Hiç düşündünüz mü? İlkokul döneminden Lise’ye kadar öğrenciler, beden eğitimi derslerinde neden askeri nizamda hazır ol, sağa, sola dön komutlarını öğrenmek zorundadır? Ya da ekseriyetle –öğretmenin de işgüzarlığıyla- top oynamaktan ibaret olan bu dersin adı; top oynamak ya da daha normal bir dille “spor” değildir de beden eğitimidir. Olimpiyat meşalesi nedir? Ne anlama gelir? Ülkemizde yaşanan bu ilginç süreçte Nazi Almanyası’nın ne gibi bir etkisi vardır? Bu garip soruların cevabı, Atatürk Türkiyesi’nden, Hitler Almanyası’na kadar gidiyor. Giderken de bizi, her siyasi devirde kendisini kabul ettirmiş bir olimpiyat aşığının muhteşem hikayesiyle baş başa bırakıyor.

 

Carl Diem
Carl Diem

24 Haziran 1882 yılında Würzburg’ta dünyaya gelen Carl Diem’in dünya olimpiyat tarihini değiştireceğinden, elbette ki kimsenin haberi yoktu. Ortadirek bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Diem, ergenlik yıllarında uzun mesafe koşucusu olarak spora merak saldı. Ve daha 17 yaşındayken, organizasyon konusundaki muhteşem yeteneğinin ilk ışıklarını Marcomannia isimli atletizm kulübünü kurarak gösterdi. Asıl amaçladığı meslek, satış teknikleriydi ve kariyerini de bu yönde planlamayı düşünüyordu; ancak DSBfA(Alman Atletizm Kurulu)’dan gelen teklif Diem’in bütün hayatını değiştirecekti.

     Diem’in yükselişi baş döndürücüydü, Alman Atletizm Kurulu’nda işe başladıktan 1 yıl sonra yönetim kuruluna seçilmişti ve bütün hayatını Olimpizm’e adamaması için hiçbir sebep kalmamıştı. Olimpiyat figürüne, ruhuna, tarihine ve dolayısıyla Baron Pierre de Coubertin‘e gönülden bağlılık duyuyordu. Ve hayatını olimpiyatların, antik dokusunu da muhafaza ederek yaşatmaya adayacaktı. Bu yolda, 1906 yılında organize etmeye başladığı Alman Atletizm Takımı, Atina ara olimpiyatlarına katılır. 1912 olimpiyatları da Stockholm kentine verilince, Diem’in varı yoğu 1916 olimpiyatlarını Berlin’de düzenlemek olmuştur. Ancak 1914 yılında gerçekleşen ve hepimizin yakından bildiği 1.Dünya savaşı, bütün hayallerini yakıp yıkar genç Diem’in.

 

Savaş ve Getirileri

 Alman ordusuna çağrılmıştır Carl Diem, Belçika ve Fransa’da savaşır. St.Quentin’de yaralanır. İyileşir, Champagne ve Argonne’da devam eder savaşmaya. Savaş 1918 yılında biter. Diem, bağlı olduğu komiteye geri döner. Ancak savaş, Almanya’nın sadece gücünü, topraklarını, ordularını mahvetmemiş 1920 ve 1924 olimpiyatlarına katılmasına da mani olmuştur. Ancak çalışır, uğraşır ve ülkesinin 1928 Amsterdam olimpiyatlarına katılmasını sağlar. Artık ünü ülke çapında duyulmuş olan Diem, bir spor bilimleri okulu olan Deutsche Hochschule für Leibesübungen‘i kurar. Diem’in Amerikan atletizm eğitimine duyduğu hayranlık, onu 1926 yılında bir Amerika turuna zorlayacaktır. İşte bu turda, kendi şahsında apayrı bir yazı konusu olan Avery Brundage ile tanışır. (Brundage’in hikayesiyle alakalı en azından şunu ekleyelim; Brundage, Amerikan Olimpiyat Komitesi başkanı ve Amerika’nın 1936 Berlin Olimpiyatlarını boykot etmemesini sağlayan kişi, Hitler dönemine ve Nazi Almanyası’na duyduğu sempatiyle bilinir).

