Halkalı ve Sirkeci arasında hatıralarla birlikte seyahat edilen edebi bir yolculuk.
6 yıl süren kocaman bir boşluğun ardından Gebze-Halkalı Banliyö Treni nihayet açıldı. İnsanlar bu gelişmeyi coşkuyla alkışladılar. Kolay mı? Halkalı’dan başlayıp, Gebze’ye kadar inmeden gidebildiğin bir ulaşım aracı bu. Üstelik son derece modern ve konforlu. Durakların her biri adeta bir gezinti yeri. Florya, Sirkeci, Yeşilyurt, Bostancı, Göztepe ve daha nice güzel noktasından geçiyor İstanbul’un. Ancak anlatacaklarım bu hattın bu modern ve alımlı haliyle alakalı değil. Daha çok şahsi geçmişimde rolü olan ve İstanbul’a son 6 yılda yerleşenlerin asla tecrübe edemeyecekleri bir deneyimden bahsedeceğim size. Halkalı-Sirkeci Banliyö Tren hattından! Ve onunla yapılan unutulmaz yolculuklardan.
Halkalı-Sirkeci Banliyö Tren hattı 4 Aralık 1955’te açıldı. Ben kendisiyle 2000’li yılların başında tanıştım. Babam daha da erken dönemde 1960’ların başında tanıştı bu hatla. Aslına bakarsanız rota Marmaray bağlantısı dışında aynı rota. Halkalı’dan Sirkeci’ye kadar uzanıyor. O dönem Halkalı’dan bindiğinizde mükemmel bir gar olan Sirkeci’de inip; mükemmel bir ulaşım aracı olan vapura binip, daha da mükemmel olan bir gara Haydarpaşa garına ulaşıyor ve yolculuğunuza bu şekilde devam ediyordunuz. Tabii burada nostalji yapıp, eskiyi övmeyeceğim. Vapurun ve bu 2 tren garının güzelliği zaten objektif bir konu, ben eski tren hattının bugün hiçbir yerde yaşayamayacağınız garip, absürt, paranormal fakat yine de bana güzel gelen detaylarını anlatacağım.
Amcasının yanında seyyar yoğurtçu çırağı olan babamın daha 7-8 yaşlarındayken; yoğurt tepsilerini tren raylarında ezme alışkanlığı edinişi ve bunu izlerken aldığı hunharca zevk yüzünden yediği efsanevi dayak, benim banliyö treniyle alakalı anlatabileceğim en eski hikayedir. Düşünün ki hiçbir güvenlik önlemi yok. Bakırköy gibi yerde bir çocuk evinden çaldığı tepsileri tren raylarına dizip onların ikiye bölünüşünü, parçalanışını ve ezilişini izleyebiliyor.
Daha sonra ilk tren anılarım. 2000’li yılların başındayız. Belki 2002-2003 dolayları. İlk sevgililer ve Bakırköy’den trenle Sirkeci’ye gidiyor olmanın verdiği müthiş haz. Korkunç bir gürültü, nostaljik tren koltukları; garip ve tarif edilmesi imkansız bir koku. Bu koku kesinlikle yanlış anlaşılmasın, kötü bir koku değil; mazot ve ter karışımı bir koku. Trenlerin arkasına takılan tinerciler, kapı açık gidenler ve tren içi seyyar satıcılar. Sürekli zıplayan ve adrenalini yükselten bir tren ve o trenin sireni. Bu tren hattıyla alakalı olarak 2 ayrı başlık açmadan anlatamayacağım 2 detayı anlatmak istiyorum sizlere:
1-Tinerciler
Bugün nasıl oldu da tinerci nüfusu bu kadar azaldı anlamıyorum. İstanbul bir zamanlar tinerci çocukların şehriydi. Gerçekten de tiner koklarlardı ve tehlike saçarlardı. Çok talihsiz cinayetler işlediler. Çok büyük olaylara karıştılar. Kesinlikle kitlesel değillerdi. Fakat inanılmaz güçlü bir bireysel terörizmi sembolize ediyorlardı tinerciler. Küçük gruplar halinde gezerlerdi. Gözlerine kestirdikleri kişilerden para isterlerdi. Vermeyeni öldürebilirlerdi veya suyuna giderseniz dertleşip geri gönderebilirlerdi. “İspanyol” lakaplı bir tinercisi vardı mesela Bakırköy’ün. Ben kendisini hiç görmedim. Ama çok duydum. Hatta boyu yarıma kadar bile gelmeyen bir tinercinin arkadaşımı ve beni “Sizi İspanyol’a S***direceğim” söylemi, hatırladıkça hala ürpertir beni. Nihayetinde tinerciydi bu, çingene değildi. Çingene olsaydı İspanyol olması makul karşılanabilirdi. Fakat İspanyol lakaplı bir tinerci reisi beni çok korkutmuştu. Nihayetinde İspanyol gelmedi. Biz de kurtulduk. Fakat İspanyol ve türevlerinin hakim olduğu en önemli ulaşım aracı banliyö treniydi. Bu trene tinerciler kaçak binerlerdi. Kaçak bindikleri yetmezmiş gibi kapıları açarlardı ve o kapılardan sarkarak sürdürürlerdi ulaşım ihtiyaçlarını. Hatta vagonda sadece tinerciler ve siz kalabilirdiniz. Bu felaket demekti! Çünkü şimdiki gibi imdat freni falan yoktu. Adamlar sizi alıp trenden atsalar, makinistin ancak sefer bitince haberi olurdu. Hatta bu tarz çok gasp olayları, cinayetler yaşandı bu hatta. Tatsız olaylar oldu.
