilmesiydi.

 

Hollywood son zamanlarda izleyiciye güçlü kadın, pasif erkek profillerinde karakterler sunuyor. Bu filmde de bunun bir örneği var ama bu sefer yüzeysel bir “güçlü kadın” profilinden fazlası sunulmuş. Mesela bunu eş zamanlı olarak iki karakterin hayatında meydana gelen değişikliklerde görebiliriz. Randall, karısını aldatırken, Kate sevgilisi tarafından terk ediliyor. Randall, yeni hayatında yeni insanlarla yakınlaşırken, Kate yeni hayatında etrafındaki tüm insanlardan uzaklaşıyor. Hikâyede başladıkları ve bitirdikleri yerlere bakıldığında Randall, başladığı noktaya dayak yemiş bir şekilde geri dönüyor. Kate ise başladığı yerden çok farklı bir yerde farklı bir karakter olarak sonlandırıyor yolculuğunu.

 

Filmde bu iki kare arka arkaya veriliyor. Filmin mesajını, diğer tüm karelerden daha rafine anlatıyor aslında. Bence filmi yaparken dert edindikleri meselenin en belirgin gösterimi buradaydı. Uyum, sevgili okurlar, uyum! Dünyadaki diğer canlılar yaşamlarını sürdürürken etkileşim içinde olduğu alanla estetik bir uyum yakalıyor. Biz insanlar ise kendi kurduğumuz şehirle bile estetik bir uyum yakalayamıyoruz. Şehirlerimize ne kadar güzel binaları yerleştirsek de olaylar arka planda yine bu şekilde devam ediyor. Sürekli atık üretiyoruz. Çöplükler tepeleme atıklarla dolu ve o tepeler günden güne yükseliyor. Çöplerden oluşan adalar var. Adım adım gezegenimizi tüketiyoruz.

 

Dikkatimizi çeken başka bir şey ise toplumun tüm bu olanlara karşı olan tutumudur. Filmde halk, eğlence bağımlısı olmuş durumda çıkıyor önümüze. Her şey ile dalga geçme eğilimindeler. Konuşulan mesele ne olursa olsun anında sosyal medya için yani ‘toplumun medyası’ için bir mizah konusu olabiliyor. Theoden olsa ‘‘Ciddiyet bu topraklardan gideli çok oldu’’ derdi. Bu tabii ki bizim dönüştüğümüz hâlin bir eleştirisi ama ey sevgili Hollywood, bunu inşa eden de sen değil misin? Yıllardır medya içerikleriyle, daha sonrasında sosyal medya içerikleriyle insanları her türlü konu üzerine alay etmeye yatkın hâle sen getirmedin mi? Bu başka bir yazının konusu, şimdi buna giriş yapıp yazıyı dallandırıp budaklandırmak istemiyorum.

 

Filmdeki siyasetçiler halkı bariz bir şekilde kandırıyorlar. Bunu da din üzerinden yapıyorlar. Bu eleştiri dünyanın çoğu yerindeki siyasetçi için yapılabilir. Bu seçim sisteminin doğasıdır bir yerde. Halkı ikna etmek için, onları kendinize yakın hissettirmelisiniz. O kadar çok insanla yakın olmak demek yalan söylemek demektir. Bunun yalnızca din üzerinden yapılıyormuş gibi gösterilmesi bana artık oldukça bayağı geliyor. Özellikle Trump döneminden sonra bu mesele, Batılı dostlarımız tarafından sıkça dile getirilmeye başlandı. Sanırım daha da uzun süre devam edecek. Halkın değerlerini suistimal eden siyasetçi figürü, bunu hep din üzerinden yapıyormuş gibi gösterilecek.

 

Filmi izlerken sanırım sadece bu sahnede kahkaha atmışımdır. Filmde, insanlar felaketten korunabilmek için kürekle sığınak tarzı çukurlar kazdıklarından kürek kıymetli bir şeye dönüşüyor ve talep bir hayli artıyor. Filmin sonlarına doğru bir sahnede Randall yukarı doğru bakarken arkada bu “Shovels Only $599.99” ibaresi görünüyor. Fırsatçılık, kapitalizmin en yaygın doğa olayı sanırım.

 

Son sahneden de bahsederek yazımı sonlandırıyorum. Son sahnede, film boyunca devletle işbirliğinde bulunan hatta yer yer ondan güçlü olduğunu da hissettiren lider teknoloji şirketinin CEO’sunun bulduğu yeni gezegene inerek yaşamlarına devam etmek isteyen bir grup iş insanı ve politikacıyı görüyoruz fakat bu yeni gezegendeki yırtıcı hayvanlar fazla gelişkindir ve gezegene inen bu insan grubu bu yaratıklardan kaçmaya başlar. Bu sahnede de bence anlatılmak istenen şey oldukça açık: Biz, modernleşmiş ve şehri doğal ortam edinmiş insanlar için, üzerinde yaşadığımız dünyadan başka bir dünya yok. Dolayısıyla buraya sahip çıkmalıyız.

 

Zaman ayırıp okuduğunuz için teşekkür ederim.

 

üveys furkan karaağaç

Fandom – Gerardo Lisanti