Sanat Harmonisi’ne kulak ver:
Ölüm, insanlığın ilk anlarından itibaren çağlar boyunca insan aklını meşgul eden bir mesele olmuştur. Yaşam müziği kimileri için bitmesini hiç istemediği bir ezgiye bürünürken kimileri içinse duymaya tahammül edemediği bir uğultuya dönüşmüştür. Şeylerin sonu olduğunun belki de en vurucu örneği olarak ölüm, insana bir nefeslik yakınlıkta olduğunu bizlere Arnold Böcklin’in muhteşem eseri ile gösterir.
Self-Portrait with Death Playing The Fiddle — Arnold Böcklin, 1872
İsviçreli ressam Arnold Böcklin eserlerinde ölüm temasını sıkça işler, fakat 1872’de resmettiği bu eseri diğerlerinden aykırı olarak kendi portresini içerir. Alışılmadık bu otoportre çalışması, ölümü sembolize ediş şekli ile kendisinden sonraki birçok sanatçıyı da etkisinde bırakmıştır.
Sanatçı, kendisini sanatını icra ederken elinde boya paleti ve fırçası ile resmeder. Üzerinde çalışmakta olduğu resmine dalıp giderken bir yandan da sol arkasında çalan müziğe kulak vermektedir. İskelet formundaki Ölüm, Böcklin’e usulca yaklaşmış ve elindeki tek telli kemanıyla ona belki de yaşam müziğinin son bestelerini dinletmektedir. Kemanın tek teli, ki kemanın sol telidir, en kalın sese tekabül eder. Kemanın tüm telleri ile yaşam evreleri arasında bir ilişki varsayarsak en inceden kalına, çocukluktan yaşlılığa uzanan bir yol görebiliriz. Ölümün kemanında yer alan bu tek tel ise yaşlılığı, yani yaşamın sonunu, temsil eder.
İşte ölüm bu kemanı zevkle ve kışkırtıcı bir mutlulukla çalmakta, sanatçı ise ölümü pürdikkat ve telaşsız bir biçimde dinlemektedir. Bu noktada ölüme ilişkin iki farklı motife vurgu yapılır: Memento Mori ve Le Danse Macabre. “Le Danse Macabre”, Türkçe karşılığı olarak “Ölümün Dansı”, Geç Orta Çağ’da ölümün evrenselliği üzerine bir alegorik sanat anlayışı olarak ortaya çıkar. Ölümün kişileştirilmesinin özümsenmesi gerekliliğiyle hareket eden sanat anlayışı bu düşünceyle birlikte tüm ayrıcalıkları yıkıp birleştirici bir rol oynar. “Ölümü hatırla” manasına gelen Memonto Mori ile benzer amaçlara sahip olan bu sanat anlayışı, hayatın kırılganlığını ölüm alegorisi ile vurgular. Sanatçı, ölümü kendine bu kadar yakın resmettiği otoportre çalışmasında bir nevi kendine ölümü hatırlatmaktadır.
Böcklin, kendisini sanatı sayesinde bir bakıma ölümsüz kılar, yüzyıllarca anılmaya devam eder ve ardında onu yaşatacak bir miras bırakır. Yunan Hekim Hipokrat’a atfedilen “Ars longa, vita brevis” yani “Sanat uzun, hayat kısa” sözünü anarcasına…
semanur çelik