Gel gelelim 12 Mart 2019 tarihine kadar, tam 6 yıl boyunca sürecek olan tren hattı yenileme ve modernize etme projesi esnasında nedense tinerciler de ortalıktan kayboldular. Gerçekten de bir ulaşım aracıyla özdeşlemiş olan bir sosyal oluşumdu bu ve ilginç bir şekilde trenle eş zamanlı olarak azaldılar.Tek tük görüyorum artık tinercileri, hatta uzun zamandır hiç görmüyorum. Televizyon dizilerinde çıkıyorlar karşımıza. Eski bir sosyal figür olarak. Umarım tinercilerin kendileri değil; onları yaratan bu sosyo ekonomik süreç kesildiği için ortalıktan kaybolmuşlardır. Hoş böyle bir ümidim de yok. Hatta tinercilerin kamyonlara doldurulup Yalova’ya bırakıldıklarına dair çok ilginç şehir efsaneleri bile dolaşıyor 30’lu yaş gruplarının rakı sohbetlerinde.
2-Seyyar Satıcılar
Eski tren hattının bir diğer önemli figürü ise seyyar satıcılardı. Bu insanlar sadece Halkalı-Sirkeci hattında değil; vapurlarda ve diğer tren hatlarında da olurlardı. İnanılmaz eşyalar satarlardı. Ve bu sattıkları eşyalara inanılmaz promosyonlar yaparlardı. Genelde uzun saçlı tipleri hatırlıyorum nedense. İnanılmaz düzgün bir Türkçe ve pazarlama kabiliyetiyle önce bir tükenmez kalem seti çıkarır, insanlar buna ikna olmayınca yanına bir el feneri eklerlerdi. Bir kaç kişi satın alacak gibi olunca “Yetmedi!” nidasıyla işin içine yerine göre bir mini dikiş makinası, yerine göre bir açacak veya 12’li traş bıçağı seti; bayanlar için makyaj seti gibi satacağı fiyatın çok üstünde mallar teklif ederlerdi müşteriye. Bu öyle bir pazarlama şekliydi ki insan bir şekilde ikna olur ve satın alırdı. 4 renk yazabilen tükenmez kalem, çam sakızı, yerine göre taze ve mis kokulu Simit! Bir şekilde satın alırdınız ve eve gittiğinizde görürdünüz ki 4 renk yazan kalem, 1 rengi bile düzgün yazamayan berbat bir çin malı ürün… Veya yok paraya aldığınızı zannettiğiniz; hatta içten içe satıcıyı kazıkladığınızı düşündüğünüz mini dikiş makinası; kendi söküğünü bile dikmekten aciz çıt desen kırılacak bir çöp. Bir nevi hayatın özeti gibiydi bu alışveriş, ava giderken avlanma psikolojisini insanımıza en progresif yöntemlerle öğretiyordu.
Bazen hiç satış yapamadıkları da olurdu. Treni işe gidip gelmek için kullanan eski tayfa bilirdi bu satıcıları. Ama ben çocuk halimle bu satıcıların hiç satış yapamadan başka perone geçtiklerini gördüğümde, nedendir bilmem üzülür, boyun bükerdim. Olmayan paramla “Keşke param olsaydı da ben alsaydım. Adam o kadar bağırdı, yazık oldu” derdim. Sonradan öğrendim ki bu kimi uzun saçlı, kimi küpeli gençlerin çoğu dönemin üniversite öğrencileriymiş ve eğitimlerine destek olsun diye bu tarz işler yapıyorlarmış. Anlayacağınız çoğu belki de çoktan güzel meslek sahibi oldu bu arkadaşların. Hatta Burhan Pazarlama gibi vapurlarda 50 yıla yakın seyyar satıcılık yapmış ve işi çok büyütmüş kişiler de vardı. Yani acıma, acınacak hale düşersin olayının ilk örneklerini tatlı tatlı yaşattılar bana seyyar satıcılar. Sağ olsunlar, yıllar sonra yağmur altında motosikletli kuryelik yaparken kendilerini bolca andım!
Acısıyla tatlısıyla ve hafızalarda bıraktığı mükemmel detaylarla böyle geçti gitti işte o tren. Eski, gürültülü ve tehlikeli ulaşım aracı yerini bambaşka bir sisteme; Marmaray’a bıraktı. Sakın beni gereksiz nostalji yapıyor zannetmeyin dostlarım, zaten anlattığım şeyler çok güzel şeyler değil. Bakın bugün pırıl pırıl, güvenlik görevlileri eşliğinde şahane bir yolculuk yaparak kullanabiliyorsunuz bu hattı. Hem de çok daha uzun, Haydarpaşa-Gebze hattıyla entegre olarak. Benim yapmak istediğim, o dönemi en son yaşayan 2000’ler nesliyle daha önceki nesillerin yaşamış olduğu bu tarifi zor fakat zevkli, heyecanlı yolculuğu şimdiki nesillere anlatabilmek.
Finale gelirken, şahsi olarak eklemek istiyorum: Bu trene son binişim seferler bitmeden önceki haftaydı. Yalnız değildim… İşte o gün, ben bu trene iyi ki binmişim.
Sevgiler…
Not:Youtube’da bulduğum o dönem çekilmiş fakat içinde nedense şimdiki trenlerde olan bir garip video var. Bunu izleyiniz. Bu videodaki dışı grafitili trene dikkat ediniz. Trenden sarkarak giden arkadaşlardan bir selamınızı esirgemeyiniz!
Ellerinize sağlık. Çok güzeldi.
Seyyar satıcılar bitmedi efendim. Geçenlerde Gebze yolculuğumda limonu çok güzel (!) şekilde sıkıp suyunu çıkaran bir plastik aleti muhteşem pazarlayan abimiz onlarca satmayı başardı 🙂
Bu trenin şahsına münhasır bir değeri var.