 

Nasyonel Sosyalizm’in ayak sesleri

  Gelelim 1933 yılına. Bu tarih hem Carl Diem için, hem de Türkiye Cumhuriyeti için bir dönüm noktası olacaktır. 1933 yılında, Adolf Hitler Almanya’da iktidarı ele geçirir. Nasyonel Sosyalistlerin spor ve olimpiyatlar hakkındaki gerçek fikirlerinin ne olduğunu bilmesek dahi, Adolf Hitler’in özellikle Olimpiyatları, bir Yahudi kurumu olduğuna inandığı için sevmediğini ve bu sebepten ötürü uluslararası spora yapılacak yatırımlara sıcak bakmadığını biliyoruz. Ancak Alman propaganda bakanı Joseph Goebbels, Olimpiyatların Alman ulusu açısından büyük bir sükse aracı olarak kullanılabileceği hususunda Hitler’i -üstelik sadece 6 haftada- ikna edince; Hitler Diem’e artık bir olimpiyat düzenlenmesi gerektiği emrini verir. Bunun yanında, sporun “beden terbiyesi” adı altında, gençleri savaşa hazır hale getirmek, vücut disiplinini aşılamak ve dayanıklılıklarını arttırmak gibi Hitler’e de sıcak gelebilecek yönleri, ön plana çıkartılır.

 

Berlin, 1936

 

Rap Rap Rap Rap

Tam da böyle bir kırılma döneminde, 1933 yılının eylül ayında; Carl Diem, Türkiye Cumhuriyeti’nin davetlisi olarak İstanbul’a gelir. Eylül ve Ekim aylarını İstanbul’da geçiren Carl Diem, Türkiye’de var olan potansiyelin doğru değerlendirilmesi, gençleri her daim savaşa hazır, idmanlı vaziyette muhafaza etmek, sporun devlet kontrolünde tutulması ve eğlence için değil; zorunluluk ve gereklilik olarak yapılması hususunda raporlar hazırlar. Bu raporlar sonucunda, Türkiye’de o zamana kadar bağımsız olarak faaliyet gösteren Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı 1936 yılında kapatılır ve onun yerine Cumhuriyet Halk Partisi’ne bağlı olarak Türk Spor Kurumu kurulur. Bu kurumla beraber, spor Türkiye’de parti kontrolünde bir disipline girmişse de bu disiplinin temel mantığı tıpkı Nazi Almanya’sında olduğu gibi askeridir. 1938 yılında da, sporun ülke çapında daha da çok yaygınlaşması, mekteplerde zorunlu spor uygulamalarının başlatılması ve Türk Spor Kurumu’nun etkinliğini arttırmak maksadıyla kontrolünün Cumhuriyet Halk Partisi’nden alınıp, devlete verilmesi yine Carl Diem’in raporları doğrultusunda “Beden Terbiyesi” kanunu olarak yasalaşır. Bu kanunlarla birlikte, 7 yaşındaki çocuktan, lise çağındaki gençlerimize varıncaya dek askeri terbiye görmeye başlarız “Beden Eğitimi” derslerinde.

 

Hababam Sınıfı’nda beden eğitimi hocası Badi Ekrem (Şener Şen)

 

