Ama sizin Yenişehir evlerinde bizim karpuzları kesecek bıçak varmola?
Palalar, satırlarla keseriz biz. En küçüğü 20 kg çeker.
Gözlerinden ÖPERİM. Umudum postalarda, vay beni? Beni?
Ah Leylim, leylim. 2013 yılında kaybettiğimiz yazar, şair; güzel insan Leyla Erbil. Ve ona aşık, yine çok sevdiğimiz ölüler diyarından; 1991 yılında ebediyete uğurladığımız büyük şair Ahmed Arif.
Büyük aşık olmuş adam. Histerik, gelgitleri yoğunluklu, bazen umutsuz, bazen kararsız; kafa karıştırıcı ve anladığım kadarıyla çoğu zaman tek taraflı bir aşk bu. Ahmed Arif’in Leyla Erbil’e duyduğu ve senelerce durmaksızın mektuplara döktüğü bir deli işi aşk.
Keşke diyor insan bu kitapta Leyla Erbil’in cevapları da olaydı. Acep ne yaptı da, neler dedi de bu birbirini bir türlü tutmayan, kararsızlık denizinde boğulmuş mektupları Ahmed Arif’e yazdırdı.
“Bütün bunları abstrait şiir haysiyetine halel getirmeden işleyebiliyorum. Bana bu kudreti verdiğin, beni ben ettiğin için sana teşekkür etmek, galiba pek resmi kaçar. Hatta ben, züppelik diyorum buna. Ben, senin için, ancak her şeyimi, bütün mevcut kıymet hükümlerimi ve canımı feda etmekle belki biraz hafiflemiş olurum. Yine de ödemiş, karşılık vermiş olamam… Bu, hem çok acı, hem de şaheser bir ruh hali.” (5 Mayıs 1954)
“Bu beşinci mektubum. Yine 5-1 mağlubum. Benim de mağlup olmam mukaddermiş meğer. Niye yazmıyorsun hayatım? Canevim, en aziz, en sevgili ve en bir tanem? Bu, “sen” değilsin. Kendini topla, yine “sen” ol” (06 Haziran 1954)
“Kürdün Gelini” diye bir roman yazdım. Baktım çok trajik. Yırttım, arttım.” (6 Eylül 1955)
“Candan aziz, iki gözüm, Leylacım, UY HAVAR çıktı. Kaynak’ta. İki mısraı yanlış. S..mişler anasını şiirin. Sende var ya önemli değil ötesi.” (14 Şubat 1956)
“Bu sıra fena değilim. Kız kardeşimi everdik. Bu da ayrı bir hikaye. Hatta roman olmaya müsait. Eniştem, serserilik günlerinde tuttuğum, kurtardığım, sonra da kazık yediğim bir oğlan. Pişman, ezilmiş, gelip sarıldı. Kızı kafeslemiş ama bilmezmiş benim bacım olduğunu. Biraz da korkmuşlar -vururum filan diye- oysa kuzu gibi olduğumu bilmezler. Tabii boş verdim, alkdı kızı. Enayiliğine doymasın, bulunmaz Hint kumaşı sanki…” (16 Temmuz 1955)
“Dün yemekte anneme “Beethoven gelse istese kızını verir miydin?” diye sordum. “Kim bu herif?” dedi. “Açlıktan ölen bir müzik peygamberi” dedim. Önce töbe çekti sonra küfretti anam. Kardeşlerime sordum, kızlar yalandan, erkekler canı gönülden “Evet” dediler! Galiba erkekler hayale, romantizme daha düşkün oluyor. Kız kısmı peşinci, realist! Haklı bir şey. Bir dostluk delisi, bir garip şair, böyle ehli namus ve eli ayağı düzgün bir hatuncağızla evlendi mi boku yediğinin resmidir. Bernard Shaw haklı; kadının analık içgüdüsü sonunda bütün değer yargılarına baskın çıkıyor. Analık gene neyse. Şimdikilerde bir de burjuvazinin o iğrenç şatafatına bir ihtiras var ki bunu sen daha geçende yazdıydın.” (16 Temmuz 1955)
Telif hakkı denen nane izin verdiğince alıntıladım. Rahmetliler kızmazdı sanırım ama İş Bankası yayınları problem yaratabilir. Göstermek istediğim, Ahmed Arif’in küfürleri, mektuplarda bolca görebileceğiniz erkeklik gösterici, kabadayılığı da değil. Hatta şairin kendisiyle yaptığım en büyük empatinin müsebbibi, kendisinin şairlikle alakası olmayan bir ton işte(muhasebecilik vb.) çalışması ve bundan yakınması da değil. Yer yer mizaha da kayan bu dil şüphesiz ki okuyucu için çok keyifli. Ahmed Arif şiirine ilgi duyan, Leyla Erbil’i bilen için muazzam değerli tarihi belgeler bunlar. Şüphesiz. Hatta muhtemelen bu kitap, daha çok tarihi belge anlamında değer kazanacak. Dönemin edebiyat dünyasına, politikasına, kıtlıklarına hatta posta teşkilatının güvenilmezliğine kadar bir çok şeye ışık tutuyor. Bu yönüyle kesinlikle çok kıymetli.
Ancak bende yarattığı, yukarıda pek örnekleyememiş olsam da bu çıldırtıcı yırtıcı aşk duygusunun dayanılmazlığı oldu. Aynı duyguyu Orhan Pamuk’un Masumiyet Müzesi’nde de yaşamıştım. Bunu yaşayanların pek uzun yaşamadığı rivayet edilir ancak, bir erkeğin en olmazı olduracağı zamanı yaratan duygudur bu. Ol desin, olsun. Yap desin, yapsın. Abartıdan uzak olduğumun lütfen farkına varın, bunun tam bilinciyle yazmak istiyorum; Leyla ile Mecnun, Ferhat ile Şirin ne bileyim Kerem ile Aslı gibi efsaneleri yaratan da, Neşet Ertaş’a “Evvelim sen oldun, ahirim sensin” dedirten de aynı duygudur. Ha, isteyince olan bir şey de değildir bu. Kimi erkek yaşar, kimisi yaşayamadan ölür gider.
Leyla Erbil bence büyük fırsat kaçırmış. Nur içinde yatsın ikisi de, hoş; işler Ahmed Arif’in istediği gibi gitseydi muhtemelen bu mektuplar anlamını yitirecek, bir çok duygu hayatın olağan akışı içerisinde sıkışıp kalacaktı. Belki edebiyat için böylesi iyi oldu. Ahmed Arif’in kendisi de dediği gibi, bir çok şiir bu süreçte çıkmış, bu süreçte çekilmiş mısralar. Mutluluğun olduğu yerde yazılacak şeyler değil.
Bu kitabı okuyun, okutun. Kafamda ileride değineceğim bir müze projesi var. Bu kitap o müzenin assolisti olacak.