Bir konum yok, hedefim de; hayata başladığım o ilk an gibi. Yolun başında hiçbir şeyim belli değil. Zaman aktıkça neler dökülecek yüreğimden, hatta yüreğimden mi yoksa onun en büyük düşmanından mı dökülecek dökülenler; değil belli. Yürüyorum sadece. Bir şarkı eşlik ediyor bana. Yanımda su, ilerliyorum.
Bir bey var bu yolda, adını bilmediğim. Adını bana söylemiş ama ben hiç öğrenmemişim. Hitap etmemişim hiçbir zaman ona. Ya bakmışım direkt ya da bakar mısın demişim. Koşmaya başladığında kayıp düşeceğini anlamışım ama adını bilmediğimden bağırıp da uyaramamışım. Gitmiş, kaybetmişim.
Sonra bir çocuk belirmiş. Üzgün, kırılmış ama umutlu. “N’oldu?” demişim, susmuş. Bakmış öylece bana. Zaman ilerlemiş ve onu da yapmaz olmuş. Ben onun gözlerini okuyamadıkça o gözler de çekilmiş benden. Değil sözlerini, bakışını bile hak etmez olmuşum. Beraber yürümüşüz fakat tek kelime etmemiş bana. Arada konuşturmaya, gözlerini gözlerime değdirmeye çalışmışım ama nafile. Kazara değse, hemen çekivermiş ellerini. Hep gitmek ister gibiymiş ama gitmemiş. Fakat yolda bir başka çocuk çıkınca karşımıza, onun peşine takılıp gitmiş vedalaşmadan. Aslında gidemediğini çok sonra anlamışım.
Bir ağaç görmüş ve dinlenmeye durmuşum. Elim zaman zaman suya gitmiş. Sonra acıkır gibi olmuşum. Kafamı kaldırmış ve bakmışım dibinde dinlenmeye durduğumun dallarına, nar dolu. Bir an sevinmişim ama sonra hatırlamışım nar yiyemediğimi. Tadını sevdiğimi, ayıklamaktan çocukça bir zevk duyduğumu; ama çekirdekleriyle bir türlü barışamadığımı sonra hatırlamışım. İçimde kalmış tüm mutluluğum. Küsmüş ve küslüğümle doymuşum.
Kalkmış yeniden yürümeye başlamışım. Bu sefer bir kadın çıkmış karşıma ve beni durdurmuş. Bu hiç hoşuma gitmemiş ama bir şey dememişim, sakince diyeceklerini dinlemiş ve kısa cümlelerle karşılık vermişim. O da anlamış isteksizliğimi ve beni serbest bırakmış. Bense yine yalnızlığımla baş başa kalmışım. Yıllar önce duyduğum bir sözü hatırlatmış bu bana; “baş başa kalınabilen tek şey değil miydi yalnızlık?” Sonra da sözün sahibini ve sevmediğimi. Bu sözü niye andım şimdi diye sövmüşüm kendime.
Bilmiyormuşum bu yolu neden yürüdüğümü. Yürüyormuşum ama nereye gittiğimden de bihabermişim. Bana “burdan gideceksin” demişler ve gitmişim, o kadar. Su bitmiş, tenhalık da öyle. Dümdüz bir yolda tanımadığım insanlarla kalakalmışım.
Bulamamışım yiyecek bir şey; bu sefer de midem küsmüş, konuşmaz olmuş. “Midem sustu ama bu artık yemeğe ihtiyacı olmadığı anlamına mı geliyor?” diye sormuşum kendime. Sonra da kendi ihtiyaçlarımı düşünmüşüm. Kalabalık içinde yürürken hangisi giderir bunları diye göz gezdirmişim ama kimsenin bakışı umut vermemiş. Küsen küsene zaten demiş ve adımlarımı da küskünleştirmişim.
Küskün ve umutsuz da olsam giderilmiş eksiklerimin bazısı. Bunu yapanlara minnetle bakmışım ama hiçbirinin yanında kalamamış, devam etmişim. Zaman zaman yolun bittiğini, varacağım yere vardığımı sanmışım ama yanılmışım. Tanımlayamadığım güç beni yürütmeye devam etmiş. Bir gün bitecek mi diye sormuşum, “bitmeyecek” diye cevaplamış bütün gidişiyle yol.
Bitmemiş.
Bitmişim.
büşra sevim