Olimpos Dağlarının Sönmeyen Ateşi

Diem, 2 aylık Türkiye macerasını tamamladıktan sonra Almanya’ya geri döner. Ve uzun yıllardır hayalini kurduğu Olimpiyatları düzenlemek için işe koyulur. Ancak Nazi iktidarı her ne kadar Diem’e bu olanakları vermişse de, bir takım üzücü ve güvensiz olayların yaşanmasına da sebebiyet verir. Özellikle Diem’in binbir emekle kurduğu Spor bilimleri okulunun yahudi eğitmenleri sıkıntı yaratır Diem adına. Bu öğretmenlerin işten çıkarılıp, çıkarılmadığına ya da daha kötümser bakarsak, öldürülüp, öldürülmediklerine dair bir veri yok elimizde. Bunun yanı sıra, Diem’in eşi Liselott Diem’de bir yahudi ailesinden geliyordu. Ve Diem bir yandan Yahudilerin başına gelenleri, kendi eşi ve eşinin ailesinden uzak tutmaya çalışırken bir yandan da bütün bu olanları bir kenara koyup, çalışmaya başladı. Olimpiyatlar muhteşem olmalıydı, dakikası dakikasına planlanmış; o güne dek eşi görülmemiş bir organizasyon düzenlenmeliydi. Hitler ve Goebbels’in baskısıyla, Alman ırkının propagandaları da ön planda olmak zorundaydı, ancak yine de bu durumun Carl Diem’i çok rahatsız ettiğini söyleyemeyiz. Çünkü o, hayatındaki en büyük idealini gerçekleştirmek üzereydi.

Bu hummalı çalışmalar sırasında, Diem’in aklından geçenlerin özünde hep olimpizm vardı. Baron Pierre De Coubertin’in yolundan giden bu adam, mutlaka ama mutlaka olimpiyatların geçmişine, özüne ve anlamına dair manalar yaratabilmeli ve uygulamalıydı. Tamda bu düşüncelerin yoğun olduğu bir dönemde, 1934 yılında; Olimpiyat konferansı için gittiği Yunanistan’da aklına müthiş bir fikir geldi! Prometheous’un tanrılardan çaldığı, Olimpos dağlarının sönmeyen ateşi!

Olimpia dağında yakılan bu ateş üstün Aryan ırkından bir gencin ellerinde, 3075 km boyunca, Bulgaristan, Yugoslavya, Macaristan, Avusturya ve Çekoslovakya’dan geçerek Berlin’e ulaşacaktı. Kimi yerde örneğin, Avusturya’da nazi sempatizanlarının “Anschluss” nidalarıyla, Çekoslovakya gibi kimi yerlerde ise kahrolsun nazizm nidalarıyla karşılanan meşale, kimi rivayetlere göre yer yer söndürülerek, kimi rivayetlere göre ise hiç sönmeden Berlin’e ulaştı.

Nihayetinde, ABD’li siyahi atlet Jesse Owens’ın ezilenler adına hem ABD’li hem Alman faşitlerine attığı altın tokadın yarattığı faciayı göz önüne almazsak ki o da başka bir yazı konusudur, muhteşem bir organizasyondu Berlin Olimpiyatları. Nazi Almanya’sı istediğini almış, sporu ve olimpiyatları kullanarak bütün dünyaya gövde gösterisinde bulunmuştu.

 

Her Devrin Adamı

Her güzel ya da çirkin şey gibi, Nazi Almanyası’nın da sonu gelecekti şüphesiz. 1939-1945 yılları arasında yaşanan İkinci Dünya Savaşı, Adolf Hitler’in de, Joseph Goebbels’in de, Alman ırkının üstünlüğünün de sonunu getirecekti. Ancak Carl Diem, birçok nazi subayı tutuklanmış, idam edilmiş ve sürgüne gönderilmiş olsa da, böyle bir yıkımdan da sağ çıkacaktı. Yeni kurulan Federal Almanya Cumhuriyeti’nde kendisine bir spor ve olimpiyat tarihçisi olarak yer bulabilen Carl Diem, 17 yıl boyunca bu alanlarda akademik çalışmalar yaparak ve çeşitli üniversitelerde dersler vererek hayatına nispeten daha sakin devam etti, bu süreçte kimi çevreler tarafından itibar gördü, kimi çevreler tarafından hala bir “nazi generali” olarak hakaretler işitmeye devam etti. Ve nihayetinde, 17 Aralık 1962 günü, her canlı gibi o da hayata gözlerini kapadı. Bugün Alman Spor Üniversite’sinde Carl Diem enstitüsü hala aktif olarak çalışmalarına devam etmekle birlikte, eşi ve kendisi adına açılmış olan Carl ve Liselott Diem arşivi de aynı enstitü içerisinde olimpizm ruhunu içinde taşıyanların çalışmalarına kaynaklık etmektedir.